26 Ekim 2017 Perşembe

TL Değer Kaybederken Siz DE Yoksullaşıyorsunuz. Dolar N'oldu?


2005 yılı başında 1,33 olan döviz kuru ilk defa 28 Ağustos 2013 tarihinde  2 TL  bandının, 8 Eylül 2015 Tarihinde 3 TL Bandının üzerine çıkmıştır. Son 10 yılda % 245 kat artan doların, 5. OHAL Döneminden sonra ne kadar arttığı açıktır. 26 Ekim tarihi itibariyle Dolar serbest piyasada 3,83 bandını yeniden aşmış, an itibariyle 3,82 seviyelerine gerilemiştir. Doların yükselmesinin doğrudan bazı etkileri aşağıdaki gibi belirtilebilir.

  • Kısa vadede üretimi ithalata bağlı tüm ürünlerde hızlı genel fiyat artışı, yani enflasyon oranının yükselmesi. Yüksek enflasyonun en temel sonuçlarından biri gelir dağılımında adaletsizliği derinleştirir. Bunun da başka olumsuz sosyolojik sonuçları olur. Reel zam alamayan başta asgari ücretliler ve kamu emekçileri yükselen enflasyon karşısında yoksullaşmaya devam edecekler.
  • Kişi başına düşen gelirin azalışı ve reel satın alma gücünün düşüşü dolar bazlı yükselişin bir başka sonucudur. Bu durum zaten daha da kötüleşme eğilimde olan gelir dağılımındaki adaletsizliği derinleştirecektir. 
  • Kurun yükselişi TL’nin değersizleşmesi anlamına gelmekte olup bu durum ticaret dengelerini olumsuz etkileyecektir. Oluşan açık tüm yurttaşlara vergi ve vergi benzeri kesintiler şeklinde dönmeye başlamıştır. Borç bulamayan siyasal iktidar aldığı borçları borçla kapatamaz durumdadır. Borçları çevirebilmek için daha yüksek faizle borçlanması da yine uzun vadede vatandaşın ödeyeceği faturayı kabartmaktadır.
  • Döviz kuru ile borçlanmış işletmelerin iflası orta ve uzun vadede döviz kurunun hızlı yükselişinin olumsuz sonuçlarındandır.  Üretimi döviz kuruna endeksli işletmelerin maliyetlerinde artış yaşanacaktır. 
  • Döviz kuru artışı "Net Dış Borç stokunun ve bunun GSYİH’e oranının artması" anlamına gelmekte olup dolar yükseldikçe borcun artması demektir. Yani yeni borç alınamazsa dahi borç artışı devam edecektir. 
Sonuç olarak AKP irrasyonal siyasetinin içte ve dışta ülkeyi çıkmazlara soktuğu ve ekonomik açıdan sürdürülemez bir eşiğe varıldığı görülmelidir. Bu fatura "kemer sıkma" adı altında uygulanmaya çalışılacaktır. MTV, ÖTV, Zorunlu BES, Varlık Fonu adı altında kamusal birikimlerin pazarlanmaya çalışılması vb. birçok uygulama bu çıkmazı gizleme çabasıdır. OHAL ekonomiyi batırmıştır. Faturasını siyasi sorumluları ödemelidir halk değil. 

    *Kaynak:TCMB,2017 yılı 26 Ekim'e kadardır. 

Yukarıdaki grafik AKP Döneminde Doların artışını göstermektedir. 2002-2012 yılları arası 1,5-2,0 TL bandında duran dolar 2015 yılına kadar 2,5 Bandının altında seyretmiştir. 2016 Temmuzunda 3' TL bandının altında olan dolar bu süreçte 4,00 bandını aştıktan sonra azalışa geçmiş ve 3,40 bandına gerilemişti. 

12 Eylül 2017 tarihinde 3,40 olan kur 26 Ekim tarihi itibariyle serbest piyasada 3,83 bandını zorlamaktadır. Bu tarihten itibaren dolar kurununun grafiği aşağıda gösterilmiştir. 

