Bianet Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bianet Yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ekim 2017 Salı

SİGORTASIZ ÇALIŞAN SAYISI 10 MİLYONU AŞTI*


 TÜİK her ay açıkladığı gibi dün resmi işsiz verilerini açıkladı. Emek açısından çok da olumlu bir gelişme yok gibi. İşsizlik oranları ve sayıları önceki dönemlere ve aylara göre artış gösterdi. Özellikle genç ve kadınlarda işsizlik oranlarında tarihi artışlar açıklandı. İş aramaktan bıkanların dahil edildiği geniş tanımlı işsizlik oranları % 20 bandına yakın kalmaya devam ediyor. Yani 15 yaş üzerinde iş yapmaya hazır olup da işi olmayanların oranı budur.  İstihdam artışı, işgücü artışını mass edecek kadar yeterli değil. Bu eğilimin devam etmesi durumunda yılsonu işsizlik sayıları geçen yıl yaşanan “Cumhuriyet tarihinin en yüksek değerlerini de” yani 4 milyonu aşacak gibi görünmektedir.
Üç hafta önce açıklanan üç yıllık Orta  Vadeli Programda “programlananın” aksine hem işsizlik hem de enflasyon oranlarının halen yükselmekte olduğu görülmektedir. OHAL uygulamasının başlatıldığı Temmuz 2016 döneminden bu yana istihdam artışı içerisindeki kayıtdışı istihdam oranının artma eğilimi devam etmektedir. 2017 yılından önce erkek istihdamında bazı dönemlerde istihdam artışının içerisinde kayıtdışı oranı % 100’ün üzerinde iken bu eğilim 2017 yılı içerisinde kadın istihdamında daha çok görülmeye başlandı.
Aşağıdaki grafikte görüleceği üzere en son açıklanan Temmuz 2017 verilerine göre işe yerleşen her yüz kadının 74’ü kayıtdışında işe yerleşmiştir. Bu oran genel ortalamada % 58’dir. Son 12 aydır işe yerleşenlerin % 55’i kayıtdışı işlerde işe yerleşmiştir. Yakın dönem bu yüksek kayıtdışılık geçen yıl aynı dönemde 34,3 olan genel kayıtdışılık oranını, yaklaşık bir puan arttırmış ve 35,2 bandına yükseltmiştir. Bu oran erkeklerde 0,6 puan artarak % 30, kadınlarda ise 1,4 puan artarak % 47 olmuştur. Yani kadınlarda genel olarak zaten yüksek bir kayıt dışılık istihdamı mevcuttur. 2015 yılında düşme eğiliminde olan kayıt dışılık 10 dönemdir artış eğilimini kesintisiz sürdürmektedir.


Sigortasız çalışan 10 Milyon 131 bin kişin % 41’i tarım dışı sektörlerde çalışmaktadır. Toplam istihdamın 30,8’ini oluşturan kadınlar, kayıtdışı istihdamın  % 41,1’ini oluşturmaktadır. Kayıtdışı istihdamın kadınlarda yüksek olma nedenlerinden biri, kadın istihdamının tarım yoğunluklu olması ve bu sektörde kadın kayıtdışılık oranının % 94,7 oranı gibi çok yüksek bir oranda olmasıdır. Ancak tarımdışı alanlarda da kadın kayıtdışılık oranının daha yüksek olduğu görülmelidir. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde işgücü piyasasına daha çok dahil olmak zorunda kalan kadın emeğinin en kötü çalışma koşullarına ve en düşük ücretlere tabi kılındığı bilinmektedir.


Toplam İstihdam
Kayıtdışı İstihdam
Toplam Kayıt Dışı Oranı
Tarımda Kayıtdışı Oranı
Tarım Dışı Kayıtdışı Oranı
Toplam    
28.758.000
10.131.000
35,2
84,5
22,2
Erkek
19.898.000
5.966.000
30,0
75,6
21,2
Kadın
8.860.000
4.165.000
47,0
94,7
25,0
   Kaynak: TÜİK Temmuz Dönemi Hanehalkı İşgücü İstatistikleri
Kayıtdışı istihdamın neden arttığı ayrıntılı bir araştırmayı gerektirmektedir. Ancak son bir yıl içerisinde emeği koruyan birçok uygulama OHAL KHK rejimi eliyle ortadan kaldırıldı. Gerek kamu emekçilerinin iş güvencesinin KHK’lerle aşındırılması, gerekse taşeron uygulamasının kamuda ve özel sektörde “temel istihdam biçimi halini alması”, sendikalılık oranlarının düşmesi ve örgütlü emeğin kısıtlanması, grevlerin engellenmesi, mesai ve izin düzenlemelerinin emek aleyhine yasalara tabi kılınması, bizzat işsizliğin artması gibi faktörler kayıtdışılığın artış nedenleridir. Bunlara ek olarak milli istihdam seferberliği adı altında işverenlere teşvik verilmesi ve kursiyer/stajyer “eğreti” istihdamının kendisi bizzat kayıtdışılığın özendirilmesi şeklinde ortaya çıkmıştır.
10 milyon 131 bin kişinin % 35’i ücretli veya yevmiyeli işlerde kayıtdışı çalışırken, % 32’si ücretsiz aile işçisi ve % 30’u da kendi hesabına çalışandır. İşveren olanların sadece % 2’si kayıtdışındadır. Tarım dışı sektörlerde kayıtdışı çalışanlar içerisinde ücretlilerin oranı % 60 iken kendi hesabına çalışanlar % 27, ücretsiz aile işçileri % 9 ve işverenler % 4'ü oluşturmaktadır.
Kayıtdışı çalışan sayısının 10 milyonu “yeniden” aşma nedenlerinden birisi olarak ifade edilen ve bir yılını dolduran “kiralık işçilik uygulamasının” legal hale getirilmiş olması, işletmelere “geçici iş ilişkisi adı altında” bir çok sürekli işi kayıtdışı yaptırma imkanı sunmuştur. İstihdam “geçici” olursa işsizlik “riski” daimi olur. Son bir yıl içerisindeki işsizlik artışlarında bu faktör göz önünde bulundurulmalıdır. 
İşletmeler herhangi bir şekilde istihdamın sosyal boyutunu öngörmeden kar amacı dışında bir saikle hareket etmez hale getirilmektedir. Özel istihdam büroları eliyle güvenceli, daimi ve aynı işyerinde istihdamın azaltıldığı bu süreçte emeğin reel kaybı sadece satın alma gücünün azalması değil aynı zamanda kayıtdışılığa itilme şeklide de gerçekleşmektedir.
Kayıtdışılığın artış nedenlerinden biri de turizm ve tarım sektöründe yaşanan krizlerin etkisi olarak ifade edilebilir. Her iki sektörde de kayıtdışı ve mevsimselliğin çok olması işsizliğin görece az artmasını açıklarken, yaşanan kayıtdışılığa dair de fikir vermektedir. Ayrıca “sezon sonuna doğru” bu yüzbinlerin de işsiz sayısına dahi olacağı öngörülmelidir.
Sonuç olarak artan kayıtdışılık tesadüfen değil uygulanan politikaların bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Kendisi başka bir yazının konusu olan “kamuda toplum yararına programlar (TYP)” kapsamında asgari ücretli olan işler için bile bir kadroya 20’den fazla kişinin başvurduğu bir yerde, avukatların ve hatta mühendislerin asgari ücretli çalıştırıldığı bir yerde, mülteci emeğinin bu kadar korumasız kaldığı bir yerde, kadın emeğinin görünmez ve değersiz kılındığı bu yerde  kayıtdışılığın bu kadar yayılması olağandır.
OHAL’in 5. uzatmasının ilan edildiği bu ülkede kayıt içinde kalmak, yani sigortalı çalışmanın yüklerini taşımak emekçilerin de tercih etmediği bir duruma dönüşmektedir. Artık, kayıtiçi çalışmak emekli olunabileceği anlamına gelmemektedir. İhraç edilenler de dahil emekliliği geldiği halde emekli yapılmayanlar veya emeklilik işlemleri geciktirilenleri görenler kayıt içinden kaçmaktadır. “Prim yatırsak da emeklilik hayal,” “- patron, benim primimi yatırma, bir miktarını ücret olarak öde”, “kayıtlı çalışırsam sadece sigorta primi değil Zorunlu Bireysel Emeklilik (ZBU) uygulaması kapsamında da ödeme yapacam” diyenler kayıtdışı çalışmaktadır.

