30 Aralık 2017 Cumartesi

Asgari Ücretli Neden Zam Almadı? Asgari Ücretli Kişi Başına Düşen 10 Bin Dolardan Haberdar mı?

AKP bir sermaye partisidir ve OHAL KHK rejimini emeğin reel ücretlerini düşük tutmak için uzattıkça uzatıyor. Bu kapsamda yüksek enflasyon ve kur oynaklığı işsizleri ve düşük ücretlileri yoksullaştırma politikası olarak uygulanmaktadır. AKP ne işsizliği ne de enflasyonu düşürme yaklaşımı içerisinde değildir. Sözel olarak ifade edilen "faiz karşıtlığına" rağmen uygulanan temel politikalar daha çok rant için faizlerin yükselmesi ile sonuçlanmıştır. AKP emekçilerin lehine birşey yapmayacağını aşağıda maddelenen pratiklerle ispatlamıştır; 

1- Bireysel emeklilik sisteminin cebri hale getirilmesi,
2- Kiralık işçilik uygulamasının legal hale getirilmesi, (Güvencesiz Esnekliğin! yaygınlaşması)
3- İşsizliğin azaltılmaması, yüksek oranlı genç işsizliği, yüksek NEET,
4- Sürekli enflasyon farkı alınması/reel zam alınmaması,
5- İşsizlik sigortası fonunun işçi ve işsizler lehine kullanılmaması,
6- Kıdem tazminatı ile ilgili dava ve diğer süreçlerin çok uzun sürmesi,
7- Çalışma saatlerinin çok uzun olması,
8- Tarım dışı alanda bile yaygın (%22 üzeri) kayıtdışı istihdamın olması,
9- İşçi sağlığı ve güvenliği alanında gerekli çalışmaların yapılmaması,
10- Taşeron çalışmanın yaygınlaştırılması,
....

% 12,98 olarak açıklanan "Kasım Dönemi sonu" yıllık enflayon 3 Ocak günü muhtemelen % 13-14 bandına çıkacak. Bu orana rağmen 1.404 olan asgari ücretin 1.603 olarak açıklanması reel zam alınmaması anlamına gelmektedir. An itibariyle enflasyon zaten % 14'e yaklaşmıştır yani yapılan zam sadece enflasyon kaybını gidermektedir. Muhtemeldir ki daha da yükselecek olan enflasyona karşı yoksullaşan asgari ücretli korunmayacaktır. 

Asgari ücretli günlük 1 dolar bile zam almamıştır. Şayet 2018 yılı için ortalama döviz kuru 3,98 olacaksa günlük ortalama asgari ücret 13,4 dolar olacaktır. 2017 yılı için bu değer 12,8'dir. 2016 yılında önceki seçim vaatleri ve CHP'nin ilgili siyasetinin etkisiyle artan 14,4'e yükselen asgari ücret dolar kuru artışı etkisi nedeniyle 2 yıldır aynı seviyeye yükselememiştir. 


Her ne kadar ülke ekonomisinin 2017'de büyüme gösterdiği ifade edilse de söz  konusu büyümenin nitelikli bir istihdam koşulu sağlamadığı, işsizliği azaltmadığı ve yoksullaştıran bir büyüme olduğu ifade edilmişti. Asgari ücretlinin yoksullaşması son bir yıl içerisinde gelir dağılımdaki adaletsizliği gösteren gini kat sayısındaki olumsuz eğilimle de ortaya çıkmıştır. OVP'ye göre de azalan "kişi başına düşen gelir verileri" bu kişilerin asgari ücretli olması durumunda daha da çarpıcı bir hal almaktadır. Asgari ücrtlilerin ortalam gelire göre gelirleri aşağıda gösterilmiştir. 

        Kişi Başına Düşen Gelir ve Asgari Ücretlinin Geliri (Yıllık, USD)

Yukarıdaki tablo göstermektedir ki asgari ücretli bu ülkede yoksul kalmaya devam edecek ve en zengin ile en yoksul arasındaki makas iyice açılacaktır. Kişi başına düşen gelirin 2018 yılında 11.409 yükseleceği OVP ile öngörülmüştür. Her ne kadar 2014 yılı verisinin altında bir değer ise de söz konusu asgari ücretliler için durum daha vahimdir. Asgari ücretli nufüsun artmasına rağmen ortalama gelirin yeterince artmaması gelir dağılımında kısa ve orta vadede oluşacak daha derin bir adaletsizliğin işaretleri olarak okunabilir. 

Asgari ücret günlük 6,6 liralık bir artışla günlük 53 TL'ye  yükselmiştir. Bu yönüyle SGK Eylül ayı verilerine göre 14.547.574 sigortalının ortalama günlük kazancı 96,71 TL'dir. Bu veri bile göstermektedir ki asgari ücretli emeğinin karşılığını alamamaktadır. Ortalama ücretten % 45 daha düşük ücret alan yaklaşık 6 milyon asgari ücretli, bu sömürüyü durdurmalıdır. Bunu durdurmanın ilk adımını referandumda siyasal iktidarı "mühürsüz oylara" muhtaç bırakma şeklinde gösteren asgari ücretli; devamını ilk sandıkta emek karşıtı bu siyasal iktidarı tasfiyesi ile gösterecektir. 

  









29 Aralık 2017 Cuma

ASGARİ ÜCRETLİYE GÜNLÜK MİNİ-BÜS PARASI KADAR ZAM VERİLECEK Mİ?