   Kaynak:TCMB




17 Ekim 2017 Salı

SİGORTASIZ ÇALIŞAN SAYISI 10 MİLYONU AŞTI*


 TÜİK her ay açıkladığı gibi dün resmi işsiz verilerini açıkladı. Emek açısından çok da olumlu bir gelişme yok gibi. İşsizlik oranları ve sayıları önceki dönemlere ve aylara göre artış gösterdi. Özellikle genç ve kadınlarda işsizlik oranlarında tarihi artışlar açıklandı. İş aramaktan bıkanların dahil edildiği geniş tanımlı işsizlik oranları % 20 bandına yakın kalmaya devam ediyor. Yani 15 yaş üzerinde iş yapmaya hazır olup da işi olmayanların oranı budur.  İstihdam artışı, işgücü artışını mass edecek kadar yeterli değil. Bu eğilimin devam etmesi durumunda yılsonu işsizlik sayıları geçen yıl yaşanan “Cumhuriyet tarihinin en yüksek değerlerini de” yani 4 milyonu aşacak gibi görünmektedir.
Üç hafta önce açıklanan üç yıllık Orta  Vadeli Programda “programlananın” aksine hem işsizlik hem de enflasyon oranlarının halen yükselmekte olduğu görülmektedir. OHAL uygulamasının başlatıldığı Temmuz 2016 döneminden bu yana istihdam artışı içerisindeki kayıtdışı istihdam oranının artma eğilimi devam etmektedir. 2017 yılından önce erkek istihdamında bazı dönemlerde istihdam artışının içerisinde kayıtdışı oranı % 100’ün üzerinde iken bu eğilim 2017 yılı içerisinde kadın istihdamında daha çok görülmeye başlandı.
Aşağıdaki grafikte görüleceği üzere en son açıklanan Temmuz 2017 verilerine göre işe yerleşen her yüz kadının 74’ü kayıtdışında işe yerleşmiştir. Bu oran genel ortalamada % 58’dir. Son 12 aydır işe yerleşenlerin % 55’i kayıtdışı işlerde işe yerleşmiştir. Yakın dönem bu yüksek kayıtdışılık geçen yıl aynı dönemde 34,3 olan genel kayıtdışılık oranını, yaklaşık bir puan arttırmış ve 35,2 bandına yükseltmiştir. Bu oran erkeklerde 0,6 puan artarak % 30, kadınlarda ise 1,4 puan artarak % 47 olmuştur. Yani kadınlarda genel olarak zaten yüksek bir kayıt dışılık istihdamı mevcuttur. 2015 yılında düşme eğiliminde olan kayıt dışılık 10 dönemdir artış eğilimini kesintisiz sürdürmektedir.


Sigortasız çalışan 10 Milyon 131 bin kişin % 41’i tarım dışı sektörlerde çalışmaktadır. Toplam istihdamın 30,8’ini oluşturan kadınlar, kayıtdışı istihdamın  % 41,1’ini oluşturmaktadır. Kayıtdışı istihdamın kadınlarda yüksek olma nedenlerinden biri, kadın istihdamının tarım yoğunluklu olması ve bu sektörde kadın kayıtdışılık oranının % 94,7 oranı gibi çok yüksek bir oranda olmasıdır. Ancak tarımdışı alanlarda da kadın kayıtdışılık oranının daha yüksek olduğu görülmelidir. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde işgücü piyasasına daha çok dahil olmak zorunda kalan kadın emeğinin en kötü çalışma koşullarına ve en düşük ücretlere tabi kılındığı bilinmektedir.


Toplam İstihdam
Kayıtdışı İstihdam
Toplam Kayıt Dışı Oranı
Tarımda Kayıtdışı Oranı
Tarım Dışı Kayıtdışı Oranı
Toplam    
28.758.000
10.131.000
35,2
84,5
22,2
Erkek
19.898.000
5.966.000
30,0
75,6
21,2
Kadın
8.860.000
4.165.000
47,0
94,7
25,0
   Kaynak: TÜİK Temmuz Dönemi Hanehalkı İşgücü İstatistikleri
Kayıtdışı istihdamın neden arttığı ayrıntılı bir araştırmayı gerektirmektedir. Ancak son bir yıl içerisinde emeği koruyan birçok uygulama OHAL KHK rejimi eliyle ortadan kaldırıldı. Gerek kamu emekçilerinin iş güvencesinin KHK’lerle aşındırılması, gerekse taşeron uygulamasının kamuda ve özel sektörde “temel istihdam biçimi halini alması”, sendikalılık oranlarının düşmesi ve örgütlü emeğin kısıtlanması, grevlerin engellenmesi, mesai ve izin düzenlemelerinin emek aleyhine yasalara tabi kılınması, bizzat işsizliğin artması gibi faktörler kayıtdışılığın artış nedenleridir. Bunlara ek olarak milli istihdam seferberliği adı altında işverenlere teşvik verilmesi ve kursiyer/stajyer “eğreti” istihdamının kendisi bizzat kayıtdışılığın özendirilmesi şeklinde ortaya çıkmıştır.
10 milyon 131 bin kişinin % 35’i ücretli veya yevmiyeli işlerde kayıtdışı çalışırken, % 32’si ücretsiz aile işçisi ve % 30’u da kendi hesabına çalışandır. İşveren olanların sadece % 2’si kayıtdışındadır. Tarım dışı sektörlerde kayıtdışı çalışanlar içerisinde ücretlilerin oranı % 60 iken kendi hesabına çalışanlar % 27, ücretsiz aile işçileri % 9 ve işverenler % 4'ü oluşturmaktadır.
Kayıtdışı çalışan sayısının 10 milyonu “yeniden” aşma nedenlerinden birisi olarak ifade edilen ve bir yılını dolduran “kiralık işçilik uygulamasının” legal hale getirilmiş olması, işletmelere “geçici iş ilişkisi adı altında” bir çok sürekli işi kayıtdışı yaptırma imkanı sunmuştur. İstihdam “geçici” olursa işsizlik “riski” daimi olur. Son bir yıl içerisindeki işsizlik artışlarında bu faktör göz önünde bulundurulmalıdır. 
İşletmeler herhangi bir şekilde istihdamın sosyal boyutunu öngörmeden kar amacı dışında bir saikle hareket etmez hale getirilmektedir. Özel istihdam büroları eliyle güvenceli, daimi ve aynı işyerinde istihdamın azaltıldığı bu süreçte emeğin reel kaybı sadece satın alma gücünün azalması değil aynı zamanda kayıtdışılığa itilme şeklide de gerçekleşmektedir.
Kayıtdışılığın artış nedenlerinden biri de turizm ve tarım sektöründe yaşanan krizlerin etkisi olarak ifade edilebilir. Her iki sektörde de kayıtdışı ve mevsimselliğin çok olması işsizliğin görece az artmasını açıklarken, yaşanan kayıtdışılığa dair de fikir vermektedir. Ayrıca “sezon sonuna doğru” bu yüzbinlerin de işsiz sayısına dahi olacağı öngörülmelidir.
Sonuç olarak artan kayıtdışılık tesadüfen değil uygulanan politikaların bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Kendisi başka bir yazının konusu olan “kamuda toplum yararına programlar (TYP)” kapsamında asgari ücretli olan işler için bile bir kadroya 20’den fazla kişinin başvurduğu bir yerde, avukatların ve hatta mühendislerin asgari ücretli çalıştırıldığı bir yerde, mülteci emeğinin bu kadar korumasız kaldığı bir yerde, kadın emeğinin görünmez ve değersiz kılındığı bu yerde  kayıtdışılığın bu kadar yayılması olağandır.
OHAL’in 5. uzatmasının ilan edildiği bu ülkede kayıt içinde kalmak, yani sigortalı çalışmanın yüklerini taşımak emekçilerin de tercih etmediği bir duruma dönüşmektedir. Artık, kayıtiçi çalışmak emekli olunabileceği anlamına gelmemektedir. İhraç edilenler de dahil emekliliği geldiği halde emekli yapılmayanlar veya emeklilik işlemleri geciktirilenleri görenler kayıt içinden kaçmaktadır. “Prim yatırsak da emeklilik hayal,” “- patron, benim primimi yatırma, bir miktarını ücret olarak öde”, “kayıtlı çalışırsam sadece sigorta primi değil Zorunlu Bireysel Emeklilik (ZBU) uygulaması kapsamında da ödeme yapacam” diyenler kayıtdışı çalışmaktadır.

