Az sonra 177. gününe girecek olan Leyla Güven'in açlık grevi üzerine 176. gününden yazı yazan Levent Gültekin'nin "buyurmasına" yanıt vermeye gerek var mı yok mu diye düşünürken böyle bir yazı ortaya çıktı. Kamuoyuna verdiğim rahatsızlıktan dolayı baştan özür dilerim ama bu sığlığı, yüzeyselliği ve çiğliği ifade etmeden geçemeyeceğim.
Başımıza her konuda guru kesilen söz konusu şahsın, açlık grevleri sürecinde HDP'nin yaptıklarından habersiz olması veya HDP'ye yapılanlara habersiz olması yine özrü kabahatinden fazla bir durum olmalıdır. Haberliyse bu ne yazı!
Açlık grevi kararının HDP genel yönetimi tarafından alınmamış olmasını bilmiyor olamaz Gültekin.
Haksız yere ceza evinde tutulan ve seçilmiş HDP'li bir milletvekili tarafından başlatılmış olmasını da. Yeri gelmişken "o millet vekili" Anayasaya göre "Türkiye milletvekilidir."
Kendisinin de hem nalına hem mıhına vurmak için "E canım tecrit de zaten hukuka aykırı, devlet de zaten bildiğimiz devlet" dediği nedenle bu sürecin başlamış olmasına dair, büyük gurunun karın gurultusu dışında bir ses çıkardığını görmedik. Karnından değil, uzun yazılarıyla bu konuya dair ne yapacağını/yazacağını kıymetli kamuoyuna aktarması gerekmez mi? Yoksa bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçim adaylığı için yaptığı hazırlıklardan dolayı vakit mi bulamıyor!
Süreç başladığı günden bu yana HDP'nin neredeyse her an ve her programda söz konusu sürecin risklerine, yaşam hakkının kutsallığına dair çabaları, açıklamaları ve etkinlikleri/eylemlerinin kesintisiz sürmesi nasıl görülemez ki. Bu konuda yazı yazacaksa insan, Milletvekili olmasına rağmen fiili dokunulmazlığı kalmayan Saliha Aydeniz, Ebru Günay ve Remziye Tosun'a yapılan muameleyi mi görmez? Yoksa onları yürütmeyeceğini söyleyen iktidarı mı? Hiçbir şekilde hiçbir soruya yanıt vermeyen Meclisi mi? Hangi birini görmez. Görmeden nasıl yazar!
Yazının ve yazarın en temel sorunu; HDP'li seçilmişlerin konuya dair en ufak açıklamalarının dahi nasıl illegal bir şekilde bastırıldığına tanık olması ve bu konuyu susarak geçiştirmesidir. Gültekingillerin söylediklerinden çok "sustuklarına" bakmamız gerektiğini bu süreç bir kere daha öğretmiştir. Bu konuda yalnız olmadığını biliyoruz.
Yazının en ahlaksız kısmı ise; Demirtaş, Yüksekdağ, Kışanak, Baluken.... binlerce seçilmiş kişi "içerde" iken "HDP’ye meşru siyaset zemini bırakılmamasına" yazarın savurduğu gerekçelerdir. HDP için "içerde kalmak diye" başlayan cümlelerde, mantık ve vicdan vb. arayan kısımda, yazar serbest bir savrulma kıyasına girişmektedir. Hızını alamayan gurumtrak, arada AKP'yi de aynı yöntemle uyardığını ama gel gör ki kimsenin kendisini dinlemediğini de "çıkarıveriyor."
Yazıyı bitirirken PKK'yle devlet arasında varsaydığı "şaibeli çıkar ittifakı" yazının en absürt ve yıllardır duyduğumuz ama hiçbir işe yaramayan tezine ise diyecek tek bir kelime yoktur artık. Bu saçmalık üzerine başka söz etmeden yazarın son yanlış tespitine geçelim ve büyük harflerden oluşan ego sorununa son verelim.