Tüm nüfus kesimlerini ilgilendiren bütçe ve asgari ücret tartışmaları nedeniyle Aralık ayı emeğin koşullarının belirlendiği bir aydır. Geçen hafta, son hali verilen bütçede dolaylı vergilerin % 70’e varan ağırlığı nedeniyle ve yeni yılda “enflasyon, zam ve yeniden değerleme” etkileriyle de neredeyse her şeyin pahalılaşacağı bir döneme girilmektedir. Özellikle 2010’lu yıllarda emek açısından geçim koşullarının açık bir şekil kötüleştirildiği söylenebilir. Halen uygulanagelen OHAL döneminde ise bu kötüleşmenin derinleştiği açıktır. Neredeyse tüm çalışanların koşulları AKP döneminde olumsuz etkilenmiş ve reel ücretleri azalmıştır.
2010’dan bu yana AKP hükümetlerinin emeğin kazanılmış haklarına yönelik sistematik bir saldırı politikasını uyguladığı görülmektedir. AKP, bireysel emeklilik sistemine katılımı cebri hale getirmiş ve tüm çalışanları rızasız bir şekilde bu sisteme dahil etmek amacındadır. Milyonlarca çalışan zorla sokulduğu bu sistemden çıkmıştır. AKP iktidarı yine cebren BES sistemi için çalışmalarına devam etmektedir.
 AKP Hükümeti, Kiralık işçilik uygulamasını legal hale getirmiş, önceden yasadışı olan “insan kiralama faaliyetini“ suç olmaktan çıkarmıştır. Bu uygulamanın yaygınlaşmasından bu yana güvencesiz esnekliğin yaygınlaşmış ve kayıt dışılık artmıştır. Son bir yılda kayıt dışılık oranı % 40’ların üzerinde seyretmektedir. İşçilik geçici hale getirildikçe işsizlik kalıcılaşmıştır.
 Yine birçok konuda “başarı efsaneleri” inşa eden AKP, işsizlik oranları konusunda başarısızlığını, resmi verilerle ortaya koymuştur. 2001 krizinin etkilerine rağmen AKP iktidara geldiğinde % 10 bandının altında olan işsizlik oranı azaltılmamıştır. Özellikle genç ve kadınlarda çok yüksek oranlı işsizlik yapısal bir hal almıştır. “Ne işte ne okulda gençler” olarak ifade edilen NEET oranı 2017 ortalaması (%24,5) gençlerdeki vahim durumu daha açık ortaya koymaktadır.
 Söz konusu emek olunca AKP sermayeden yana tavır almaktadır. Bunun bir örneği de işsizlik sigortası fonunun işçi ve işsizler lehine kullanılmaması ve fondan yapılan harcamaların sadece % 30’unun işsizlik ödeneği olarak verilmesidir. Bu kapsamda artık neredeyse sadece işçilerden toplanan fon değişik adlar altında işverenlere aktarılmaktadır. Kıdem tazminatı ile ilgili dava ve diğer süreçlerin çok uzun sürmesi ve her defasında işçiler aleyhine bir teklifle konunun yeniden tartışılması AKP’nin tutumunu göstermektedir. Türkiye, ortalama çalışma saatlerinin AB ve OECD verilerine göre en uzun  olduğu ülkeler arasındadır. Tarım dışı alanda bile yaygın (%22 üzeri) kayıtdışı istihdamın olması, işçi sağlığı ve güvenliği alanında gerekli çalışmaların yapılmaması veya düzenlemelerin ertelenmesi bir politika tercihi halini almıştır.
 Gündemde olan “Taşeron çalışmasının” AKP döneminde yaygınlaşan bir “eğreti istihdam tipi” olduğu görülmelidir. AKP kamu alanında bile “kadrolu” çalışmayı ortadan kaldırmak ve sözleşmeli istihdamı yaygınlaştırma ve herkesi, “güvencesi azaltılmış statülere” dağıtma hedefinde olduğunu hükümet programlarında defalarca ifade etmiştir. Bu yönüyle KHK ile “taşerona kadro” uygulaması da yeni mağduriyetlere neden olacak binlerce işçi; sınav, güvenlik soruşturması, emeklilik ve diğer nedenlerle işsiz bırakılacaktır. Bu yönüyle taşerona kadro uygulamasının KHK ile yapılması, dolaylı bir ihraç olarak görülebilir. 
 Asgari ücretliden “fedakarlık” bekleyen siyasal iktidar bütçe politikaları kapsamında; Savunma/Güvenlik harcamalarının payını son 10 yıl içerisinde en yüksek payını vermiştir. Bütçede eğitim ve sağlığa yapılması hedeflenen harcamalarının payı son 5 yıldır azalış göstermektedir. Genel olarak kalkınma ve refah için önemli olan yatırım harcamalarının payı son 4 yıldır azalış göstermektedir. Bu yönüyle bir örnek olması amacıyla personel giderleri dahil tüm üniversitelere ayrılan toplam bütçe Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bütçesinden daha azdır.
Tüm bu veriler göstermektedir ki siyasal iktidar asgari ücretlinin yaşamını nasıl sürdürüldüğü ile ilgilenmemektedir. 2017 yılında 100 TL devlet teşvikiyle (yani halktan alınan vergilerle) 1.404 TL olan asgari ücret TÜİK ve TÜRK-İŞ’in “açlık sınırı” altında bir ücrettir. İronik bir şekilde Memur-Sen bile açlık sınırının 2017 yılı Ağustos dönemi için 1.709 TL olduğunu açıklamıştır.
Asgari ücretle çalışma Türkiye’de istisnai bir durum değildir. Kayıtlı istihdam edilenler çok yüksek bir oranda “asgari” ücretle istihdam edilmektedir. AKP’den önce “ücretlilerin” milli gelirden aldığı pay % 50’ye yakınken 2017’de bu pay % 30’a yaklaşmıştır.  Ücretliler içerisinde de “yevmiyeliler ile birlikte” en olumsuz koşullarda çalışanlar asgari ücretlidir. Yukarıda da ifade edildiği gibi asgari ücretlinin Türkiye’de çalışırken yaşadığı tek sorun ücretinin “asgari” olması değildir. 
Enflasyonun iki haneli olduğu bir yerde zammın enflasyon altında kalması reel yoksullaşmayı derinleştirecektir. Asgari ücretli 2017 yılında 104 liralık zam alarak yıllık enflasyonun altında çalıştırıldı. 2016’da % 8,53 olarak açıklanan enflasyon son 12 aylık ortalamaya göre Kasım ayında 10,87 olarak açıklanmıştır. Önceki kasıma göre bu oran daha da yüksek olup 12,98’dir. Bu verilere göre asgari ücretlinin zam aldığını varsaymak için enflasyon oranlarının üzerinde bir artış sağlanmalıdır.
Asgari ücretliye reel olarak “sıfır zam” verilmesi ancak enflasyon oranlarında cari artış ile mümkündür. Verilecek cari artış 150-200 TL arasında olursa asgari ücretli reel zam almamış olacaktır. Enflasyon oranlarının altında bir cari artış ise asgari ücretlinin yoksulluğunu derinleştirecektir. Açlık sınırının üzerinde ve reel zam verilmiş bir asgari ücret 1.800 TL’nin altında olmamalıdır. Bu yönüyle DİSK ve TÜRK-İŞ’in teklifi (2.300 ve 1.893) insan onuruna yakışır iş ve yaşam için gerekli asgari ücret bandını göstermektedir. TÜRK-İŞ teklifinin TÜİK verisi olması ayrıca asgari ücretin asgari ne olması gerektiğini göstermektedir.

Önceki yıl asgari ücret artışı günlük 1 Doların altında gerçekleşmişti. Bu yıl için de cari artışla asgari ücretin 1.550 olması durumunda artış yine bir doların  altında kalacaktır. Bu artış asgari ücretlinin günlük minibüs/ulaşım giderini bile karşılayamamaktadır. Yani işçi, işveren ve devlet temsilcilerinin “Asgari Ücret Tespit Komisyonunda” kaçıncı kez bir araya gelişi hepi topu bu kadardır. 
Asgari ücretli minibüs parası alacak mı? Alamayacak mı? 2009 krizinden bu yana yapılan cari artışlara göre asgari ücretlinin toplam günlük ücret artışı minibüs/ulaşım giderinin altındadır. 7 Milyon çalışanı doğrudan ve tüm çalışanları dolaylı olarak etkileyen bu karar 29 Aralık 2017’de açıklanacak ve 2018’de uygulanacak. 

Not: Bu yazı Bianet'te 28.12.2017 tarihinde yayınlanmıştır.

21 Aralık 2017 Perşembe

Taşerona Kadro Kimleri Kapsamıyor?

AKP iktidarının 17 yıllık tarihi, söylemleri ve emeğe yaklaşımı göstermektedir ki "verimlilik, performans, memur ahlakı, esnekleşme, bütçe yükü, karadelik..." gibi temalarla çalışanlara yönelik sistematik hak kayıpları yaşatılmaktadır. Bu kapsamda AKP'nin sistematik hale getirdiği temel hak kayıpları;

1- Bireysel emeklilik sisteminin cebri hale getirilmesi,
2- Kiralık işçilik uygulamasının legal hale getirilmesi, (Güvencesiz Esnekliğin! yaygınlaşması)
3- İşsizliğin azaltılmaması, yüksek oranlı genç işsizliği, yüksek NEET,
4- Sürekli enflasyon farkı alınması/reel zam alınmaması,
5- İşsizlik sigortası fonunun işçi ve işsizler lehine kullanılmaması,
6- Kıdem tazminatı ile ilgili dava ve diğer süreçlerin çok uzun sürmesi,
7- Çalışma saatlerinin çok uzun olması,
8- Tarım dışı alanda bile yaygın (%22 üzeri) kayıtdışı istihdamın olması,
9- İşçi sağlığı ve güvenliği alanında gerekli çalışmaların yapılmaması,
10- Taşeron çalışmanın yaygınlaştırılması,

Bu 10 madde iktidara geldiğinden bu yana AKP'nin istihdama temel yaklaşımlarını gösteren "istihdam stratejileridir." Son yıllarda "Taşerona kadro" tartışmaları kapsamında verilen sözünün gerçek anlamda tutulması yukarıda ifade edilen "emeğe düşman" stratejide bir gedik açacaktır. Bu konuda; kamuda kadrolu ve güvenceli çalışma başta DİSK ve KESK olmak üzere sendikaların yıllardır mücadelesini verdiği bir durumdur. Bu yönüyle bir lütuf değil emekçinin alınteri gaspının sonlandırılmasıdır. Aracılara ihalelerde verilen halkın vergilerinin emekçilere gitmesidir. Siyasal istismarın önüne geçilmesidir. Yani "kadroya geçiş" emekçiler açısından tartışmasız olumlu bir uygulama olacaktır. 

Ancak yukarıda çerçevesi sunulan AKP istihdam stratejisinin OHAL fırsatçılığı ile birleşen yaklaşımı şimdiden birçok emekçiyi kadro dışı bırakma eğilimini ortaya koymuştur. Kendisi taşeron çalışmayı hem özelde hem de kamuda yaygınlaştıran bir AKP, 150.000 kamu emekçisini OHAL KHK'leri ile işsiz bırakan bir AKP; "900.000 taşeron işçiyi kadroya geçireceğiz" diye çıktığı yoldan caymaya başlamıştır bile. 

Öncelikle ilgili düzenlemenin "Kanun" ile değil "Kanun Hükmünde Kararname ile" yapılacağı deklere edildi. Bu yıl içerisinde  ilgili düzenlemenin çıkarılacağı ifade ediliyor. Yani 10 gün içinde çıkacak düzenlemeden başta taşeron işçilerin, ilgili sendikaların, siyasi partilerin, meclisteki milletvekillerinin haberi yok. Hatta Bakanlar Kurulunun önemli bir kısmının haberi yok. Ama bir milyon emekçiyi, aileleri ile birlikte milyonlarca yurttaşı ilgilendiren düzenleme "yıldırım hızı" ile çıkacak... Bu da yine bir AKP klasiği olarak not edilmelidir. 600 gündür yerine getirmediği sözü, konunun muhataplarına danışmadan, tartışmadan ilgili tarafların görüşlerini almadan "ben yaptım, oldu"  havasıyla çıkaracaklar. 

Asıl soru-n ise bu düzenleme ile kaç yüzbin kişinin "işsiz bırakılacağı" Nasıl derseniz? Özetle;

1- 900.000 diye çıkılan yolda yaklaşık yarısı oranında taşeron işçi 657'nin kapsamında işçi kadrosuna zaten alınmayacak. Daha çok il özel idareleri ve belediyelerdeki taşeron işçiler için ilgili iktisadi teşekkül kapsamında "kadrolu değil" "sözleşmeli işçi" olunucak. Bu durumda iktisadi teşekkülü olmayan veya olup da "potansiyeli" yeterli olmayan yerlerde kısa ve orta vadede işçiler azaltılacaktır. En kitlesel işçi azaltımı buralarda yaşanacaktır. Ayrıca yerel seçimlerde siyasal istismara açık bir alan daha da genişlemiş olacaktır. Bu alanda 400-500 bin kişinin kadroya geçmediği ifade edilebilir.

2- Emekli olup geçinemediği için taşeron işçiliği yapanların işine son verilecek. 

3- Sınav kesinlikle yapılacak deniyor. AKP'nin sınav performansını açıklamaya gerek yok. Sınav "eleme" amacıyla yapılan bir uygulamadır. Herkese kadro verilecekse sınav anlamsızlaşır. Dolayısıyla yüzbinlerce farklı meslek, yaş, eğitim düzeyi olan bu taşeron işçilere nasıl adil bir sınav uygulanacağı muammadır. Bu konuda herhangi bir düzenleme yoktur. Sınavın merkezi mi, kurumsal mı; sözlü mü- yazılı mı, meslekle ilgili mi yoksa genel bilgileri test eden bir şey mi belli değil. Bu yönüyle AKP bir yeni siyasal rant alanı peşindedir. Taşeron işçilerin emeği yeniden pazarlığa açılacaktır. Kaç seçimdir yerine getirilmeyen söz önümüzdeki yerel seçimlerin de malzemesi olacaktır. "Sınavı geçemeyenler" kaç bin kişi olacak bilinmemektedir, çünkü nasıl bir sınav olacağı blinmemektedir. 

4- Asıl sorunlu başlıklardan biri de son günlerde gündem olan "Güvenlik Soruşturması". OHAL döneminde, İŞKUR bünyesinde uygulanan Toplum Yararına Program kapsamında adı kurada veya noter çekilişinde çıkan bazı emekçilere daha sonra "güvenlik soruşturman temiz değil" diyerek insanların hak ettikleri işlere gitmeleri engellendiği ifade edilmektedir. Bunun gibi taşeron işçilerde de aynı gerekçe ile muhtemelen binlerce kişi işsiz bırakılacaktır. 

Özetle taşeron düzeninin mimarı AKP, bu düzenin ekmeğini az yemedi ve yemeğe devam edecek. Önce işsiz bırakıp sonra işe alır gibi yapıp daha sonra işe alacam deyip en son işe aldığında "kadro yetersizliği" "sınav" "güvenlik soruşturması" gibi gerekçelerle yeniden işsiz bırakılacak binlerce kişinin kaderi çıkacak KHK'ye bağlanmış durumda.

Hangi hak kayıplarının yaşanacağı çıkarılacak düzenleme ile netleşecektir. 




19 Aralık 2017 Salı

AKP'nin TAŞERONA KADRO UYDURMASI YENİ BİR İHRAÇ YÖNTEMİ Mİ?

AKP, kendisi sorun haline getirdiği bir konuda "çözüm bulmaya" çalışmaktadır. Kamuda taşeron çalışma istisnai bir durumken, AKP her üç kamu çalışanından birini taşerona dönüştürmüştür. Temel hedefi tüm kamu emekçilerini taşerona çevirmek olan iktidar tam da gündem değişikliğine ihtiyaç duyarken 600 gündür kullandığı "kadro uydurmasına" sardırmış durumda.

Kamuda kadrolu çalışmayı tasfiye etmeye çalışan AKP, taşerona kadro verir mi?
Verirse nasıl birşey olur bu kadro?
Kıdem tazminatı haklarını korunur mu?
"Gerçek" sendikalara üye olabilirler mi?
Toplu sözleşme ve grev hakları olacak mı?
Ücret artışları enflasyona rağmen ne kadar olacak?
Şirket "elemanı" olmaktan kurtulmuş olacaklar mı?

Bu sorular çoğaltılabilir. Ancak 150.000 kamu emekçisini, bir yılda hukuka aykırı bir şekilde işsiz bırakmış "yasa-kanun önemli değil" diyen bir iktidarla karşı karşıyayız. "İdarenin her türlü eylem ve işlemleri yargı yoluna açıktır" diyen ihlal bir anayasa ve ihlal edilmiş bir meclis iç tüzüğü varken bu sorular az bile kalmaktadır.

Taşarona Kadro UYDURMASI da çok yakında açığa çıkacak.
Bu, yeni bir AKP ihraç oyunudur.
Binlerce kişi sınav, güvenlik soruşturması, (yani yeterince referansı ! olmayışı) nedeniyle işsiz bırakılacak.

Kamudaki bütçe açıklarını azaltmak,
işsizleri yeniden kendisine yedeklemek
ve tabiki reel ücretleri düşürmek için yaklaşık bir milyon kişinin ekmeği üzerinden pazarlık yapan bir iktidar var.
Üç seçimdir kullandığı "kadro" yalanı ortaya çıkmıştır ki bu memuriyet anlamında bilinen kadro değildir.

ZATEN ONLARCA YILDIR KAMUDA ESASLI İŞLERİ YAPMIŞ ONBİNLERCE EMEKÇİ TAŞERON SİSTEMİ NEDENİYLE MAĞDUR OLMUŞTUR. SÖZ KONUSU MAĞDURİYETİN ŞARTSIZ, SINAVSIZ GİDERİLMESİ GEREKMEKTEDİR. AKP'NİN KADRO UYDURMASI OLMAZSA DAHİ BU KİŞİLERİN KAMUDA ÇALIŞMA HAKKI ZATEN VAR VE ZATEN YILLARI AŞKINDIR ÇALIŞIYORLAR.

Gelelim sınav meselesine; AKP döneminde "mülakat değil liyakat diye" ısrar eden Biz'ler biliyoruz ki AKP kamudaki tüm sınavlarda adil olmayan birçok uygulamaya imza atmıştır. AKP'nin birçoğu yargı kararıyla iptal edilen mülakat ve sınav listesi kabarıktır. Bu gerçek bir yana zaten çalışan kişilere bir de sınav elemesi yapmak; yeniden AKP'den "referans" bulma işidir.

Taşerona elbette kadro verilmelidir. Ama AKP'nin emekçiler lehine bir şey yapmasının olasılığı göz önünde bulundurularak yaklaşılmalıdır. Aksi takdirde binlerce taşeron işsiz kalırken "kadro verdik" adı altında yılların kazanılmış hakları gasp edilebilir. AKP'nin bu konuda geçmişteki "referansları" çoktur. Özelleştirme pratiklerinden tutun şimdilerde seçim dönemlerinin vazgeçilmezi olan TYP uygulaması emekçilere lütuf olarak sunulan "diş kiralarıdır".


18 Aralık 2017 Pazartesi

OHAL KOMİSYONU BAŞKANLIĞINA BİR RONALDO ARANIYOR!!!

AKP; OHAL-KHK Rejimi kapsamında 15 Temmuz 2016 tarihinde "Allahın lütfu" olarak yorumladığı darbe "girişi" sonrasında yayınladığı OHAL KHK'leri ile yüzbinden fazla kamu emekçisini işinden "olağan hukuka aykırı bir şekilde" attı. 


1) AKP, OHAL KHK rejimi olmasaydı onbinlerce suçsuz insanı işten atamazdı. Hiç bir ön soruşturma ve açıklama yapılmadan bu hukuksuz işten atmalar yapılmıştır.

Sonra ne mi oldu? Haksızlığa uğrayan her yurttaş gibi birçok ihraç yurttaş mahkemelerin yolunu tuttu. "Benim hakkımda yapılan işlem, haksızdır, hukuksuzdur, yasaya ve anayasaya aykırıdır" dedi. İdari Mahkemeler dosyaları kabul etti ve inceleme başlattı. Ancak esas yönüyle yetkisiz olduklarını ifade ederek bir üst mahkemeye başvurulması yolunu açtı ve haksızlığa uğradığını düşünen herkes ya bölge idareye ya da istinaf mahkemlerinde gitti. Dosyalar bu aşamadayken Ocak 2017'de OHAL işlemleri için bir komisyon kurulacağına dair söylentiler çıkarıldı. 23 Ocak 2017'de söylenti KHK'lendi. Söylenti olmaktan çıktı. 