Ancak bu maddelerin hiçbiri işçilerin kayıtsız, güvencesi, sendikasız, örgütsüz olmasından daha etkili nedenler değildir. Sendikalı işçilerin işten çıkarıldığı, hukuken korunmadığı bir yerde bu tarz gelişmelerin yaşanması olağandır. Türkiye’de uzunca bir dönemdir ekonomik büyümeye rağmen refahı artmayan büyük bir emek kesimi bulunmaktadır. “Yoksullaştıran büyüme”, “çalışan yoksullar” bu kayıtdışı çalışmanın sonuçlarıdır. Özellikle metropollerde uzun çalışma saatleriyle yıllarca çalıştırılıp yoksullukla cebelleşen milyonların olduğu bir ülkede yaşamaya devam ediyoruz. Bu Yaşamaksa!
*Not: Bu yazı 17.10.2017 tarihinde BİANETTE Yayınlanmıştır. Tüm Bianet Yazıları için Lütfen Tıklayınız.

16 Ekim 2017 Pazartesi

İHRAÇLAR ve MİLYONLARA VARAN “SEÇMENLERİ” KİME OY VERECEK?


Kime oy verecekleri elbette bilinmeyebilir ama kime oy  vermeyecekleri günden güne netleşen bir durum. 150.000 kamu çalışanı nedeni açıklanmadan bir KHK’yle bir gecede işten atılalı “yıllar” oldu. Bu yazı aslında erken yazılmış geç bir yazıdır. 2017 referandumundan görmesi gereken uyarıyı göremeyen siyasal iktidar, hukuksuz ihraçlarını sürdürdü.

İhraç edilenlerin % 90’dan fazlası[1] , bu ülkenin üniversitelerinde okumuş, yıllarca kamu hizmeti vermiş ve kamu hizmeti verirken herhangi bir sorgu sual soruşturma görmemiş, olağan hukuk uygulansa masum insanlar. İhraç edilenlerin uğradığı haksızlığın ve mağduriyetin dünya tarihinde bir örneği daha yoktur. Hem nitelikli hem de deneyimli olan onbinlerce yurttaş hiçbir darbe döneminde dahi yaşanmayan bir zulme maruz kalmaktadır.

İhraç edilenler uğradıkları bu büyük zulme karşı önce idare mahkemesi yollarını denedi ama AKP iktidarı onların suçsuz olduğunu bildiği için mahkemelerde karşılarına çıkmadı. Zaman kazanmak için mahkeme yollarını kapattı. Aynı zamanda meclis gündemine gelmesi gereken KHK’leri gündeme almayarak Anayasa Mahkemesini de işlevsiz bıraktı.

İlk KHK’den tam bir yıldan fazla süre sonra 14 Eylül 2017’de başvuru almayı sonlandıran OHAL komisyonu  200 günden fazladır inceleme yapmakta ancak daha sadece 310 kisinin dönüşü için karar almıştir. Komisyon karar vermek için neyi bekliyor ki... onbinlerce kişi yıllarca komisyonu ve sonrasında idare mahkemesi sürecini bekleyecek. Akp adaleti bu!

Yüzbinlerce ihraç, eşleri, çocukları, anne-babaları daha geniş çevrede arkadaşları, tanıdıkları esnaf, kiracısı oldukları ev sahibi, vs. etraflarında söz kurdukları onları tanıyan herkes bu “işten atma işleminin haksız olduğunu” biliyor. 28 Şubat sürecinde üniversiteye alınmayan baş örtülülere gösterilen duyarlılığın daha yoğun be katmerli şekilde “üniversite bitirmiş, işe girmiş ama şimdi kamuya giremeyen yüzbinlere gösterileceği” gün gibi aşikardır. OHAL baskısı, medyasızlık ve genel korku iklimi yapılan bu zulme karşı çıkan seslerin tam ve etkili duyulmasını önlese de referandum gösterdi ki İstanbul, Ankara gibi ihraçların en yoğun olduğu yerlerde siyasal iktidar zemin kaybetmiştir. Bu zemin kaybı ülkenin en büyük metropolü olan İstanbul büyükşehir belediyesinin başkanının sessiz sedasız istifası ile sonuçlanmıştır. Benzer bir durum Başkent B.Ş. Belediye Başkanı için mukadder görünmektedir. Bu meNtal yorgunluğun bir nedeni son oylama da alınan yenilgidir.
Gelelim başlığa; İHRAÇLAR ve MİLYONLARA VARAN “SEÇMENLERİ” KİME OY VERECEK?
Uğradığımız haksızlığın komisyon, mahkeme vb. bir yerde telafisi mümkün değildir. Meclis bugün KHK’leri ret etse bir yıldan fazladır yaşadığımız zulüm sona ermiş olacak ama yaşadığımız haksızlık unutulacak türden değildir. Bu nedenle AKP’ye sadece mahkemelerde değil sandıkta da hesap sorulmalıdır. Bu hukuksuzluğun en hızlı ve adil çözümü KHK’lerin mecliste derhal tüm sonuçları ile iptal edilmesidir. Bunu yapmayan bir AKP 2019’da sandığa öyle gömülmelidir ki insanlık için ders verici bir dem olsun. Bunu yapabilmek için her ihraç kendi öyküsünü bu amaçla etrafındaki tüm insanlara ulaştırsın yeterlidir. Bir milyonu aşan seçmen bugünden başlayarak 2019 yerel ve genel seçimleri için çalışmalı ve AKP’den hesap sormalıdır. Hukuktan kaçan, Mahkemeden, OHAL komisyonuna sığınan ve bu komisyonu işlettirmeyen AKP iktidarıdır. Hesabını sandıkta vermelidir. Haydi ihraçlar hesap sormak için seçim çalışmasına. Sizi kamudan ihraç edenleri meclisten ihraç etmek elinizde... 


2 Ekim 2017 Pazartesi

MEMURLARIN VERGİ ZAMLARINI MEMUR-SEN ÖDESİN!


Ülke ekonomisini günden güne daha fazla batıran AKP'nin, çalışanlar aleyhine olan uygulamalarına bir dizi yenisi daha ekleniyor. Asgari ücretliye günlük bir doların altında zam yapan siyasal iktidar, ulaşımdan suya, sigara kağıdından elektriğe yüzlerce başlıkta fahiş zamlar yaptı. Ücret zammında ekonomik bütçe kısıtlarını gerekçe gösteren AKP, kamusal harcamalarda ve örtülü ödenekte kesenin dibini görmüş durumdadır. Hazine borçlanması OHAL ve KHK uygulamaları sonucu gittikçe zorlaşmakta ve borçları kapatmak için daha yüksek faizli borç alımına gidilmektedir.

İçte ve dışta irrasyonel AKP siyasetinin maliyeti tüm topluma fahiş zamlar şeklinde geri dönmektedir. Faize karşı olduğunu söyleyenler faizin yükselmesine neden olan politikalara imza atmaktalar(1). Türkiye gelirinin yarısından fazla borcu olan ülkeler arasına bu yıl girmiş durumda,  brüt dış borç stokunun milli gelire oranı % 51,8 olarak açıklandı. 

Daha çok % 40 Motorlu Taşıtlar Vergisi üzerinden gündeme gelen son zam dayatması, AKP'nin özelleştirme kapsamında satacak birşey bulamaması, varlık fonu kapsamında kamusal denetimden kaçırdığı birikimleri değerlendirememesi ve ülkeyi Suriye ve şimdi daha geniş bir cephede riske atması nedeniyle ortaya çıkmıştır. Ekonomik birçok veri olumsuz yönde bir eğilim göstermektedir. İşsizlik, enflasyon, bütçe açığı,cari açıkdış ticaret açığı artmaktadır. Mali çöküş anlamına gelen bu vergi zamları israf ve liyakatsizlik üzerine kurulu siyasetin geldiği son noktadır.

