9 Mayıs 2019 Perşembe

AÇLIK SINIRININ ALTINDAKİ TOPLUMUN SEÇİMİ NE OLABİLİR?


AÇLIK SINIRININ ALTINDAKİ TOPLUMUN SEÇİMİ NE OLABİLİR?
Meşruiyetini halktan alamayan iktidarların, siyasal meşruiyetini sadece rıza ile sağlayamadığı ve örgütlü bir zorla desteklemesi gerektiği bilinen bir durumdur. Bu iki unsur (Rıza ve Zor) arasında da iyi tutturulması gereken denge, tüm siyasal iktidarlar için varsayılır. Görece demokratik ülkelerde halka karşı, zordan ziyade halkın inşa edilmiş rızası için, siyasal ve ideolojik araçlar kullanılır. AKP için 7 Haziran’la başlayan meşruiyet aşınması ve bir türlü inşa edilemeyen rızanın boşluğu; olağandışılaşan hukuk, sokak yasakları ve askıya alınmış temel hak ve hürriyetler, kayyum atamaları şeklinde yani zorun gücüyle doldurulmaya çalışılıyor. Siyasal iktidara “Allah’ın lütfu olarak sunulan” bu zor kullanım fırsatı, en çok da emekçilerin kazanılmış haklarını geriletmek, işsizliği arttırmak, reel ücretleri düşürmek ve bağımlılık oranı yüksek bir yoksulluğu inşa etmek için kullanıldı. AKP, öncesindeki darbe dönemi siyasi iktidarlarının yerine getirmeye çalıştığı “işsizlikle terbiye edilmiş emek düzeni kurma görevini” en örgütlü ve güçlü şekilde yerine getirebilen parti oldu. Bunu da 7 Haziran 2015 seçimlerine kadar “olağan hukuk içerisinde” kalarak “başardı.” Sonrası malum; ihraçlar, yasaklanan grevler, artan işçi cinayetleri…
Türkiye gibi “olağan hukukun dönem dönem askıya alındığı”, ekonomik, siyasal ve sosyolojik yapısal krizlerin yeniden üretildiği ülkelerde, “kelimenin gerçek anlamıyla can alıcı gündemler” artık herkesin adlandırmasında uzlaştığı “havuz medyası” marifetiyle gözlerden ve gönüllerden ırak tutuluyor. Söz konusu ülkede, her sabah işe gitmek niyetiyle evden çıkan en az 6 işçinin, akşam tabutu evine gönderiliyor. İş cinayetlerinde yaşamını yitirenlerin resmi olarak kaydını tutan bir kurum yok. Aynı kayıtsızlık meslek hastalıklarından çalışma saatlerine, güvencesiz çalışmadan mobinge, ücret gaspından emeğe yönelik işlenen tüm suçlarda var. Olağan koşullarda işçi, işveren ve kamu şeklinde ayrışan emek alanı için “kamunun ve kamusallığın buharlaştığı” bir dönemin içinden geçiyoruz. Haksızlığa uğrayan emekçilerin basın açıklamalarından grevlere uzanan tüm hak arayışlarına karşı “biber gazından copa uzanan kamusal hizmetler” halktan toplanan vergilerle finanse edilmektedir.
Bu süreçte kamudaki istihdamın “üniformalılaştırılması, sözleşmelileştirilmesi ve güvencesizleştirilmesi” 12 Eylül 1980’den başlayan 15 Temmuz 2016’da “Allah’ın lütfuna dönüşen” darbe fırsatçılığının ürünü oldu.  Kamuda yaşanan tasfiye, özelleştirme, bütçe hakkının gasp edilmesi ve meclislerin (hem yerel hem de genel) etkisizleştirilmesi ve dolaylı vergi oranlarının sürekli artması ortaya yoksulluk sınırının altında yaşayan bir toplum çıkardı. Bugün Türkiye halklarının özellikle de Kürtlerin yoksulluk sınırının altında tutulması, söz konusu darbe mekaniğinin hedefidir. Özellikle 2008 ekonomik krizinden sonra, AKP’nin tüm politikaları bu yoksullaştırma siyasetinin uzantısı şeklinde oldu. 2023 Hedefi yedek işsizler ordusunu ortaya çıkartmak ve ülkenin rekabet gücünü ucuz işgücü üzerinden kurmaktır.