2) Komisyon ilk dayanağını kendisi gibi olağan hukuka aykırı bir KHK'ye dayandırdı. Komisyon üyeleri, başvuru metodu, süresi, karşı yargı yolu aylarca açıklanmadı. Bu arada bazı yurttaşlar AİHM'e kadar haksızlığını taşıdı. 

Sonra ne mi oldu? Komisyonun "7 kişilik" ekibi başkanı ile birlikte ANCAK TEMMUZ AYINDA belirlendi. Temmuz ayının ortasında bir İhraç KHK'siyle birlikte Komisyonun başvuru tarihleri DE belirlendi. ve 100 bininci başvuru 14 Eylül Tarihi itibariyle alındı. Yani 95 gün önce komisyon başvuru almayı bıraktı. Ortalama insan aklı ve işleyişi gereği bu doksan beş günde belirli sayıda incelemenin kararlaştırılmış olmasını bekler. Ama siyasal iktidarda bu yaklaşım söz konusu olmadı.

2) Komisyon Başkanı olan şahıs görevden el çektirildi. Herhangi bir dosya açıklaması yapılmadı. Yüzbinlerce insan bu tarihsel zulüm ile yüz yüze yaşamını sürdürmeye çalışıyor.  28 Şubat'ta zulüm gördük diyenlerin tanık olduğu bu zulmün tarihte örneği yoktur. 28 Şubat üniversitelere almıyordu. Bu zulüm hiçbir şekilde kamuya almıyor. 

Sözün kısası; 
  1. AKP olağan hukuka aykırı bir şekilde yüzbini aşkın insanı kamudan attı.
  2.  Bu nedenle haksız olduğunu en iyi bilen onun siyasi temsilcileri. 
  3. Bu nedenle iç tüzüğe aykırı bir şekilde OHAL-KHK'lerini meclisin onayından geçirmiyor.
  4. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi denetimine açmıyor. 
  5. Bu nedenle ekonomik faturası hergün artan OHAL'i uzattıkça uzatıyor. 
  6. Bu nedenle idare mahkemelerininin önünü tıkayıp sadece iki idare mahkemesini yetkilendiriyor. 
  7. Bu nedenle OHAL komisyonunu çalıştırmıyor ve  OHAL komisyonu an itibariyle başkansız. 
OHAL Komisyonu Başkanlığı ile ilgili dünya kamuyonunun bildiği "sayın" bir kişinin transferi ile ilgili görüşmelerin devam ettiğine dair en güvenilir söylenti kaynaklarının son dedikodularına göre OHAL komsiyonunun başkanlığı için yaptırılan bir ankette Ronaldonun açık ara önce olduğu ifade edilmiş. Hızlı bir adalet için Messi-Ronaldo karması bir ekibin işi ele alması gerekmektedir.!!!







17 Aralık 2017 Pazar

Türkiye Filistin'in 995 Katı kadar İthalatı İsrailden Yapıyor!

ABD'nin toplum düşmanı  Başkanı dolar milyarderi Trump, muhtemelen silah baronlarına verdiği taahhütleri yerine getirme faaliyetleri kapsamında ve ABD'nin kanlı emperyalist tarihi içerisindeki yerini muhkemleştirmek amacıyla Kudüs ile ilgili gündem değiştiren kararını açıkladı. Bununla birlikte Filistin halkının P-israil Devlet terörüne maruz kalma tarihi çağdaşı olduğumuz insanların belleklerinde hep taze kalmıştır. İsrail Terör Devletinin amacı yer yüzünde yurtsuz kalmış ve Hitler zulmüne maruz kalmış Yahudi'lere bir yurt bulmanın ötesine çoktan geçmiştir. Çok dilli ve kültürlü yapısal çözümlerle hem Arap müslüman halklar hem de yahudi ve diğer halklara yönelik bir yapı geçen süre içerisnde kurulabilirdi. Bu kadar can kaybı da yaşanmazdı. Ama hem ABD terör devletinin hem de İsrail Terör Devletinin çatışmayı "dinamik tutmaktan" çıkarı bulunmaktadır. Filistin halkı adına siyaset üreten mekanizma ve partilerin bazı gerici ve şiddet içeren yaklaşımları söz konusu bu iki dünya terör finansörünün uygulamalarını asla meşrulaştıramaz. Nihayetinde Filistin halkının emek ve özgürlük mücadelesi meşrudur ve sadece dinsel temelden başlayan bir hareket değildir.

Ancak meşru olmak yalnız olmamayı garantilemiyor. Son haftalarda sıklıkla görüldüğü üzere meydanların çoğunda "Filistin halkı yalnız değildir" ... diye başlayan anti-emperyalist nutuklar ve ilgili güruhların yaklaşımları "tamamem duygusaldır." Filistinle ilgisi yoktur. Bu kitlenin çoğu Filistin'i haritada bile seçemez. Hemen belirtelim "Filistin halkı yalnızdır." saptaması tersi için belirtilenden daha yerinde ve gerçektir. Yalnız olmazsa bu açık zulme bu kadar maruz kalmazdı. Bu kadar karşı olan bir çıkışın, nedeni Türkiye'de cenahı önemsiz bir şekilde herkes "Filistin davasının/halkının" yanında olduğunu "iddia etmekte" ve çoğu zaman slogan düzeyinde bunu ifade etmektedir.

Türkiye'nin siyasetçileri başta olmak üzere bir çok kesiminin içersinde olduğu bu tutumun "reel" olmadığını göstermek amacıyla aşağıdaki tabloyu bilgilerinize sunarız. Türkiye'nin İsrail'den yaptığı ithalat miktarı Filistinden yapılan ithalatın bazı yıllarda 7.590 katı olmuş. Bu ithalat verilerinin Mavi Marmara olayından sonraki iki yıl daha da yükselmiş olması çok daha trajiktir. Trajik olmanın ötesinde toplumun ve halkların gündemi ile devlet siyasetçileri ve tüccarların gündemi arasında uyum olmaz. Tüccar "babalar gibi satma" derdinde olur ve satar. 




Türkiye'nin dış politikasında kutuplar arasında pin-pon topu gibi olma halinde, bu "derdin şedid bir hale gelmesi" yatar. Türkiye  ve özellikle  "MHP'nin yedeğine düşen AKP İktidarı" iç ve dış siyasette zik-zaklar çizmeye başlamıştır. Çoğu zaman gündem değiştirme hamlesi olduğu ifade edilen ve dışarıdan bir plansızlık görüntüsü veya "eksen kayması" olarak okunan durum, salt siyasal "neo-osmanlıcılıkla" açıklanamaz. Birçok siyasal gelişme gibi ekonomik dinamiği olan Türkiye-İsrail ilişkileri de siyasal alanda ne olursa olsun belirli bir seyir içerisinde devam etmektedir. 

Türkiye "Mavi Marmara" vakasından sonra İsrail'den 14,8 Milyar Dolarlık ithalat yapmıştır. Bunun dışında şu üç örnek dikkat çekicidir.

1) İronik bir şekilde "Mavi Marmara"vakasından çok kısa bir süre önce AKP, Türkiye vetosunu kaldırdığı için İsrail OECD'ye üye olabilmiştir.

2) 2012-16 Yılında da İsrail'in NATO Kapsamında tatbikat yapabilmesi ve temsilcilik açabilmesi yine AKP'nin onayı ile olmuştur.

3) Türkiye ile İsrail'in "Esed"politikasındaki uyumu ise dikkat çekicidir.

Bunun gibi birçok siyasi başlık tespit edilebilir. Ancak Türkiye'nin İsrail'den yaptığı ithalat verilerini gösteren aşağıdaki grafikte de görüleceği üzere milyar dolarlık hacmi olan bir ticaret söz konusudur.

Bu yönüyle her gündeme gelişinde kolaycılık olarak "malları boykot" edelim diyen zevatın da çok da bu sözü yerine getiremediği görülmektedir. 2017 yılının ilk 9 ayının verileri bile neredeyse Mavi Marmara Vakasının yılı kadar bir ithalatla sonuçlanmış durumdadır. TÜİK'ten alınan resmi verilerin tabloda ortaya koyduğu gibi İsrail ile ticarette sorun yok. Son yıllarda Filistin ile yapılan ithalatta radikal bir artış var ama israil ile 2017'de yapılan ithalat filistinin 308 katıdır. Bu açıdan 2010 yılından bu yana israilden yapılan ithalat Filistinden yapılanın neredeyse bin katıdır. (995 Katı). 












AKP'NİN İSTİHDAMTRAK UYGULAMALARI VE UYDURUK MÜJDELERİ*

AKP iktidara geldiğinden bu yana çok az başlıkta tutarlığını korumuştur. Tutarlılığını koruduğu nadir başlıklardan birisi de “istihdam koşullarının emekçiler aleyhine olumsuz dönüşümüdür.” Neredeyse her gün basına yansıyan şekillerde emekçilere bir hak kaybı yaşatan uygulamalarla karşılaşılmaktadır. OHAL hukuksuzluğuyla birleşen bu eğilim sonucu çalışanların “kadrolu, sendikalı/örgütlü, tam zamanlı ve insan onuruna yakışır bir ücretle istihdamı” istisnai bir hal almıştır. 
Çeşitli adlar altında on binlerce yurttaş gittikçe derinleşen bir emek sömürüsüne maruz bırakılmaktadır. Hak arama yollarının emekçiler aleyhine kapatıldığı, grevlerin ohal fırsatçılığı kapsamında yasaklandığı, hak arama eylem ve etkinliklerinin engellendiği bir ülkede emeğin hakkını savunmak günden güne zorlaşmaktadır.  
İçinden geçtiğimiz Aralık ayı hem bütçe, hem de asgari ücretin belirlendiği aydır. Yine bu ay içerisinde açıklanan TÜİK verisine göre ülke ekonomisi % 11,1 bir büyümeyi yılın 3. çeyreğinde göstermiştir. Bu kapsamda özellikle bankaların ve büyük holdinglerin açıkladıkları devasa kar oranları, büyümenin kimler için olduğunu ortaya koymaktadır. Bugün eğer halka yansıyan bir büyüme söz konusu olacaksa asgari ücretliye büyüme oranı olan 11,1’e yakın örneğin günlük 10 TL zam verilmelidir.
Önceki dönemlerden biliyoruz ki günlük 1 doların altında zam artışları alan asgari ücretli bu dönemde de yakın bir zam alacaktır. Geçen yıl verilen günlük zam 3,5 TL (104/30),  birçok şehirde minibüs parasına tekabül etmektedir. Bu yılki zam iki araç kullanarak işe giden bir işçi için gidiş-dönüş minibüs parasına yetse asgari ücretliyi zam almış sayabiliriz. (Örneğin Ankara’da 2,75 olan yol ücreti ile çift vasıta durumunda 11 TL’ye tekabül eder)
AKP Genel Başkanı Erdoğan, “İstihdam Şurası” etkinlikleri kapsamında 14 Aralık’ta, istihdama ilişkin “müjdeleri” sıraladı. AKP’nin 17 yıllık pratiği içerisinde sergilediği birçok uygulamayı yeni bir şeymiş gibi sunma konusunda ustalaşan siyasal iktidar, birçoğu uygulanmış, denenmiş ve işe yaramamış müjdeleri verdi!
Bunlardan bazıları şu şekilde ifade edilebilir. Girişimci engellilere teşvik, işbaşı programları (Stajyer istihdamı) ilave istihdam teşviki gibi müjdeler! Bu üç uygulama da yıllardır uygulanmakta ve işsizliğin çözümü noktasında bir işe yaramamaktadır. Başka bir sorun da bu uygulamalar da dahil tüm İŞKUR uygulamaları harcamalarının işçilerden toplanan primlerle biriken “işsizlik sigortası fonundan” karşılanmasıdır.
Bir engellinin, girişimci teşviki alabilmesi için;  1) % 40 Engelli Raporunun olması (sanıldığı kadar kolay değildir ve 200 TL “katılım ücreti” başvurudan önce alınmaktadır.) 2) Girişimcilik sertifikası almış olması 3) İş Kurma için bir projesinin olması,  4) hibeden (bu yıl 36 bin olan ve 2018’de 50 bine yükseltilecek olan) yararlanmak amacıyla başvurması ve 5) başvurusunun onaylanması gerekmektedir. Öncelikle sanki engellilere özgüymüş gibi sunulan bu durumun “gayrı-engelliler için de geçerli” olduğu göz ardı edilmemelidir. Engelli olmayanlar da bu şartları yerine getirdiğinde benzer teşviklerden hatta daha yüksek miktarlarda girişimcilik teşviki almaktadır.
Sorun şu ki; teşviğin 36 bin TL olduğu 2014 yılından 2017 yılına kadar dönemlerinde yararlanıcı sayısı zaten çok düşük gerçekleşmiştir. Üç yılda sadece 592 kişinin yararlandığı bu teşvikten yeni bir uygulama gibi bahsedilmesi ilginçtir. Son 4 yılın enflasyonunun veya yeniden değerleme oranının yansıtılması ile bu değer zaten 50 bin TL’ye yaklaşacaktır. Ayrıca değer kadar önemli bir konu da bu kapsamda kaç kişinin başvurduğu ve bu teşviki değerlendirebildiğidir. Türkiye’de % 40 ve üzeri raporu olan engelli sayısının bir milyon üzerinde olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Diğer bir eski müjde ise stajyer istihdamıdır. İŞKUR “İşbaşı Eğitim Programları (İEP)” kapsamında yıllardır işyerlerinde işverenlere istihdam teşviki verilmektedir. Bunun da kaynağı işsizlik sigortası fonudur. ÇSGB Bakanının 2017 yılı bütçe konuşmasında belirttiği üzere, 2016 yılında İEP yararlanıcı sayısı 226.009 kişidir. Yine 2015 yılı bütçe konuşmasından bir kesiti gösteren aşağıdaki açıklamada da görüleceği üzere 2009-2014 yılları arasında da İEP kapsamında 227,6 milyon TL işsizlik fonundan harcanmıştır. Katlanarak artan yararlanıcı sayısı ve harcanan fon kalıcı bir istihdam yaratamamıştır.

Aşağıda ÇSGB Bakanının 2017 bütçe konuşmasında yer alan ve 14 Aralıkta verilen müjdeleri de içeren bir grafik görünmektedir. Bu müjdeler! kapsamında fondan kaç milyar TL harcandığı net olarak bilinmemektedir. Ancak işsizlere ödenek amacıyla biriken fondan yapılan her 100 birimlik harcamanın sadece 30’unun ödenek olarak doğrudan işsize gittiği bilinmektedir.


·         MEK: Mesleki Eğitim Kursu, GEP: Girişimcilik Eğitim Programı

Bu yazı kapsamında üzerinde duracağımız son müjde ise “ilave 2 istihdam” müjdesi. AKP Genel Başkanının açıklaması tam olarak şöyle verilmiş "Dolayısıyla teşvikle bir istihdam ilave eden iş adamlarımızdan şimdi kendi imkanlarıyla da buna bir daha ilave edip iki istihdam sağlamalarını bekliyoruz. Tabii daha fazla olursa, 'niye daha fazla olsun' demeyiz. Yani gökten ne yağar ki yer kabul etmez, böyle bakarız. Çünkü bizim işsizlik oranımız, en kısa sürede tek haneli rakamlara, onun da mümkünse ortalarında bir yere taşımamız gerekiyor[1].” Daha önce 2010 yılında, 2014 yılında ilave istihdam çağrıları yapan Genel Başkan Erdoğan’ın bu çağrısı sonucu istihdam artışı gerçekleşmeyebilir. İstihdamda bir artış olma olasılığı işveren kesiminin bu çağrıya olumlu yanıt vermesine bağlıdır. Önceki çağrılara olumlu yanıt vermeyen işveren kesiminin bu defa nasıl bir tutum alacağı bilinmemektedir.
Ancak kısa vadede bu çağrı nedeniyle işsizlikte bir artış yaşanabilir. Çünkü bu çağrı aynı zamanda, iş bulamadığı için aramaktan bıkan veya başka nedenlerle iş aramayan ama iş olsa çalışmaya hazır yaklaşık 2 milyon kişi için de yeniden bir iş arama çağrısıdır. Kamuoyunda geniş tanımlı işsizlik kapsamında ifade edilen “ümidi kırıklar” Erdoğan’ın çağrısını dikkate alıp İŞKUR birimlerine veya diğer iş arama kanallarına akın ederse bu durum işsizlikte dönemsel bir artışa yol açabilir. Bir dönem “Norveç’e eleman gönderiyoruz” diye açıklama yapan dönemin çalışma Bakanının açıklamasına müteakiben İŞKUR’da uzun süren uzun kuyruklar oluşmuştu.
Tüm bu eskimiş müjdelerin ortaya çıkardığı tablonun özeti şudur; Türkiye AB ve OECD ülkeleri içerisinde işgücüne katılma oranı ve istihdam oranı en düşük ülkeler içerisindedir. İstihdam oranının düşüklüğünü şöyle açıklayabiliriz. Bir kişi çalışıp 3 kişiye bakmak zorunda kalmaktadır. Yine tüm bu müjdelere rağmen istihdamda olan her üç kişiden biri sosyal güvencesiz olup bu sayı 10 milyonu aşmıştır. Son bir yılda işe girenlerde kayıtdışılık OHAL etkisiyle yükselmiştir. İstihdam şurasından bir gün sonra açıklanan TÜİK verilerine göre ümidi kırıklar hariç 3 milyon 419 bin kişi işsizdir ve bunların 1 milyon 73 bin 15-24 yaş arası gençlerdir. Yine 1 milyon 38 bin yükseköğrenim mezunudur.
Yukarıda İEP’ler kapsamında kurs alan stajyerler TÜİK hesaplarında işsiz sayılmadığı gibi iktidarın açıklamalarında da istihdamdaymış gibi gösterilmektedir. Süresi belirli veya teşviğe bağlı bir kurs uygulamasının yararlanıcılarının istihdamda sayılması ancak işsiz sayısını düşük göstermeye yarar. Bu kişilere verilen ücret maksimum asgari ücrete çıkabilir. Yani genellikle asgari ücretin altında devlet gözetiminde istihdamda sayılmaktadırlar. Kaç kişi stajyer olabilir ki derseniz Eylül ayı SGK verilerine göre 1 milyon 130 bin kişi sadece. 2017’de aktif sigortalı olan her 100 kişinin 71’i stajyer veya kursiyer olarak kayıt olmuş. Milli istihdam seferberliği bu sayıyı katlayarak arttıracak. Gittikçe yaklaşılan son şudur: Aslında piyasada iş çok ama iş arayanlar ücret istemeye devam ediyor!

Bu uzun yazıyı AKP’nin ortaya çıkardığı, her biri  ayrı bir yazı olabilecek “iki” istihdamtırak uygulama ile bitirelim. AKP’den önce kamuda istisnai bir uygulama olan taşeron işçilik AKP ile birlikte çok hızlı yaygınlaştı. 2004 yılında tüm kamu alanında sadece 3.183 taşeron işçi vardı. 2017 yılında bu sayı 850.000 civarında açıklanmıştır. Özel sektörle birlikte bu sayının 2 milyona dayandığı bilinmektedir. AKP’nin kamu alanında “kadrolu çalışmayı kaldırmayı hedeflediğini” defalarca deklere ettiği ve en son KHK’lerle buna son vermeye başladığı yerde taşeron işçilerinin “nasıl” ve “nasıl” bir “kadroya” alınacağı bu müjdelerden bellidir. Taşerona kadro tartışmalarında sui istimal örneği “bunun kaç seçimdir kullanılması” durumudur. Son günlerde ise başka bir sui istimal Bakanlığın bulanık açıklamaları sonucu bir sınavdan bahsetmesidir. Bunun üzerine ortada herhangi bir düzenleme yokken birçok yayın evi “taşeron sınavına hazırlık” adı altında fahiş fiyatlara kitaplar basmıştır. Şimdilik bu müjdenin bu riskini ifade etmiş olalım. Ayrıca güvenlik soruşturması, sınav vb. uygulamalar ile binlerce taşeron işçisinin bu süreçte işini kaybetme ile de karşılaşabileceğini ifade etmeliyiz.
Son istihdamtırak uygulama ise yine AKP döneminde kamuda seçim dönemlerinin en sevilen uygulaması olan Toplum Yararına Programdır (TYP). TYP ne sosyal yardım, ne istihdam ne de aktif istihdam tedbiridir. İşsizlik sigortası fonunun karadeliği olarak ifade edilecek bu uygulamada yüzbinlerce kişiye milyarlarca fon parası aktarılmaktadır. Ama bu milyar TL’lerin fondan gitmesine rağmen bu yüzbinlerce kişiye mesleki eğitim verilmemekte veya katma değeri yüksek bir iş yaptırılmamaktadır. Seçilme usulleri üzerine ciddi tartışılması gereken bir konu olan TYP ile ilgili sonraki tartışma tıpkı taşeron gibi “kadro talebi” olacaktır. Çünkü ilgili mevzuatta aksi belirtilmesine rağmen binlerce TYP’li yıllardı kamu alanında çalıştırılmaktadır.
Bitirirken AKP emeğin lehine bir uygulama eğiliminde olmak istiyorsa OHAL’i kaldırıp, enflasyonun ve faizin yükselmesini önlemelidir. İrrasyonel iç ve dış siyasetinin faturası tüm topluma kesilmektedir. Yükselen döviz kuruna ve düşen reel ücretlere rağmen karanlıkta ıslık çalmak gibi olan bu müjdelere emekçilerin karnı toktur.  



4 Aralık 2017 Pazartesi

Tuvalet P-Araları Üzerine*


AKP Genel Başkanı'nın 2019 seçim hazırlıkları kapsamında meydanlara indiği şu günlerde ülke gündemi, sıhhiye köprüsü gibi, 5 dk'da bir haber bülteni çıkarır nitelikte... OHAL-KHK faşizmi, işte-evde-sokakta şiddet, iş/çi cinyetleri, trafik "canavarı", fahiş (fahişenin erili) fiyat-faiz-döviz kuru artışları ve tabiki "bağımsız medya" atölyeleri... gündem gırla... derken "bomba" açıklamalar muhalefet cenahından yağmur gibi yağıyor. En son MAN belgeleri gösteriyor ki, Roboski'ye bomba yağarken ülkeden milyon dalırlar ak-mış... Ama bu gündem de tıpkı Roboski gibi çok önemli değil ki medya haber yapmak için icaz-et bekliyor... 

Bu yazının konusu da bu önemli gündemlerden en önemlisi ile ilgili; Tuvalet paraları hakkında,  AKP'den Genel Başkan bir toplantısında paradan atılan 6 sıfır ile ilgili örneği verdi ve bu nazik tartışma yeniden alevlendi. Hatırlatmakta yarar var aynı tartışma 2009 yerel seçimlerinde ve 2014 yerel seçimlerinde de yapılmıştı. İktidar açısından testedilmiş ve başarılı sonuç alınmış bir tartışma.

Yazıyı bireyselleştirmek iyi bir yöntem değil ama benim doğduğum "köyde" "tuvalet" ve uzunca bir dönem "paralı tuvalet" olmadığını söylemekle başlayayım. Bu durum köye özgü bir durum değil daha sonra sosyoloji kitaplarında "itici faktörler" başlığı altında sunulan göç nedenlerinden dolayı göçtüğümüz komşu ilçede de aynıydı; "paralı tuvalet" sadece cami girişindekinde vardı. Onun dışında ilçede elbette tuvaletler vardı. Ama paralı değildi. 

Bu yönüyle AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılında da bu durum hüküm sürüyordu. Sadece ilçe otogarında ("Herkes herkesi tanıdığı için sadece yabancılardan fahiş fiyatlarla para alınırdı. Çünkü gelmiş ve kullanmak zorunda; Bu durum Anadolu ve Rumeli otogarlarında yaygındır.)ve cami girişinde paralı olan tuvalet dışında paralı tuvaleti olmayan ilçeden Ankara'ya gelen birisi olarak alışmakta zorlandığım iki şeyden birisi olmuştur; "Tuvalete para vermek," diğeri ise "Su" (İlçede AKP iktidarından önce su faturası diye birşey yoktu). Musluktan su içmeye alışmış (hatta kaynaktan) birinin pet şişelerdeki suya para vermeye alışması büyük bir travmadır. Su meselesi başlı başına bir tartışmadır. 

Tuvalet parasına dönecek olursak; AKP'nin iktidara % 34 oy alarak geldiği 2002 yılında, bir asgari ücretli (184.251.937 TL) 1.228 defa tuvalete gidebiliyordu. 2016 Yılına kadar asgari ücretteki artışların yetersizliği nedeniyle bu sayıda bir artış yoktu. Ancak 2015 seçimlerinde CHP'nin Asgari Ücreti 1.500 yapacağız demesi üzerine iktidarın 1.300 TL çıkışı sonucunda bu sayı artmaya başladı. 2017 yılı verilerine göre bir asgari ücretli ortalama 1.404 kere tuvalete gidebilme ücreti almaktadır. 

Aslında tuvalet parası üzerinden reel bir değerlendirme yapmak rasyonel bir yöntem değildir. Çünkü Bölgesel farklılıklar ceteris/paribus olsa dahi birçok yeni teknoloji tuvalet sektörüne yansıdı. Önceden önemli bir maliyet unsuru olan "tuvaletçi" istihdamı gelişen teknolojiler sayesinde azalmıştır. Gerek ıslak mendil kullanımının yaygınlaşması, gerekse "sensörlü" lamba, musluk, klozet, sabunluk gibi teknolojiler tuvaletçi istihdamına "deyim yerindeyse" darbe girişimi yapmıştır. Önceden beş-on kişinin hijyen görevini yerine "genellikle başarısız" bir şekilde getirdiği tuvaletlerde gelişen muazzam teknolojiler ve dönüşen alışkanlıklar nedeniyle 1-2 kişi istihdam edilmekte ve görece başarılı bir hijyen daha kolay sağlanmaktadır. Örneğin gelişen teknolojilerin bir sonucu eskiden daha zor ve pahalı erişilen çamaşır suyu katkılı hijyen ürünlerine şimdi daha kolay erişilmektedir. (Bu konuda bilinçsiz kullanma hem işçi sağlığı güvenliği açısından risklidir hem de genel çevresel zararlara neden olmaktadır. Bu yazının konusu tuvalet parası olduğu için şimdilik bununla idare edin.)

Söz çok uzadı ama özetle; tuvalet paraları üzerindeki tartışmalarda iktidar sıfırları sadece tuvalet paralarından atmamıştır, işçilerin ve emekçilerin maaşlarından da atmıştır. AKP iktidarı memura 2010 yılından bu yana reel zam vermemiştir. Memurların çoğu tuvalet parası vermez ama tüm ekonomik ve siyasal tartışmayı tuvalet parasına indirgemek doğru bir yöntem değildir. Yine de bir ölçü olacaksa reel zam alamayan memurların 2010 yılından bu yana tuvalete gitme hakları kısıtlanmıştır denebilir. Memur maaşlarındaki erime hangi ölçü kullanılırsa kullanılsın aşikardır. Çünkü 2010 yılından bu yana memurların toplu iş sözleşmesi hakkı yavan bir tiyatro kıvamındadır. Bitirirken 2018 Ocak zammının % 4 ama enflasyonun % 12 olduğunu hatırlatalım. Bu gidişle başta hijyen yaklaşımıyla da herkes işi ucuza halledebilmek amacıyla "kendi evinde edecek"... Bu eğilimin gittikçe yaygınlaştığı gözlemlenmektedir. Bu eğilimin devam etmesi durumunda "umumi tuvalet sayısında ve kapsadığı istihdamda" devam edegelen azalış hızlanacaktır. Belki gelişen teknolojiler yoluyla "dışarıda yapma" (Köydeki en dışarıyı kastetmiyorum) alışkanlığı giderek kaybolacak. Belki de tersi yönde gelişmeler yaşanacak. (Misal Şehir Hastaneleri konforunda tuvaletlerin önünde yığılmalar yaşanacaktır). 

Bunu zaman gösterecek. Hiçbir sosyo-ekonomik gelişmenin tesadüf  sonucu olmadığını belirterek bu her tarafı "şeyli"yazıya hatime verelim. Bir zamanlar (pis doksanlarda mesela) büyük bir istihdam alanı olan "döviz bürolarının" yeniden "büyüyen sektör olması" yakın dönem yenilen hurmalardan kaynaklanmaktadır. Hurmalara devam edilmesi durumunda trabzon burma fiyatlarında yukarı yönlü tıkanmalar kesinlikle olacaktır. 

*Bu yazıyı Samsun-g Valisine Adıyorum.  Böyle değerleri olan ülkelerin iktisat damarları canlıdır. 



3 Aralık 2017 Pazar

TÜRKİYE’DE ENGELLİ OLMAK: MUTLAK YOKSULLUK-MÜZMİN MUHTAÇLIK*

TÜRKİYE’DE ENGELLİ OLMAK: MUTLAK YOKSULLUK-MÜZMİN MUHTAÇLIK
Engellilerin yapısallaşan sorunları; 10-16 Mayıs Engelliler Haftasında ve 3 Aralık Dünya Engelliler günü bir kez daha ilgili-ilgisiz kamuoyuna sunulması amacıyla gündemleşebilmektedir. Can yakıcı ve çok boyutlu olan “Engellilik” meselesi herhangi bir siyasal iktidarın öncelikleri içerisinde olamamıştır. Mevcut AKP iktidarı dahil önceki iktidarlar, siyasi partilerin neredeyse tümü ve “ilgili” STK’ler sorunu bütünlüklü ele almaktan geri durmakta ve “milyonları” ilgilendiren bu sorunları çözmek amacıyla bir program ortaya koymamaktadır.
Türkiye’de engellilere ilişkin en temel sorunlardan birisi engelli sayısının net olarak bilinmemesidir. Resmi rapor ve istatistiklerde her seferinde birbirinden çok farklı sayılar açıklanmaktadır. Türkiye’de kaç engellinin olduğu, ne oranda işgücüne katıldığı, katılanların ve katılamayanların mesleki, eğitimsel ve cinsiyet dağılımlarının ne olduğu “güncel olarak” bilinmemektedir. TÜİK tarafından yapılan Hanehalkı işgücü piyasası araştırmaları[1] değişik sayı ve oranlar içermektedir. Engeli dolayısıyla işgücü piyasasına katılamayanların sayısı 3,9 milyon kişiden fazla olarak ifade edilmektedir[2]. Son yıllarda yapılan engelli kamu görevlisi sınavları dışındaki kamu emekçilerinin engel durumlarına ilişkin bir veri tutulmamaktadır. 2002 yılındaki “Özürlüler Araştırması” sonuçlarına göre süreğen hastalığı hariç tutulduğunda % 2,58 (yaklaşık 2 milyon kişi) olan engelli oranı, 2011 yılı Nüfus ve Konut Araştırması verilerine göre % 6,55 (4,8 Milyon kişi) olmuştur.  Kimlik numarası üzerinden gerekli-gereksiz birçok veriyi tutan sistem kaç kişinin engelli olduğunu, engel gruplarını, yaş-eğitim-cinsiyet vb. göstergelerini açıklayamamaktadır.

Kaynak: Nüfus ve Konut Araştırması (2011)

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB) ve Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) “Özürlülerin Sorun ve Beklentileri Araştırması’na” göre 2010 yılında veri tabanına kayıtlı engellilerin % 58,6’sı erkek, % 41,4’ü kadındır. Bu kişilerin % 62,4’ü kentlerde yaşamakta ve % 63,7’si çalışma çağı nüfusun (15-65) içerisindedir. Engellilik oranı % 40 veya üzeri olanların oranı % 84,8 olup bu grubun yarısında oran % 70’in üzerindedir.
Engelliler içerisinde lise ve üzeri eğitim düzeyi oranı % 7,7’dir.  Bu oran kadınlarda daha da düşük olup 4,7 oranındadır. Türkiye’de okuryazar olmayan engelli oranı % 41,6 iken bu oran erkeklerde % 32,1, kadınlarda % 54,9’dur.