Ancak bu maddelerin hiçbiri işçilerin kayıtsız, güvencesi, sendikasız, örgütsüz olmasından daha etkili nedenler değildir. Sendikalı işçilerin işten çıkarıldığı, hukuken korunmadığı bir yerde bu tarz gelişmelerin yaşanması olağandır. Türkiye’de uzunca bir dönemdir ekonomik büyümeye rağmen refahı artmayan büyük bir emek kesimi bulunmaktadır. “Yoksullaştıran büyüme”, “çalışan yoksullar” bu kayıtdışı çalışmanın sonuçlarıdır. Özellikle metropollerde uzun çalışma saatleriyle yıllarca çalıştırılıp yoksullukla cebelleşen milyonların olduğu bir ülkede yaşamaya devam ediyoruz. Bu Yaşamaksa!
*Not: Bu yazı 17.10.2017 tarihinde BİANETTE Yayınlanmıştır. Tüm Bianet Yazıları için Lütfen Tıklayınız.

30 Eylül 2017 Cumartesi

ORTA VADELİ PROGRAM(SIZLIK) İŞSİZLİĞİ ARTTIRACAK*


Siyasal iktidarın içerde ve dışarda emeğin koşullarını günden güne olumsuz yönde etkileyen irrasyonel politika tercihleri işsizliği arttırmaktadır. İşsiz sayısının sistematik bir şekilde artması 15 dönemdir devam etmektedir.  OHAL uygulamasının başlangıcından bu yana her dönem ortalama 433 bin kişi artış gösteren işsiz sayısının artması, siyasal iktidarın başta ihraçlar olmak üzere birçok politikasının sonucudur. Tüm politik tercihlerin tek elden yürütülmeye çalışılması, bakanlıklar arasında koordinasyonsuzluk ve ulusal istihdam(sızlık) stratejisinin sonucu olarak 2017 yılının sonunda açık işsiz sayısı 4 milyon sınırını, cumhuriyet tarihinde ilk defa aşıyor olacak. Mülteci emeği kullanımının yaygınlaşmasının yanısıra 11 Ekim 2016 yürürlüğe sokulan geçici işçilik adı altında “Kiralık İşçilik Uygulaması”, çalışma koşullarını ve reel ücretleri daha da kötüleştirmektedir.


10. Kalkınma (2014-18) planında azaltılarak % 30’a çekilmesi hedeflenen kayıtdışı istihdam oranı, azalışın aksine artış göstererek % 34 bandına yerleşmiştir. Son bir yıl içerisinde istihdama dahil olan her iki kişiden biri kayıt dışı alanda iş bulmaktadır. Bu yönüyle OHAL uygulaması döneminde kayıt dışı istihdam artmıştır. Bazı dönemlerde istihdam artışından daha fazla kayıt dışı istihdam artmıştır.

Emek açısından reel zam alınamaması[1], kadın-genç-engelli işsizliğinin tarihsel rekorlar kırması, güvencesizlik ve hukuksuzluk sarmalına terkedilmişlik durumu egemen iken önceki ve şimdiki Çalış(tır)ma Bakanlarının “işsizliği tek haneli yapacağız[2]” beyanlarının aksine bir Orta Vadeli  Program (OVP) açıklandı[3] ve işsizliğin 2 haneli (10,8) olacağı ifade edildi. Ancak önceki OVP’lerdeki öngörüsüzlük ve “reel verilerden yararlanılmadan” masa başı yazım yöntemi nedeniyle 2017 yılı için belirtilen tahmini oranın üzerinde bir işsizliğin gerçekleşeceği ifade edilmelidir.
Temel amaçları; makroekonomik istikrarın korunması, beşeri sermaye ve işgücü kalitesinin artırılması, yüksek katma değerli üretimin yaygınlaştırılması, iş ve yatırım ortamının iyileştirilmesi ve kamuda kurumsal kalitenin artırılması yoluyla büyümenin hızlandırılması, istihdamın artırılması ve gelir dağılımının iyileştirilmesi” olarak açıklanan OVP’nin; “işgücü piyasasının daha esnek hale getirilmesi” çerçevesi ile Ulusal İstihdam(sızlık) Stratejisine uygun hazırlandığı ortadadır. İşgücü piyasasının daha esnek hale getirilmesi; emeğin daha kolay işten atılması, örgütsüz, düşük ücretli, kısmi süreli ve en önemlisi sosyal güvencesiz çalışması anlamına gelmektedir. OVP’nin “istihdamın arttırılması ve gelir dağılımı eşitsizliğinin giderilmesi” amaçları ile esnekleşme politikaları arasında çelişki mevcuttur. Sanayi ve tarım sektörünün büyümeye kısmi katkılarının olacağı öngörülen ve hizmet sektörünün büyümeyi taşıyacağı belirtilen OVP’de “istihdamsızlık” esas alınmış gibi görünmektedir.
Çoğunlukla gerçekçi olmayan verilere dayanılarak hazırlanan OVP tahminleri 3 yıllık hazırlandıkları iddia edilse de 3 ay tamamlamadan ya revize edilmekte ya da açıklanan veri ile gerçekleşme arasında sapmalar yaşanmaktadır. İstikrarlı ve yüksek hızda ekonomik büyüme için “nitelikli istihdam” öngören OVP, işten atılan binlerce akademisyenin durumuna dair bir yaklaşım sunmamaktadır. 5.400 tıp doktorunu bile ihraç eden politika(sızlık) ile “nitelikli istihdam oluşturma” yaklaşımı arasında açık çelişki bulunmaktadır. Bazı üniversitelerin “araştırma üniversitesi” olarak belirlenip desteklenmesi hem akademik/bilimsel özerkliğe aykırıdır hem de geriye kalanların “araştırma üniversitesi” olmadığının göstergesidir. Onbinlerce doktoralı öğrenciyi işsizliğe terk eden OHAL rejiminin “yüksek katma değerli üretimi” hangi insan kaynağı ile gerçekleştireceği OVP’de belirtilmemiştir. Sonuç olarak 2017 yılı işsizlik ve enflasyon oranı “tek haneli olacak” açıklamalarına rağmen tek haneli olmayacaktır.

OVP’DEN Bazı Tespitler;

  • ·        Son 3 yıldır % 1 artan ve artışı devam eden işsizlik oranının “bu OVP Döneminde (2018-2020) hedeflenen azalışı” % 1 bile değildir. 2017 yılında 10,8 olması hedeflenen (ki bu hedef önceki 4 OVP dönemindeki gibi büyük bir olasılıkla tutturulamayacaktır) işsizlik oranının 2018’de 10,5 ve 2020 sonunda 9,6 olması hedeflenmektedir.

  • ·    “Son 10 yıldır tutturulamayan” enflasyon hedefi oranının, 3 yılın sonunda tutturulması hedeflenmektedir.
  • ·         2016 ve 2017 yıllarında kamudan yaklaşık 150.000 kişiyi işten atan siyasal iktidar, OVP’de 2018 yılı içerisinde 74.000 kişinin kamuda işe alınacağını ifade etmiştir. Ancak bu OHAL-KHK hukuksuzluğunun devam etmesi durumunda kaç kişinin işten atılacağı bilinmemektedir.

    ·         2016 ve 2017 yılarında “dolar bazında düşüş gösteren kişi başına düşen gelirin”, dolar kurunun artış eğilimine rağmen nasıl artış göstereceği ve 2020 yılı sonunda % 23’lük bir artışı nasıl sağlanacağı açıklanmaya muhtaçtır. Kötüye gidiş devam ederken iyiye gidişin ortaya çıkması muhaldir.

    AKP iktidara geldiğinden beri “temel kanun ve kalkınma planları” ile düzenlenip uygulamaya konulması gereken birçok başlığı/konuyu; “torba kanun, KHK, OHAL KHK’si” ile düzenlemiştir. Ancak AKP döneminin en temel karakteristiklerinden biri de uygulanmayan ve denetlenmeyen “eylem planları, strateji belgeleri ve programlardır.” Aynı konuda bile onlarca eylem planının birbirinden kopuk ve koordinasyonsuz yürütüldüğü açıkça gözlemlenebilir. İstihdam ve işsizlik başlığında şu anda cari olan 10. Kalkınma Planı, Ulusal İstihdam(sızlık) Stratejisi ve en son açıklanan OVP arasındaki çelişkiler, veri uyuşmazlıkları, politika değişiklileri tıpkı LYS-OKS-SBS ve TEOG değişikliği gibidir. 10. Kalkınma planına göre 2018 yılında işsizlik oranının 7,2’ye düşeceği öngörülmüştü ancak OVP’de bu oran 10,5 olarak (ki daha yüksek gerçekleşecektir.) açıklanmıştır. Aynı değerde sapma oranı % 46’dır.

    Sonuç olarak bir belgenin başlığında “plan, strateji, program” gibi gelecek öngörüsü içeren kelimelerin olması o belgeleri  “plan, strateji, program” yapmaya yeterli değildir. Özgün koşullarda elbette revizyon ve güncelleme çalışmaları tüm belgeler ve tahminler için olabilmektedir. Nitekim dönem dönem OECD, EUROSTAT, IMF gibi kurumlar da revizyon, güncelleme ve yöntem değişiklikleri nedeniyle geriye ve ileriye dönük tahmin ve projeksiyonlarında değişikliğe gidebilmektedir. Ancak Türkiye’de eğitim, istihdam ve işsizlik meselesi üzerine alışkanlık haline gelen politikalardaki oynaklık, bir deneme tahtası veya pilot/proje uygulama alanında milyonların yoksullaşması ile sonuçlanmaktadır.

    OVP’lerin “üç vakte kadar olacak” dediği iyi gelişmeler üç OVP’dir gerçekleşmedi. Gelir dağılımı bozuldu[4], dış ticaret-cari işlemler-bütçe açıkları yeniden ortaya ve artarak çıktı. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında, önceki yıl ekonomik kriz olmasına rağmen işsizlik oranı % 10,3’tü. Aradan geçen 18 yıldan sonra işsizlik oranı daha düşük olmayacaktır. Çünkü işsizliğin yüksek tutulması politik bir tercih olup en temel AKP stratejisidir.