Ancak % 40 MTV artışı dışında özellikle kamu emekçilerini ilgilendiren birçok başlıkta hak kayıpları söz konusu zam kapsamında yaşanacaktır. Geçen ay Memur-Sen'in Hükümetle birlikte imzaladığı TİS kapsamında 2018 yılı için % 3,5 zam alan kamu emekçilerinin gelir vergisi % 27'den % 30'a yükseltiliyor. Birçok kamu emekçisi zaten reel olmayan zammı hiç görmeden daha fazla vergi ödeyecek. 

Başta asgari ücretliler, taşeron işçileri ve kamu emekçileri olmak üzere çalışanları yoksulluk maaşına mahkum gören sendikal ve siyasal anlayışlar söz konusu bu ve benzeri vergi ve tüketim eşyası zamları olunca sessizliğe bürünmektedirler. Bir milyon üyenin aidatını toplayan bir sendika olarak Memur-Sen'in memurların yoksullaştırılmasına susmanın ötesinde katkı sunduğu görülmelidir. Memursen memurların aleyhine olan birçok uygulama gibi bu uygulamaya da sessiz kalarak katkı sunmakla kalmamaktadır aynı zamanda siyasal iktidarı bu uygulaması nedeniyle de desteklemektedir. Kendisine üye olan binlerce ihracın işten atılmasını desteklemesinden tutumunun emekten yana olmadığı ortaya çıkan bu konfederasyon ücret zamlarını kat kat aşan bu zamlar için bir açıklama dahi yapmamıştır. 

Memur-Sen Genel Başkanı TİS sürecindeki başarısız zam durumunu açıklamak için "Türkiye'yi teğet geçtiği iddia edilen" 2007 krizinin etkisinin hala devam ettiğini söylemekte ve adeta bir hükümet yetkilisi ağzıyla krizin faturasının emekçiler tarafından ödenmesi gerektiğini savunmaktadır. Memur-Sen Genel Başkanı “yetkili olduğu dönemde enflasyonun yarısı kadar zam alamayanların” diye söz ettiği konfederasyonun kendileri olduğunu da görmemektedir. Bu dönem alınan zam enflasyonun yarısı bile değildir. 

Bunu gösterecek olan kamu emekçileridir. Eğer kamu emekçileri zam aldıklarını düşünüyorlarsa Memur-Sen'de örgütlü olmaya ve Mayıs 2018 dönemi itibariyle % 3 + % 27 gelir vergisi zammı ödemeye devam etsinler. Yine TİS kapsamında ne teklif ettiklerini ve ne aldıklarını hatırlatmak gerekli gibi. Çünkü sorun bir hafıza probleminin çok ötesinde...34 isteyip yarısını almamak Memur-Sen'in ne kadar isabetli bir hesap içierisinde olduğunu gösteriyor zaten..



Mademki memurların reel kayıpları Memur-Sen'in imzasıyla oluyor en azından Memur-Sen'e üye olmanın "ayrıcalığı" nedeniyle gelen MTV ve Gelir vergisi farkının Memur-Sen tarafından ödenmesini teklif etmeliyiz. Bakarsınız ihraç edilen üyelerine göstermedikleri dayanışmayı vergi kayıplarında gösterirler. Ne de olsa y-etkili sendikaları var!

Sonnot: Mesele çok ciddi, meyveli gazoza ve sigara kağıdına kadar vardı vergi zamları... Ama vergilerin nereye duble duble gittiği mechul... Üzerine soğuk bi duble meyveli gazoz içinüz...





Öne Çıkan Yayın

DEM PARTİ MÜŞAHİDİ OL!

  İYİ BİR MÜŞAHİT NE YAPSA DAHA İYİ OLUR   İyi bir müşahit “müşahede altında olan ülkenin” tarihi seçiminde görev alacak sandık kurulu üyesi...