AÇLIK
SINIRININ ALTINDAKİ TOPLUMUN SEÇİMİ NE OLABİLİR?
Meşruiyetini halktan alamayan
iktidarların, siyasal meşruiyetini sadece rıza ile sağlayamadığı ve örgütlü bir
zorla desteklemesi gerektiği bilinen bir durumdur. Bu iki unsur (Rıza ve Zor)
arasında da iyi tutturulması gereken denge, tüm siyasal iktidarlar için
varsayılır. Görece demokratik ülkelerde halka karşı, zordan ziyade halkın inşa
edilmiş rızası için, siyasal ve ideolojik araçlar kullanılır. AKP için 7
Haziran’la başlayan meşruiyet aşınması ve bir türlü inşa edilemeyen rızanın
boşluğu; olağandışılaşan hukuk, sokak yasakları ve askıya alınmış temel hak ve
hürriyetler, kayyum atamaları şeklinde yani zorun gücüyle doldurulmaya
çalışılıyor. Siyasal iktidara “Allah’ın lütfu olarak sunulan” bu zor kullanım
fırsatı, en çok da emekçilerin kazanılmış haklarını geriletmek, işsizliği
arttırmak, reel ücretleri düşürmek ve bağımlılık oranı yüksek bir yoksulluğu
inşa etmek için kullanıldı. AKP, öncesindeki darbe dönemi siyasi iktidarlarının
yerine getirmeye çalıştığı “işsizlikle terbiye edilmiş emek düzeni kurma
görevini” en örgütlü ve güçlü şekilde yerine getirebilen parti oldu. Bunu da 7
Haziran 2015 seçimlerine kadar “olağan hukuk içerisinde” kalarak “başardı.”
Sonrası malum; ihraçlar, yasaklanan grevler, artan işçi cinayetleri…
Türkiye gibi “olağan hukukun dönem
dönem askıya alındığı”, ekonomik, siyasal ve sosyolojik yapısal krizlerin
yeniden üretildiği ülkelerde, “kelimenin gerçek anlamıyla can alıcı gündemler”
artık herkesin adlandırmasında uzlaştığı “havuz medyası” marifetiyle gözlerden
ve gönüllerden ırak tutuluyor. Söz konusu ülkede, her sabah işe gitmek
niyetiyle evden çıkan en az 6 işçinin, akşam tabutu evine gönderiliyor. İş
cinayetlerinde yaşamını yitirenlerin resmi olarak kaydını tutan bir kurum yok. Aynı
kayıtsızlık meslek hastalıklarından çalışma saatlerine, güvencesiz çalışmadan
mobinge, ücret gaspından emeğe yönelik işlenen tüm suçlarda var. Olağan
koşullarda işçi, işveren ve kamu şeklinde ayrışan emek alanı için “kamunun ve
kamusallığın buharlaştığı” bir dönemin içinden geçiyoruz. Haksızlığa uğrayan
emekçilerin basın açıklamalarından grevlere uzanan tüm hak arayışlarına karşı “biber
gazından copa uzanan kamusal hizmetler” halktan toplanan vergilerle finanse
edilmektedir.
Bu süreçte kamudaki istihdamın
“üniformalılaştırılması, sözleşmelileştirilmesi ve güvencesizleştirilmesi” 12
Eylül 1980’den başlayan 15 Temmuz 2016’da “Allah’ın lütfuna dönüşen” darbe fırsatçılığının
ürünü oldu. Kamuda yaşanan tasfiye,
özelleştirme, bütçe hakkının gasp edilmesi ve meclislerin (hem yerel hem de
genel) etkisizleştirilmesi ve dolaylı vergi oranlarının sürekli artması ortaya
yoksulluk sınırının altında yaşayan bir toplum çıkardı. Bugün Türkiye
halklarının özellikle de Kürtlerin yoksulluk sınırının altında tutulması, söz
konusu darbe mekaniğinin hedefidir. Özellikle 2008 ekonomik krizinden sonra,
AKP’nin tüm politikaları bu yoksullaştırma siyasetinin uzantısı şeklinde oldu. 2023
Hedefi yedek işsizler ordusunu ortaya çıkartmak ve ülkenin rekabet gücünü ucuz
işgücü üzerinden kurmaktır.
Bu hedefle, AKP halkın
yoksullaşmasıyla sonuçlanacağı çok açık olan birçok politikayı taammüden
uyguladı. Karşı çıkma potansiyeli olan tüm toplumsal kesimlere yönelik de hukuk
dışı birçok uygulamaya imza attı. Yandaş medyası gibi emek karşıtı
“sendikalarını da” inşa etti. İş hukuku müfredatı ve mevzuatından “emek
kelimesini” ihraç etti. Yani AKP’nin “en büyük sermayesi” yoksulluk ve işsizlik
üretmesi oldu. AKP eliyle halen de yürütülen “ulusal istihdam stratejisinin
hedefi” işsizliği arttırmak ve yoksulluğu derinleştirmektir. Gelinen aşamada bu
hukuksuzluk ve açlık sınırının altında, bir toplum ortaya çıktı. Hukuksuzluk
boyutu bu yazının kapsamını aşsa da açlık sınırının boyutları son açıklanan
verilerle ortadadır. Bir demet veri ile açlık sınırının altındaki Türkiye
toplumunun çerçevesi çizilebilir.
82 milyon nüfusun yaşadığı ülkede
ücretsiz aile işçileri hariç istihdamda olanların sayısı sadece 25 milyon
bandındadır. Yani 1 kişi çalışıp kendisi dahil 3 kişiyi geçindirmek zorunda
kalıyor. Yine 15 yaş üzeri 30,8 Milyon kadından sadece 6,8 Milyonu tarım dışı
alanda bir iş bulabiliyor. Yani ülkede zaten düşük olan bir işgücüne katılma
oranı (yüzde 52,4) ve ondan daha düşük bir istihdam oranı (yüzde 45,4) mevcut
ve tüm göstergelerde kadın verileri daha olumsuz bir durumda.
Asgari ücretli çalışan 7 milyon
kişinin ücreti açlık sınırının altında kalırken, sigortasız çalışan sayısı ilk
defa AKP döneminde 10 milyon sayısını aştı. Her 4 gençten 1’i iş aramaktan
vazgeçmiş durumda ve üniversiteli işsiz sayısı ülke tarihinde ilke defa AKP
döneminde milyonlarla ifade ediliyor. Resmi işsiz sayısı 2018 sonu itibariyle 4,6
milyon bandına aştı. TÜİK’in ve İŞKUR’un işsiz saymadığı milyonlarında dahil
edildiği geniş tanımlı işsizler ise 7 milyon bandını aştı. Özetle 82 milyonun sadece 25 milyonu ücretli
bir işte çalışırken alınan ücret ve çalışma koşulları nedeniyle çalışanlar bile
“insan onuruna yakışır bir yaşamın koşullarına” baskın çoğunlukla sahip
olamamaktadır. Söz konusu her sayının bir insanın yaşamına tekabül ettiği bu
yoksullar ülkesinde, toplumun yoksullaştığı TÜİK yoksulluk verileriyle bile teyit
edilmektedir. Evrensel yoksulluk ölçeklerinden olan Gini katsayısı son 4 yıldır
artışına devam etmektedir. Yine son bir yılda SGK sigortalı istatistiklerinde
azalış veya milli gelirden ücretlilerin aldığı paydaki düşüş, AKP yoksullaştırma
siyasetinin devamıdır. Kişi başına düşen gelir 6 yıldır azalarak yeniden 2008
yılı seviyesine yeniden dönmüştür.
Bitirirken 2018 yılında 1 milyon
kişiye iş adı altında “istihdam seferberliği” başlatan AKP, yıl sonunda 1
milyon 11 bin işsiz artışına imza atan politikalar uyguladı. 2019 yılı için
“istihdam seferberliğinin hedefi” ise 2,5 milyon istihdam olarak açıklandı.
Yani 2019 yılında işsiz kalacak kişi sayısı en az 2,5 milyon kişi olacak. Sandıktan
istediği sonucu alamayan AKP için 1 Nisan tarihi itibariyle yeni bir kemer
sıkma dönemi başlamıştır. Ekonomik krizin yol taşları 24 Hazirandan önce AKP
eliyle özenle dizilmişti. 31 Mart 2019’da açlık sınırının altında yaşayan bu
toplumun seçmenleri; yani 7 milyon işsiz, 10 milyon sigortasız, 3 milyon
ücretsiz aile işçisi, 30 milyon kredi borçlusu ve bir bütün olarak çift haneli
enflasyon ve faiz oranı altında yoksullaştırılan kitlenin mensupları “bir seçim
yaptı”. AKP iktidarının süresi ile yoksullaşmanın derinleşmesi arasından
birebir bağlantı olduğu artık açığa çıkmıştır. Seçmenlerin verdiği mesaj
iktidar tarafından gerektiği şekilde alınmamıştır.