[4] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=24579


12 Eylül 2017 Salı

10 Ekim’in 2. Yıl Dönümünde Utanç Müzesi’ndeki Utanç Kimin?*

Devrimci 78’liler Federasyonu, her yıl açtığı “12 Eylül Utanç Müzesini”, bu yıl Türkiye’nin başkenti Ankara’da “İdamlar ve Katliamlar” içeriği ve “Ne Darbe Ne Diktatörlük” temasıyla Çankaya Belediyesi Sanat Galerisi’nde 8 Eylül akşamı açtı. Müze sabah 9 akşam 18 saatleri arasında 23 Eylül tarihine kadar ziyaretçilere açık. 

Türkiye’nin yakın tarihinin idam ve katliam mağdurlarının öykülerine, kişisel eşyalarına yer veren müze kapsamında 16 Haziran, Çorum, Diyarbakır Cezaevi, Sivas, 19 Aralık, Roboski, Soma, Gezi,  Suruç, 10 Ekim katliamına ilişkin bölümler oluşturulmuştur. 12 Eylül faşist darbesi öncesi ve sonrası idamlar ve işkencelerde öldürülenler dışında Metin Göktepe, Ahmet Kaya, Uğur Kaymaz gibi birçok politik cinayetin maktullerine ait kişisel eşyalar da sergide sergilenmektedir. Müze, adının hakkını verecek şekilde Türkiye tarihinin bir utanç tünelinde dolaşıyormuşsunuz duygusunu iliklerinize kadar hissettirmektedir.


Bir yanda katilleri cezasız bırakılmış “Ben Annemi İsterim” diyen “binlerce” çocuğun adının olduğu liste, karşısında OHAL KHK rejiminin adaletsizliğine karşı 300 günden fazladır direnen Nuriye, Semih ve Velinin resmi, aralarında Sivas’ın Işığı Sönmeyecek listesi, bir yanında bir avuç kömürle Soma Katliamı listesi, diğer yanında bir katırla taşınan Roboskili’lerin delik deşik olmuş elbiseleri… Hepsinin ortasında Gezi’nin düş yolcuları ve Berkin’i temsilen çocuklara bırakılan misket sepeti… 

Utanç tünelinde ilerledikçe temsili 12 Eylül işkencehanesi ve işkence ile öldürülenlerin hatıraları, temsili işkence aletleri ve yanı başında Çorum katliamının soğuk görüntüleri…  Çorum’un karşısında Suruç ve yanı başında 10 Ekim katliamında alanda bulunan ve sahipleri bulunmayan eşyaların sergilendiği bir utanç köşesi daha… Üzerindeki kan kurumuş bir “ayetli kolye, 10:04’te durmuş bir kol saati, kanlanmış paralar, camına kan sıçramış bir gözlük, bir Atatürk rozeti, yaşamını yitirenlerin elbiseleri, ayakkabıları, sırt çantaları, kitapları…” 


10 Ekimde Ankara garında, “Emek, Barış ve Demokrasi”  meydanındaki yurttaşlar, bu ülkenin aydınlık yüzü ve barış emekçisi olan insanlardı. Onlar, o güneşli günün sabahında, Türkiye’nin dört bir yanından oraya geldiler. Bu ülkeyi emek, barış ve demokrasinin tesis edildiği bir ülke haline getirmek istediler. Ama IŞİD ve karanlık destekçilerince, kamusal sorumluluk taşıyanlarca hiçbir tedbir alınmaması nedeniyle, katledildiler. Türkiye’nin başkenti Ankara’ya emek, barış ve demokrasi mitingi için gelenler, yaşamlarını yitirdi ve Türkiye’nin 42 iline cenazeleri gönderildi. Bu korkunç utan verici resim içerisinde geride kalanların tedavileri kamusal sorumluluk kapsamında görülmedi ve yüzlerce on ekim yaralısı tüm dayanışma imkanlarına rağmen gelinen aşamada kendi imkanlarıyla tedavilerini sürdürmektedir.



10 Ekim 2015’te Türkiye’nin başkenti Ankara’da olan on binler, yukarıda sunulan bu “dünyanın en uzun utanç tünelinin” son bulması için 81 ilden geldiler, 8 mevsim, 23 ay, 704 gün önce… Bu ülkenin, emeğin ve barışın tesis edildiği bir demokrasi ülkesi olması için gelen on binlere karşı, binlerce kilometrelerden yol alınarak getirilen bombalar atıldı. Bu katliamdan 102 kişi yaşamını, 500’den fazla yurttaş fiziksel olarak yaralandı ve biri yoğun bakımda olmak üzere 30’dan fazlasının ağır tedavisi hala devam etmektedir.



25-26 Eylül 2017 tarihinde bu katliamın “tetikçilerinin” yargılandığı 10 Ekim davasının, 5. Tur duruşmaları “Ankara Adalet Sarayında” görülecek. Demokratik kamuoyunun hem 10 Ekim yaralıları ile dayanışması, hem 10 Ekim davası duruşmalarını sahiplenmesi hem de 10 Ekim’de yaşamını yitirenlerin mücadelelerine ve anılarına sahip çıkması birçok açıdan elzemdir.
Yazıyı bitirirken; 10 Ekim’in 2. Yıl Dönümünde Utanç Müzesi’ndeki Utanç Kimin? Sorusunu sormak zorundayız. Bu utanç, müzeye ziyaretçi olarak gelip gülümsemesi azalan yurttaşların utancı değil veya bu utanç; idam, katliam işkence düzeninin mağdurlarının değil… Bu utanç ne Uğur Kaymaz’ın ne de Berkin Elvan’ın… 

Sadece 10 Ekim için değil yaşanan bunca idam, katliam ve faili meçhulden sonra ülkeye dayatılan OHAL-KHK rejiminin, bu utanç tünelini dünyanın “en uzun tüneline” çevirme çabası göz önündedir. Bu utanç, AKP dahil bu ülkenin siyasal iktidarlarının  çabasının sonucudur.

Demokrasi ve hukukun terk edilmesi utanç müzesinin harcıdır. Utanç Müzesi Ethem’in vurulduğu yere 300 metre ve 5 dakika uzaklıktadır. 10 Ekim Barış Emek ve Demokrasi Meydanı’na yaklaşık 5 kilometre mesafededir. İlk yapılması gereken şeyi yani “unutmamayı” başarmak için 23 Eylüle kadar bu utanç müzesini dolaşabilirsiniz. Bir çok yer ve ilde olduğu gibi Sivas, Maraş, Çorum, Gazi, Gezi, Ankara, Roboski, Soma, Suruç, …,  derken katliamların hatırlanmaması için ve ülke genelinin katliamlarla anılmaması için bu katliamları unutmamak ve katillerden hesap sormaktan vaz geçmemek gerekiyor. Payımıza düşen utancın olmaması dileğiyle. 


Müzenin öğrettiği şey: “Biz düşsek de yeniden kalkarız, düştüğümüz yerden” 

*Not : Bu yazı 11.09.2017 tarihinde Bianette yayınlanmıştır. Bianette yayınlanan tüm yazılarıma ulaşmak için linki tıklayabilirsiniz.   

24 Ağustos 2017 Perşembe

Memur % 17,5 Zam için 22 Ay Bekleyecek. Özetle Reel Zam Yok*

Türkiye’de ücretli kesim Türkiye emeğinin yüzde 66-69’unu oluşturuyor.
Ekonomik kriz, OHAL, ihraçlar, niteliksiz üniversiteler, eğitimin gericileştirilmesi, mülteci göçü, beyin göçü gibi “İşsizliği Kasıtlı Arttıran Politikalar” ile ücretli kesimin reel olarak yoksullaşması derinleştiriliyor. Bu kapsamda gerek asgari ücretliler gerekse kamu emekçileri ve taşeron işçileri süregelen ekonomik kriz hali içerisinde yoksullaşmışlardır.
Emekçilerin zam talepleri kısıtlanıp, grevleri engellenirken yüksek enflasyon ve kur etkisi reel alım güçlerini düşürüyor. Birinci OHAL döneminde 2,92-3,10 bandında bir eğilim sunan dolar, ikinci OHAL döneminde 3,07-3,85 bandında ve üçüncü OHAL döneminde ise 3,71-3,88, dördüncü ve beşinci OHAL döneminde ise 3,49-3,74 bandında bir eğilim gösterdi. Kur yükselişlerinin ani ve çok sık olması ama kur düşüşlerinin daha yavaş ve daha az gerçekleşmesi dışa bağımlı bir ekonomi de birçok yönüyle yapısal sorunlara yol açacaktır.
İrrasyonel iç ve dış siyasetin ekonomiyi getirdiği nokta “10 Gün bayram tatili” ile taçlandı! Bütçenin açık verdiği bu süreçte Meclis tatilde, Yargı Adli tatilde tüm memleket de bayram tatilinde! Memleket “olağanüstü bir halde” ama herkes tatilde.
Bu tatil havasında gündemi bir aydır meşgul eden bir konu da memurların 2020 yılına kadar alacakları zam odaklı toplu iş sözleşmesi (TİS) tartışması oldu.
Bu konu ile ilgili en temel sorunlardan biri, tartışmanın sadece zam üzerinden gitmesidir.
İşyerlerinde mobing, taciz, kayırmacılık gibi gittikçe yaygınlaşan sorunlardan taşeron, 4-C, TYP, sözleşmeli gibi a-tipik çalışma biçimlerinin sorunlarına kadar birçok sorunun ele alınıp çözüm iradesinin sunulması gereken metin “buçuklu sendikal yaklaşımla” kapandı.
Memur-Sen 21 Ağustos 2017 tarihinde müzakere edilebilir bulduğu teklife eklenen tek buçuk ile imza attı. Kadın, engelli ve genç emekçilerin iş hayatında yaşadığı bir çok sorun gündemleştirilmedi. Önceki TİS’te sözleşme altına alınan birçok madde yerine getirilmedi.

Memur-Sen ne teklif etti, neye imza attı?

Memur-Sen teklifinin enflasyon etkisiyle zaten negatif bir teklif olduğu, bu durumun önceki yıllarda da “enflasyon farkı” alınarak zaten teyit edildiği, hatta 2014 yılında bu farkın da alınmadığı ifade edilmişti.
Ancak bu yıl 22 Ağustosta imzalanan TİS’te Memur Sen teklifinin dahi yarısının altında bir teklif kabul edildi. 2020 yılına kadar kamu emekçileri kesinlikle reel bir yoksullaşmaya terkedildi. Memur Sen’in  en düşük teklifi ile kabul ettiği arasındaki oranlar aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

Tablodan görüleceği üzere Memur-Sen’in dönemsel zamlarının toplamı tekliflerinde 34, kabullerinde 16,5’tur. Teklif ile kabul arasındaki fark 17,5’tur. Ancak zam artışlarının bu oranlar üzerinden yapılması yanıltıcı olmaktadır. Önemli olan emekçilerin ortalama aylıklarındaki artıştır.
Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın “kümülatif” zammın yüzde 17,5 olduğunu Twitter hesabında deklere etti.
Tekrar etmek gerekirse kümülatif zam değil ortalama zam gerçekçi bir değerlendirme imkanı sunacaktır. Yani sayın Genel Başkan ortalama zamlara da ilişkin bir açıklama yapmalıdır. Bu yönüyle yapılan zammın enflasyon altında olduğu daha net görülecektir. Bu nedenle 22 ay sonra Temmuz 2019 yılı zammı üzerinden gerçekleşecek duruma dayanarak bir değerlendirme yapmak yanıltıcıdır. Memurlar yetkili sendika olarak Memur-Sen’i seçtiği için 2018-19 altı aylık dönemleri için  4+3,5+4+5 şeklinde dönemsel zam sözleşmesi imzalamışlardır. Bu imzayı attıran Memur-Sen değil Memur-Sen’i yetkili yapan memurlardır.
Dönemsel zammın aylık maaşa yansıması 2018 yılı için yüzde 5,8 ve 2019 yılı için yüzde 6,6 şeklinde olup ortalama zam 6,5 şeklinde olacaktır. Yani dönem başında 100 birim maaş alacak bir kamu emekçisinin aylık maaş artışı ortalama olarak 6,5 birim olacaktır. Bu oranlar, 2 bin 500 TL aylık maaş alan bir kamu emekçisinin aylığına uyarlandığında aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır.


Buradan hareketle memurların “Kümülatif yüzde 17,5” zam aldığı yönündeki Memur-Sen Genel Başkanının açıklamasının gerçekleşebilmesi için 22 ayın geçmesi gerektiği görülmektedir. Ayrıca 22 ay geçtiğinde dahi bu oran ortalamalar üzerinde yine gerçekleşememektedir. Aralık 2017 ayında 2.500 lira alan bir kamu emekçisi için 2019 Yılı II. Dönem maaşı (Temmuz 2019’dan itibaren) vergi dilimi etkisi hariç tutulduğunda 2.861 TL olacaktır. Buradan da görüleceği üzere kümülatif zam oranı  [(2.821-2500)/2500*100] yüzde 14,5 olacaktır.
Aşağıdaki Memur-Sen’in üç alternatifli teklifleri ile tüm sonuçlarının hükümet tarafından dikkate alınmadığı görülmektedir. 2018 Temmuz dönemi teklifi bir yıl sonra 2019 temmuzunda bile gerçekleşmemektedir.
Kaynak: Memur-Sen[2]
Yukarıda gösterilen Memur-Sen’in tüm alternatifleri bile ortalama zam yaklaşımıyla ele alındığında yüzde 17,5 olmamaktadır. Ancak hükümet tarafından sunulan tekliflerin, bunların yarısının altında oranlarla sunulması ve Memur-Sen’in “dün (21 Ağustos 2017)” bu teklifi ret edip bugün “buçuk” eklemeyle kabul etmesi sonucu, kaybeden sadece Memur-Sen üyeleri olmamış, milyonlarca kamu emekçisi ve emeklisi aileleri ile birlikte kaybetmiştir. Ortaya çıkan tablo OHAL hukuksuzluğu ve Memur-Sen sendikacılığının sonucudur. Sayın Ali Yalçın’ın belirttiği 17,5 kümülatif zam 2019 Temmuzunda yani bugünden 22 ay sonra gerçekleşebilir.
Ayrıca kamuda çalışmanın güvencesizleştirildiği, 150 bin kişinin ihraç edildiği, her 3 kişiden birinin taşeron işçisine dönüştürüldüğü bir “kamuda” zam oranı tartışması öncelikli olmamalıdır. Kamu emekçilerinin seçimi, sınıflandırılması, kariyer-liyakat ve atama uygulamaları güdümlü sendikacılık ile örtüştüğü sürece reel zam alınamayacağı görülmelidir. 

*Bu yazı 22.08.2017 tarihinde Bianet'te yayınlanmıştır. Tüm Bianet Yazılarıma ulaşmak için tıklayınız.

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Milli İstihdam Seferberliği Kayıtdışı İstihdamı mı Arttırıyor!*

Türkiye’de siyasal iktidarın iç ve dış politikadaki irrasyonel yönelimlerinin faturası emekçilere kesilmektedir. Bir yanda yandaş sendikaların desteği ile reel zam alma ve gerçek sendikal mücadele engellenirken öte yanda OHAL fırsatçılığı sayesinde emekçilerin grev gibi temel hakları dahi kısıtlanmaktadır. TÜİK Mayıs dönemi verilerine göre kamu alanında çalışan sayısı azalırken işsiz sayısı 372.000 kişi daha arttı. Böyle olumsuz bir süreçte Çalış(tır)ma Bakanlığı’nın “öncülüğünde” 2017 yılı başında Milli İstihdam Seferberliği (MİS) adı altında işsizlik sigortası fonunun işverenlere verilmesinin önü açılmıştı.  

Genellikle iddia edildiği gibi “işsizliği azaltmak amacıyla” başlatılan MİS’e rağmen bir yılını dolduran OHAL’de işsizlik tüm dönemlerde artış gösterdi. Hatta bu süreçte Cumhuriyet tarihinin en yüksek işsiz sayısına ulaşıldı. OHAL sürecinde İŞKUR, SGK gibi kurumlar resmi bültenlerini ya açıklamadılar ya da geç açıkladılar. Önceki Çalış(tır)ma Bakanı döneminde MİS kapsamında “bir milyondan fazla”[1] istihdam sağladıklarını iddia eden Bakan ve Kurumlar (ÇSGB, İŞKUR, SGK) bu veriyi herhangi bir resmi istatistik ile kamuoyuna sunamadılar. İŞKUR’un 7 ay gecikmeyle açıkladığı aylık istatistik bültenine göre 2017 yılı içerisinde Türkiye genelinde Bakan beyin iddia ettiği gibi bir milyon kişi değil 643.093 kişi işe yerleştirilmiştir. Bu sayıya mükerrer yerleştirmeler de dahildir. TÜİK ve SGK verilerine göre de istihdam artışı hiçbir dönem bir milyonu geçmemiştir.  

OHAL ve daha sonra MİS döneminde istihdam artışının iddia edildiği gibi “sosyal güvenceli olacak şekilde yapıldığı” her hangi bir veri ile desteklenememektedir. Hatta tam tersi yönde TÜİK’in açıkladığı en güncel veriye göre son bir yıl içerisinde ve MİS’in uygulandığı 2017 yılında istihdam artışı daha çok kayıtdışı alanda olmaktadır. Son 3 yılın verilerinin gösterildiği aşağıdaki grafikte görüleceği üzere OHAL ve MİS uygulaması döneminde temel eğilimlerden biri, istihdam artışı içerisinde kayıtdışılık oranının önemli boyutta olmasıdır. 2015 yılında kayıt dışı istihdam azalış (toplam istihdam artışının % 19’u kadar) göstermiştir. Ancak 2016 yılında OHAL döneminde dramatik bir artış gösteren kayıtdışı istihdam artışı Aralık 2016 döneminde % 105 gerçekleşmiştir, yani kayıtdışı işe yerleşen sayısı kayıt içi işe yerleşen sayısını geçmiştir. Aynı düzeyde olmasa da istihdam artışında kayıtdışılığın arttığı görülmektedir. TÜİK verilerine göre en son veri olan Mayıs döneminde her 100 istihdamın 53’ü kayıtdışı alanda gerçekleşmiştir.


Milli İstihdam Seferberliği hala uygulanmaktadır. Bu kapsamda kaç kişinin işe yerleştirildiği ve bu uygulamanın işsizler için oluşturulan işsizlik fonuna maliyetinin ne olduğu kamuoyuna sunulmamıştır. Dolaylı verilerden bazı değerlendirmeler yapılabilir ancak resmi bir bültenle bu uygulamanın maliyeti kamuoyuna duyurulmalıdır. Fonun reel olarak azaldığı, efektif yönetilmediği “işsizlik sigortası bülteni Temmuz 2017 sayısından alınan” aşağıdaki görselde gösterilmiştir. Buna göre 2016 yılı itibariyle fonun getirisi Yurtiçi ÜFE oranının dahi altında kalmaktadır. Son bir yıl içerisinde yani OHAL ve MİS uygulaması döneminde aradaki makas daha da açılmış ve fonda reel azalış hızlanmıştır. Dolar bazında tutarı, son bir yıldaki döviz kuru eğilimi nedeniyle azalış yönünde olan işsizlik sigortası fonunun işsizlik ödeneği dışında kullanılma alanlarının seçim ve referandum dönemlerinde yaygınlaşması nedeniyle de azaldığı ifade edilebilir.   

Bir yandan MİS adı altında Milyar TL’lere varan fon miktarı kullanılmakta öte yanda istihdam artışının çoğunluğu kayıtdışı alanlarda gerçekleşmektedir. Bunlar gerçekleşirken işsizlik fonunun işsizlik ödeneği dışındaki kullanım alanları çoğaltılmaktadır. Temmuz 2017 dönemi Fon Bülteni’nde fon giderlerinin % 41’i “Diğer Giderler” adı altında gösterilmiş olup bu diğerlerin ne olduğu açıklanmamıştır. Diğer adı altında % 41 gösterilemez.

SGK’nin Mayıs Ayı Sigortalı istatistikleri de bu duruma ilişkin bazı ipuçları sunmaktadır. Aşağıdaki tabloda gösterildiği üzere MİS uygulamasının etkisi “Çırak” şeklindeki sigortalıların neredeyse tümünün “Stajyer ve Kursiyer” statüsüne dönüştürülmesinden ibarettir. Bu şekilde işverenlere işsizlik fonundan daha çok ödeme yapılabilmektedir. Ayrıca 2016 Aralık ayındaki zorunlu sigortalı sayısındaki düşüş ile yukarıda TÜİK Aralık verisinin uyumlu olduğu da görülmelidir. Kesinlikle geçici, güvencesiz ve işsizlik sigortası fonu kullanılarak işverenlere ucuz işgücü olarak sunulan stajyer ve kursiyerlerin yeni net sayısı (832.000) hariç tutulduğunda aktif sigortalı sayısının azaldığı ifade edilebilir.


MİS ile ilgili olarak aşağıdaki sorular hala yanıt beklemektedir?

  • 2017 yılı içerisinde kaç kişi bu program kapsamında işe yerleştirilmiştir ve bu işe yerleştirmelerin işsizlik sigortası fonuna net mali yükü nedir?

  • Bu kapsamda işe yerleştirilenler İŞKUR aracılığıyla işe yerleştiriliyorsa İŞKUR’un 7 ay gecikmeyle de olsa resmi bültenle açıkladığı sayı ile önceki Bakanın açıkladığı sayı arasındaki 400 bin fark nedir?

  • MİS kapsamında “bir milyon” işe yerleştirme yapıldıysa SGK ve TÜİK verileri neden bu veriyi desteklemiyor. SGK’li olmayacak şekilde MİS kapsamında istihdam yapılmakta mıdır? Stajyer ve Kursiyerler istihdamda sayılıyorsa teşvik süresi dolan kaç stajyer  ve kursiyer işine devam etmektedir?

  • SGK Ocak-Şubat-Mart 2017 Sigortalı İstatistiklerini neden yayımlamamaktadır?
 Sonuç olarak içinden geçilen OHAL dönemi emekçilere yönelik birçok reel saldırıya imkan sunmaktadır. 2019 seçimlerinin tartışılmaya başlandığı bugünlerde emek açısından 2018 yılının da birçok zorlukla geçeceği öngörülmelidir. Bütçe açıkları, çift haneli enflasyon ve işsizlik olan bir ekonomide ücretlerin reel artışını engellemek için birçok politika uygulanırken çalışma koşulları geriletilmekte, kazanılmış haklar tartışmaya açılmaktadır. “İşsizler, ataması yapılmayanlar, ihraçlar” reel üretim alanlarından uzaklaştırılırken milyonları aşan sayıda yurttaş reel olarak mağdur olmaktadır. Seçimler üzerine bir tartışma başlatılacaksa bu milyonların hanelerinden sokaklarına doğru başlatılmalıdır. MİS göstermektedir ki ne kadar fon harcanırsa harcansın emekçilerin sofrası küçülmektedir. “İşsizler, ataması yapılmayanlar, ihraçlar ve bu “ortak grubun” ailelerinden oluşan milyonlar reel bir yaşam için mührü unutulmamış reel bir seçime çalışmaya başlamalıdır.


* Bu yazı 16.08.2017 Tarihinde Bianet'te yayımlanmıştır. 

3 Ağustos 2017 Perşembe

MEMUR-SEN REEL ZAM TALEP ETMİYOR!*


2017 yılı kamu alanında hem işçiler hem de memurlar için toplu iş sözleşmesi (TİS) yılıdır. OHAL koşullarında grevlerin engellendiği, işsizlik ve enflasyonun duble haneli gerçekleştiği, bütçe açıklarının yaşandığı bu olumsuz ekonomik tablo içerisinde yıllardır reel zam alamayan kamu emekçileri 1 Ağustos itibariyle TİS “görüşmelerini” takip edecekler. 2001 yılında “50 bin” üyesi olan Memur-Sen Konfederasyonu, 2017 yılı TİS görüşmelerine bir milyona varan üye sayısıyla tüm iş kollarında “y-etkili sendika” olarak görüşmelere katılacak. Ancak 2014 yılı için öngörülmeyen enflasyon farkı alımı da dahil edilince kamu emekçilerinin 2010 yılından bu yana reel zam almadıkları görülmektedir.
“Memurların enflasyon farkı alması reel zam almamanın ispatlanması anlamına gelmektedir.” Çünkü bu uygulama gerçekleşen zammın enflasyon oranı altında gerçekleştiğini gösterir. 2014 yılında bu bile alınmamıştır. Memur-Sen Konfederasyonun 2017 yılı zammı için önerdiği teklifin tüm alternatifleri iki yıllık kümülatif enflasyon % 15 ve üzeri olması durumunda reel olarak zam alınmaması anlamına gelmektedir. An itibariyle enflasyonun yıllık iki haneli gerçekleşeceği kesinleşmiş gibidir. Döviz kurunda oynaklığın devam etmesi ve OHAL koşullarının ekonomiyi olumsuz etkilemesi durumunda bu oranın daha da yükselebileceği öngörülmelidir.  
Memur-Sen’in sunduğu teklifte zam oranları ve gerçekleşecek kümülatif zam miktarı doğru yöntemle hesaplanmamıştır. Enflasyon ve vergi dilimi etkileri nedeniyle oluşabilecek kayıplar göz ardı edilse dahi Memur-Sen’in ilgili açıklamasında ifade ettiği 2 yıllık kümülatif zam açıklaması yanıltıcıdır. Zam oranı;  ortalama aylık ve ortalama artış üzerinden değerlendirilmelidir. Memur-Sen’in kendi teklifine göre de aşağıdaki tabloda gösterildiği üzere ortalama zam % 15 ve altındadır. Sadece 2017 enflasyonunun % 10 üzerinde olduğu ve önerilen teklifin reel zam öngörmediği ifade edilebilir. 


Memur-Sen’in en düşük memur maaşı olarak öngördüğü bekar bir hizmetli (13. Derece) maaşı olan 2.405 TL’ye 2018’in ilk 6 Ayı için öngördüğü % 10 ve 2. Dönemi için öngördüğü % 6’lık artışlar uygulandığında Aylık ortalama maaş 2.405 TL’den 2.725 TL’ye çıkmış olacaktır. Ortalama zam ise aylık 320 TL olup yıllık ortalama zam oranı yukarıdaki tablola da görüleceği üzere % 13 şeklinde gerçekleşecektir. Aynı şekilde 2019 yılı için ilk 6 ayı için öngörülen % 10 ve 2. Dönemi için öngörülen % 8’lik artışlar uygulandığında ortalama maaş 3.117 TL’ye ve Ortalama Zam 392 TL’ye çıkmış olacaktır. 2018 ve 2019 yılları için zam oranı sırasıyla % 13 ve 14 olarak teklif edilmiştir.
Buradan hareketle söz konusu hizmetli kamu emekçisi 24 ay için  (12X2.725)+(12X3.117) maaş alacaktır. Yani 24 ay için toplamda 70.105 TL alacak olup ortalama aylığı 2.921 TL olacaktır. Yani Memur-Sen’in öngördüğü ortalama zam oranı ifade edildiği gibi % 38 ve üzerinde bir zam oranı değildir. Ortalama iki yıl için % 21 cari artış (ortalama 516 TL) öngörülmüştür. Yıllık ortalama enflasyon oranının % 11 ve üzerinde gerçekleşmesi durumunda (an itibariyle gerçekleşen enflasyon bu yöndedir) Memur-Sen’in 7 yıldır yaptığı gibi reel zam teklif etmediği görülecektir.
Kamuda ihraçlar nedeniyle iş güvencesinin kaldırıldığı, OHAL-KHK baskıları nedeniyle mobingin arttığı bir dönemde sadece maddi maaş hesapları üzerinden bir TİS mantığıyla hareket etmek rasyonel değildir. Ancak bu konuda da ilgili kamuoyunun doğru yönlendirilmesi gerekmektedir. Binlerce üyesi ihraç edilen Memur-Sen bu konu hakkında herhangi bir TİS talebi dillendirmemiştir. Memurlar yıllardır enflasyon farkını hem de dönem sonunda alarak zaten reel zam almamıştır. Sadece enflasyon karşısından eriyerek değil döviz kuru etkisiyle de memurların satın alma gücü azalmıştır. 2.404 TL maaşın  OHAL dönemindeki dolar bazında görünümü aşağıda gösterilmiştir. Görünen eğilim tüm ücret düzeyleri için geçerlidir. OHAL etkisiyle reel ücretler azalmıştır.


Sonuç olarak kamu emekçilerinin 2020 yılına kadar alacakları zammın belirleneceği TİS görüşmeleri bu hafta “y-etkili” sendikanın teklifiyle kadük başlamıştır. Hem sunulan zam teklifi hem de enflasyon-kur etkisiyle memurların reel olarak daha yoksullaşacağı bir döneme girildiği ifade edilebilir. Gerçek toplu sözleşme yapmanın koşulları için 4688 sayılı kanunun değişmesi ve grevli toplu sözleşmenin önünün açılması gerekmektedir. Bu ön açma işlemi sadece bir yasama faaliyetiyle değil kamu emekçilerinin siyasal-sendikal tercihleri ile olacaktır. 
*Bu yazı Bianet'te 31 Temmuz 2017 tarihinde yayınlanmıştır. 
Not: Yüzbinlerce kadın üyesi bulunan Memursen TİS masasına sadece erkeklerle katılım göstermiştir. KESK'in katılımının hukuksuz bir şekilde engellenmiş olmasının bu boyutu da göz önünde bulundurulmalıdır. 

Öne Çıkan Yayın

DEM PARTİ MÜŞAHİDİ OL!

  İYİ BİR MÜŞAHİT NE YAPSA DAHA İYİ OLUR   İyi bir müşahit “müşahede altında olan ülkenin” tarihi seçiminde görev alacak sandık kurulu üyesi...