İşgücü piyasasına dahil olamama, dahil olduktan sonra iş bulamama, iş bulduktan sonra iş yaşamına erişim ve adaptasyon sorunlarını aşabilme engelli yurttaşların en temel sorunlarının başında gelmektedir. Verilerin söylediği gerçek; engellilerin milyonlarca kişi olduğu, engellilerin temel eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimde sorun yaşadığıdır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın verilerine göre bazı bölgelerde nüfusun % 10’unundan fazlasını oluşturan engelli nüfusa dair ekonomik koşulların olumsuz olduğu bilinmektedir. Eğitim ve sağlık hizmetlerinden tam olarak yararlanamayan diğer nüfus kesimleri gibi engellilerde yoksulların içerisinde en yoksul grubu oluşturmaktadır.
Engellilerin hem özel sektörde hem de kamu alanında istihdamında “engellilerden kaynaklamayan” nedenlerle sorunlar yaşadığı bilinmektedir. Öncelikli olarak engellilerde işsizlik oranı “gayrı-engellilerden” çok yüksek durumdadır. Engellilerin sadece % 4’ü mesleki eğitim almış olup bu oran kadınlarda daha da düşüktür (% 3,7). % 96 oranında mesleki eğitim almayan engellilerin eğitim almama gerekçeleri % 88,4’ü iş bulmasına katkısı olmayacağını düşüncesi, % 18,6’sı böyle hizmetten haberinin olmayışı ve % 14,6’sı da “uygun meslek edindirme hizmeti sunulmadığını” şeklindedir.. Kayıtdışı ve ücretsiz aile işçileri de dahil engellilerin sadece % 14,3’ü bir işte çalışıyor görünmektedir. Çalışmayanların % 16,6’sı engeli nedeniyle kendisine iş verilmeyeceğini düşündüğü için iş aramamaktadır. Hem engelli hem kadın olmak söz konusu dezavantajlılık durumunu pekiştirmektedir. Engelli kadınların sadece % 4,6’sı (Erkeklerde 21,4) bir işte çalışıyorken bu işlerin % 19,5’i (Erkeklerde 5,8) ücretsiz aile işçiliği şeklindedir.
Engellilerin eğitim ve sağlık hizmetlerinden yeterince ve zamanında yararlanamaması engellilik oranlarını arttırırken “insan onuruna yakışır bir iş” bulmalarını da engellemektedir. Engelli nüfusun çalışma ve istihdam hakkı sistematik olarak kısıtlanmaktadır. Bu alandaki temel sorunlar ve talepler aşağıda özetlenmiştir.
·   Engelliler için yasal istihdam kotaları ne kamu sektöründe ne de özel sektörde doldurulmamaktadır. Toplam memurlar içersinde engelli oranı % 2’inin altında olup birçok kamu kurumunda bile 657 sayılı kanun gereği doldurulması gereken “kontenjan” açıktır. Ekim dönemi verilerine göre 13.441 Engelli kontenjan açığı sadece kamuda vardır. Bu kapsamda engelli  istihdam sayısının artırılması sağlanmalı ve engellilerin çalışmaları teşvik edilmelidir. Engellinin yetkinliklerine ve çalışmasına uygun bir işyeri, birim ve iş sağlanmalıdır. Bu kapsamda birçok engelli niteliklerine aykırı bir şekilde  “yardımcı personel/hizmetli vb.” işlerde çalıştırılmaktadır.
·  Engellilerin tüm ihtiyaçlarının tam karşılanması sosyal devlet olma gereğidir. Muhtaçlık-Hastalık vb. yaklaşımlar “engelli emeğini değersizleştirmekte” engelli istihdamını bir lütufa dönüştürmektedir.
·  Engellilere yönelik ayrımcılık, değersizleştirme ve ötekileştirme son bulmalıdır. Bu amaçla temel eğitim ve öğretmen eğitimi içerisinde seçmeli dersler konulmalı, farkındalık ve bilinç arttırma için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
·  Engellilere yönelik yapılması gereken yasal ve anayasal zorunluluklar ertelenmeden yerine getirilmelidir. Bu kapsamda kamu kurum ve kuruluşlarında engellilere yönelik yapılması zorunlu iş, işlem ve eylemler acil yerine getirilmelidir. Kamu kurum ve kuruluşlarına erişim ve ulaşım sorunu acil bir şekilde çözülmelidir. Kamu kurum ve kuruluşlarında kullanıma uygun wc, lavabo vb. ihtiyacı acilen sağlanmalıdır. Bütün kamu kurum ve kuruluşlarında ihtiyaç kadar tekerlekli sandalye bulundurulmalıdır. (Sadece çalışanlar için değil hizmet almaya gelen yurttaşlar için de)
· Kullanıma uygun asansör (sesli ve görsel-dokunsal uyarı/iletişim sistemi olan, güvenlik bakım ve uyarı işlemleri yerine getirilmiş) ihtiyacı acilen karşılanmalıdır. Tekerlekli sandalye ile çalışan engelli emekçiler için uygun geçiş ve dolaşım yolları oluşturulmalıdır. Engelli geçişlerine uygun merdiven yapısı ve geçiş yolları oluşturulmalıdır.
· Çalışmanın fiziki koşulları, ortamı ve oturma düzeni, iletişim ağları (telefon, fotokopi, vb. ) oluşturulurken engellilerin koşulları göz önünde bulundurulmalıdır. Çalışılacak yerde engel durumuna uygun donanımlar sağlanmalıdır. İşyerlerinde kullanılan temel araç ve gereçlerin (ör. Özel bilgisayar, klavye, kulaklık, vb.) İhtiyaç duyulan oranda engelli odaklı planlanması yapılmalıdır.
·  Yasal bir zorunluluk olan engelli otoparkı uygulamasına uyulmalı, bu zorunluluğu yerine getirmeyen sorumlular hakkında yasal işlem başlatılmalıdır. Engelli geçiş yolları ve güzergahları üzerine yapılan haksız otopark ve işgaller daha ağır yaptırıma bağlanmalıdır.
Engelliler için istihdam hakkı uygulaması sadece bir iş/üretim pratiği değil aynı zamanda “ev hapsinden kurtulma, birey olma ve sosyalleşme” anlamına gelmektedir. Bu nedenle işyerlerinin engelli kişilerin kullanımına uygun bir yaşam pratiği sunması gereklidir. Öncelikle kamu hizmet sunum binalarının erişilebilirlik altında, merdiven, asansör, wc, sağlık personeli desteği, yemekhane ve ulaşım servisi hizmetlerinin bütüncül bir yaklaşımla sunulması gerekmektedir. Bu konuda özel sektöre rehberlik ve gerekli fiili ve yasal yönlendirmeyi kamu kesimi geciktirmeden gerçekleştirmelidir. Birçok kamu binası bu konudaki temel mevzuat, iş sağlığı ve güvenliği hükümleri ve engelli düzenlemeleri ile uyumlu değildir. Bu konudaki yasal zorunluluk AKP iktidarı tarafından yaklaşık 10 yıldır ertelenmektedir. Başta istihdam hakkı olmak üzere engellilerle ile ilgili tüm başlıklarda sendikaların, STK’lerin yanı sıra engelli örgütlerinin görüş ve talepleri öncelikle dikkate alınmalıdır. Engellilerin kendi emeği ve üretimleriyle yaşamlarını kurabilmenin imkanlarını hazırlamak “hak temelli yurttaşlığın gereği olarak” sosyal devletin görevidir. 

28 Kasım 2017 Salı

İŞKUR GENEL MÜDÜRÜ “İŞGÜCÜNE KATILMA ORANI’NI” BİLMİYOR MU?


Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de en önemli sosyal sorunların başında “işsizlik başlığı” gelmektedir. Bu nedenle güncel tartışmaların başında istihdam ve işsizlik konularının olduğu bilinmektedir. Türkiye’de de bu sorunla ve sorunun çözümüyle ilgili kurumların başında İŞKUR gelmektedir. Ancak İŞKUR’un personeline ilişkin başta nicel eksiklikler olmak üzere yıllanmış sorunların varlığı “iş/istihdam” tartışmalarının yeterli derinlikte yapılmasını engellemektedir. Birçok başlıkta veri eksikliği de bu tartışmayı kısıtlayan bir boyuttur. Ancak başka bir sorun da verilerin yanlı-ş yorumlanmasıdır. Malesef "etkili koltukları" fiziksel olarak "dolduranların" bu konuda gereken özeni göstermediğine dönem dönem rastlanmaktadır
İŞKUR 9. Genel Kurulunu bu ay içerisinde gerçekleştirdi. Önemli denilebilecek tartışmalar daha çok işsizlik sigortası fonunun amaç dışı kullanımı üzerinden yapıldı. Aslında önceki Genel Kurullardan alınan kararların ne kadar ve nasıl uygulandığı da yeterince tartışılmadı.  Çalışma Bakanının “kanunda sayılan amaçlar” yerine getiriliyor “amaç dışı kullanım yok” değerlendirmesi “kanunun torbalaşması” nedeniyle ve gittikçe genişlemesi nedeniyle yeterli bir değerlendirme olmamıştır. An itibariyle “işsizlik ödeneğinin toplam fon harcamaları içerisinde % 30’larda olduğu gerçeği”, fonun daha çok “TYP” gibi ne mesleki eğitim-ne istihdam-ne de sosyal yardım denilebilecek uygulamalara gitmesi bu tartışmadaki önemli boyutu oluşturmaktadır. Sayın Bakanın TYP harcamalarının seçim dönemlerinde astronomik artışına dair bir açıklama yapmasını kamuoyu beklemektedir. Bu açıkça “amaç dışı kullanımdır”
İŞKUR 9. Genel Kurulunda ilginç bir tespitte kurum Genel Müdürü tarafından yapılmış[1]. “Türkiye’de işgücüne katılım oranının tüm Avrupa ülkelerinin katılım oranından daha yüksek olduğunu” ifade eden Genel Müdür’ün bu açıklaması izaha muhtaçtır. 
İşgücüne Katılma Oranı; “İşgücünün kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus içindeki oranıdır.” Yani İstihdamdakilere İşsizlerin de dahil edildiği taktirde elde edilen sayının, 15 + Nüfusa oranıdır. Türkiye’de bu oranın genel olarak çok düşük olduğu bilinmektedir. Hatta işgücüne katılma oranının arttırılması amacıyla birçok proje uygulanmaya konulmuş ama kadın emeği katılımının önündeki geleneksel bariyerler nedeniyle bu konuda arzulanan düzeye ulaşılamamıştır.

Kaynak: Eurostat, TÜİK

Genel Müdürün Avrupa ile kıyasında ise tam tersi bir durum söz konusudur. Türkiye Avrupa ülkeleri içerisinde işgücüne katılım oranı en düşük ülkelerden biridir. Genel Müdürün yanıldığı başka bir husus da “Nüfus artışının otomatikman işgücüne katılım oranında artış şeklinde” olmayacağının bilinmemesidir. Dönem dönem gözlendiği üzere şayet "ümidi kırılanların artışı" durdurulamazsa nüfus artışına rağmen işgücü ve işgücüne katılım oranı artmaz. 
Özetle son yıllarda İşgücüne artış oranında bir artış söz konusudur ancak Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında bu artış çok düşüktür. Nihai olarak AB ortalaması % 70’lerin üzerinde iken Türkiye’de bu oran henüz % 55 bandına henüz erişmemiştir. Kadınların işgücüne dahil olması engellendikçe bu oranın yükselmeyeceğinin bilinmesi gerekmektedir.







Öne Çıkan Yayın

DEM PARTİ MÜŞAHİDİ OL!

  İYİ BİR MÜŞAHİT NE YAPSA DAHA İYİ OLUR   İyi bir müşahit “müşahede altında olan ülkenin” tarihi seçiminde görev alacak sandık kurulu üyesi...