Bu hedefle, AKP halkın yoksullaşmasıyla sonuçlanacağı çok açık olan birçok politikayı taammüden uyguladı. Karşı çıkma potansiyeli olan tüm toplumsal kesimlere yönelik de hukuk dışı birçok uygulamaya imza attı. Yandaş medyası gibi emek karşıtı “sendikalarını da” inşa etti. İş hukuku müfredatı ve mevzuatından “emek kelimesini” ihraç etti. Yani AKP’nin “en büyük sermayesi” yoksulluk ve işsizlik üretmesi oldu. AKP eliyle halen de yürütülen “ulusal istihdam stratejisinin hedefi” işsizliği arttırmak ve yoksulluğu derinleştirmektir. Gelinen aşamada bu hukuksuzluk ve açlık sınırının altında, bir toplum ortaya çıktı. Hukuksuzluk boyutu bu yazının kapsamını aşsa da açlık sınırının boyutları son açıklanan verilerle ortadadır. Bir demet veri ile açlık sınırının altındaki Türkiye toplumunun çerçevesi çizilebilir. 
82 milyon nüfusun yaşadığı ülkede ücretsiz aile işçileri hariç istihdamda olanların sayısı sadece 25 milyon bandındadır. Yani 1 kişi çalışıp kendisi dahil 3 kişiyi geçindirmek zorunda kalıyor. Yine 15 yaş üzeri 30,8 Milyon kadından sadece 6,8 Milyonu tarım dışı alanda bir iş bulabiliyor. Yani ülkede zaten düşük olan bir işgücüne katılma oranı (yüzde 52,4) ve ondan daha düşük bir istihdam oranı (yüzde 45,4) mevcut ve tüm göstergelerde kadın verileri daha olumsuz bir durumda.
Asgari ücretli çalışan 7 milyon kişinin ücreti açlık sınırının altında kalırken, sigortasız çalışan sayısı ilk defa AKP döneminde 10 milyon sayısını aştı. Her 4 gençten 1’i iş aramaktan vazgeçmiş durumda ve üniversiteli işsiz sayısı ülke tarihinde ilke defa AKP döneminde milyonlarla ifade ediliyor. Resmi işsiz sayısı 2018 sonu itibariyle 4,6 milyon bandına aştı. TÜİK’in ve İŞKUR’un işsiz saymadığı milyonlarında dahil edildiği geniş tanımlı işsizler ise 7 milyon bandını aştı.  Özetle 82 milyonun sadece 25 milyonu ücretli bir işte çalışırken alınan ücret ve çalışma koşulları nedeniyle çalışanlar bile “insan onuruna yakışır bir yaşamın koşullarına” baskın çoğunlukla sahip olamamaktadır. Söz konusu her sayının bir insanın yaşamına tekabül ettiği bu yoksullar ülkesinde, toplumun yoksullaştığı TÜİK yoksulluk verileriyle bile teyit edilmektedir. Evrensel yoksulluk ölçeklerinden olan Gini katsayısı son 4 yıldır artışına devam etmektedir. Yine son bir yılda SGK sigortalı istatistiklerinde azalış veya milli gelirden ücretlilerin aldığı paydaki düşüş, AKP yoksullaştırma siyasetinin devamıdır. Kişi başına düşen gelir 6 yıldır azalarak yeniden 2008 yılı seviyesine yeniden dönmüştür.
Bitirirken 2018 yılında 1 milyon kişiye iş adı altında “istihdam seferberliği” başlatan AKP, yıl sonunda 1 milyon 11 bin işsiz artışına imza atan politikalar uyguladı. 2019 yılı için “istihdam seferberliğinin hedefi” ise 2,5 milyon istihdam olarak açıklandı. Yani 2019 yılında işsiz kalacak kişi sayısı en az 2,5 milyon kişi olacak. Sandıktan istediği sonucu alamayan AKP için 1 Nisan tarihi itibariyle yeni bir kemer sıkma dönemi başlamıştır. Ekonomik krizin yol taşları 24 Hazirandan önce AKP eliyle özenle dizilmişti. 31 Mart 2019’da açlık sınırının altında yaşayan bu toplumun seçmenleri; yani 7 milyon işsiz, 10 milyon sigortasız, 3 milyon ücretsiz aile işçisi, 30 milyon kredi borçlusu ve bir bütün olarak çift haneli enflasyon ve faiz oranı altında yoksullaştırılan kitlenin mensupları “bir seçim yaptı”. AKP iktidarının süresi ile yoksullaşmanın derinleşmesi arasından birebir bağlantı olduğu artık açığa çıkmıştır. Seçmenlerin verdiği mesaj iktidar tarafından gerektiği şekilde alınmamıştır.  


Hiç yorum yok:

Öne Çıkan Yayın

DEM PARTİ MÜŞAHİDİ OL!

  İYİ BİR MÜŞAHİT NE YAPSA DAHA İYİ OLUR   İyi bir müşahit “müşahede altında olan ülkenin” tarihi seçiminde görev alacak sandık kurulu üyesi...