"HDP’deki oy kaybı da bu çaresizliğin, çözümsüzlüğün neticesi." diye bitirilen yazı ile başlık arasındaki kopukluk ve saygısızlık, yazının ruhunu gösteriyor. HDP'nin politik önceliklerinin neler olduğunu, tecritin bu politik önceliklerin neresinde durduğunu, yaşanan kriz de dahil ülkenin en temel meselelerine HDP'nin nasıl ve hangi çabayla yaklaştığının görülebilmesi için, Gültekin'in Düzce'de anaların sırtına vurulan copa, Diyarbakır'da yerlerde sürüklenen annelere yapılan muamaleye iki kelam etmiş olması gerekmez miydi?
Kendi fanusundan dünyaya ahkam kesmeye değil, açlık grevinde olan 4 HDP'li milletvekilinin gözünden cezaevlerine bakabilseydi öyle tepeden tepeden yazıyı yazmazdı Gültekin. HDP'deki oy kaybı diye cümle kuracaksa bir kişi bunu böyle bir yazıda kurmamalıdır. Çünkü HDP'nin oy kaybının en son nedeni bile açlık grevleri olamayacağı gibi, HDP'nin oy kaybının olup olmadığı da tartışmalıdır ama guru böyle buyurmuş!
"HDP’deki oy kaybı da bu çaresizliğin, çözümsüzlüğün neticesi." diye bitirilen yazı ile başlık arasındaki kopukluk ve saygısızlık, yazının ruhunu gösteriyor. HDP'nin politik önceliklerinin neler olduğunu, tecritin bu politik önceliklerin neresinde durduğunu, yaşanan kriz de dahil ülkenin en temel meselelerine HDP'nin nasıl ve hangi çabayla yaklaştığının görülebilmesi için, Gültekin'in Düzce'de anaların sırtına vurulan copa, Diyarbakır'da yerlerde sürüklenen annelere yapılan muamaleye iki kelam etmiş olması gerekmez miydi?
Kendi fanusundan dünyaya ahkam kesmeye değil, açlık grevinde olan 4 HDP'li milletvekilinin gözünden cezaevlerine bakabilseydi öyle tepeden tepeden yazıyı yazmazdı Gültekin. HDP'deki oy kaybı diye cümle kuracaksa bir kişi bunu böyle bir yazıda kurmamalıdır. Çünkü HDP'nin oy kaybının en son nedeni bile açlık grevleri olamayacağı gibi, HDP'nin oy kaybının olup olmadığı da tartışmalıdır ama guru böyle buyurmuş!
Bitirirken şunu da ifade edeyim; buyurgan gurunun tüm yazı ve konuşmaları zaten bu tonda. Ancak 8 insanın yaşamını yitirmesini ve "binlerin sözünü" çarpıtmanın bir anlamı yok. Herkes, yaşamı üzerine en son sözü söyleme ahlakı ve cesaretine sahip olsaydı, başkalarının bu yöndeki seçimine saygı duyar ve ölümden yana saf tutmazdı. Gültekin'in yazısının tarafı net bir biçimde yaşam değildir. Gültekin yazısını yaşam hakkını koruma güdüsüyle yazmamıştır, onun derdi herkesimin mavi boncuğunu ipliğe dizmektir.
Ama biz biliyoruz ki Leyla Güven sadece Hakkari Milletvekili değildir. Leyla Güven Türkiye'dir. Sağlığı da Türkiye toplumunun sağlığıdır. Leyla Güven'in şahsında kaybedilen her an, geçen her gün barışsızlığı besler. "Tecritin hukuksuz olduğunu söylemek" "Leyla Güven Haklıdır" demektir. Ortada haksız bir tecrit ve ona itiraz eden insanların çığlığı ile susan insanlar var. Gültekin'in bu yazısı çığlığın değil kendi çiğliğinin safındadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder