Türkiye'de kadın emeği verileri yorumsuz bir şekilde aşağıda grafiklerle sunulmuştur.
Yorum yapılmama nedeni 8 Mart'ta sözün kadınlarca kurulması gerektiğine dair tutumdur.
1- Eğitim Düzeyine Göre İşgücüne Katılma Oranı Gösterleri
2- Eğitim Düzeyine Göre İstihdam Oranları
3- Eğitim Düzeylerine Göre İşsizlik Oranları
4- Herhangi Bir Eğitim Düzeyini Bitiremeyenlerin Oranı
5- Sigortasız Çalışma Oranları
6- İşteki Durum ve Ücretsizlik
Kaynak: TÜİK
İŞKUR'dan ihraç edilen İstihdam Uzmanı Sinan OK tarafından oluşturulan kişisel bir SAYFA'DIR.
9 Mart 2018 Cuma
8 Mart 2018 Perşembe
İŞSİZLİK ARTARKEN İŞKUR PERSONELİ NEDEN AZALIYOR?
Kapitalist düzenin ortaya çıkardığı birçok sorun vardır. Kişisel ve bölgesel gelir dağılımı adaletsizliği, emeğinin karşılığını alamama anlamında sistematik sömürü, iş ve geçim amacıyla kitlesel göçler, eğitimli olmaya rağmen yoksul kalma riskinin yüksekliği bu kapitalist düzenin "olağan" sonuçlarındandır. "İş aramasına rağmen çalışacak bir iş bulamama durumu olarak işsizlik" de kapitalist düzenin olmazsa olmaz sonuçlarındandır. Kapitalist sömürü rejimi kurumlarının görece geriletildiği dönemlerde toplumsal bazı kurumlar emeğin sömürüsünü azaltmak amacıyla tarihsel olarak kurulabilmişlerdir. Sendikalar, Kamusal ve parasız eğitim kurumları ve kamu istihdam/sosyal güvenlik kurumları bu kurumlardan bazılarıdır. Tarihsel süreç içerisinde kuruluş amaçları ve işlevlerinin dışında saldırılara ve aşınmalara maruz kalan bu kurumlar 1970'lerden başlayan bir karşı saldırı ile günden güne azalmaktadır. "Erdemli kamu hizmetleri" sınıfına yakın olan bu toplumsal hizmetler, neo-liberal saldırılara maruz kalmış ve ya doğrudan ya da dolaylı olarak "özelleştirilmiş/piyasalaştırılmış veya ücretlendirilmiştir"
Türkiye'de ise ücretli/güvenceli kesiminin toplam istihdam içerisinde baskın çoğunluğu oluşturması zaten 90'ların sonunda gerçekleşebilen bir durumdur. Ancak söz konusu neo-liberal saldırı ancak 2000'lerden sonra birçok kuruma sirayet edebilmiştir. Kamunun yeniden yapılandırılması adı altında birçok kamu hizmeti "paralı hale" getirilirken nitelik konusunda da gerilemeler yaşanmıştır. Buradaki toplumsal kaybın en önemli iki örneği sağlık ve eğitim alanında yaşanan kayıplardır. Toplumun eğitim ve sağlık için bütçesinden ayırdığı bütçe kat be kat artarken eğitimli olmak anlamını yitirmiş ve toplumsal sağlık daha riskli bir hal almıştır. Uygulamadan örnek verecek olursak artık katılım/muayene/ilaç payı olmadan herhangi bir sağlık hizmetine erişim söz konusu olmazken eğitim alanında da soru çözme merkezleri olan temel liselerin fiyatları fahiş artış göstermiştir.
Bu uzun girişi başlıktaki sorunun temeli için yaptık. Ağzını açanın "en temel sorun işsizliktir" dediği bir dönemde Türkiye'nin tek kamu istihdam kurumu olan İŞKUR'un personel sayısı neden azalmaktadır? İŞKUR'un personel sayısı azalırken öte yandan işsizlik de artıyorsa burada yanlış veya eksik giden bir durum yok mudur? İşsizliğin çözümü için sunulan aktif ve pasif istihdam politikalarının etkili bir şekilde uygulanabilmesi için bu kurumda çalışması gereken personel sayısı ne olmalıdır? Örneğin Almanya gibi işsizlik sorununu neredeyse doğal işsizlik seyrinde tutan bir ülkede eşdeğer kurumun personel sayısı kaçtır? Hakeza Fransa veya Türkiye nüfusuna yakın nüfusu olan ülkelerde ... ki işgücü daha çok olup işsiz sayısı Türkiye'den daha az olan ülkelerden bahsediyoruz.
Türkiye girişte ifade edilen neo-liberal saldırıya AKP döneminde "hortum içindeki toz" gibi takıldı. Aynı kısır döngü içinde uygulanan politikalar işsizliği arttırdı, kayıtdışı isithdamı azaltmadı ve yeterince istihdam sağlayamadı. AKP'nin açıkça başarısız olduğu başlıklardan birisi işsizlikle mücadeledir. Çünkü AKP işsizliği azaltmak için gerekli politikaları hiçbir zaman önceliğine almamıştır. İstihdam ve sosyal güvenlik konusu "torba yasalara" havale edildi. 2008 krizinden buyana bulunan "mucize çözüm" "işverene işsizlik fonundan kaynak aktarma" şeklinde özetlenebilir.
AKP iktidara geldiğinden bu yana özel istihdam bürolarını (ÖİBler) teşvik edip İŞKUR'un alanını daraltmaya çalışmaktadır. Bu kapsamda birçok yetersizliklerine ve hukuki eksikliklerine rağmen ÖİBlerin sayısı 500'e yaklaşmıştır. Söz konusu yaklaşık 500 ÖİB, resmi verilere göre İŞKUR'un tek bir il müdürlüğü kadar işe yerleştirme yapamamıştır. Bu veri bile yapılan işlerin ne kadar kayıt dışı yapıldığını göstermektedir.
Çoğu kurum dışından atanan deneyimsiz idareci takımı ve bankamatik memurları (OHAL'de bile hiçbiri ihraç edilmemiştir, çünkü onlar her devrin "elemanıdır") hariç tutulduğunda İŞKUR personeli sayısı yaklaşık 7.000 kişi civarındadır. Nüfusu, Türkiye kadar olan Almanya'da bu sayının 100.000 civarında olduğu gerçeği göz önünde buludurulursa ne anlatılmak istendiği daha anlaşılır.
Bu "kahraman" 7.000 kişi; Bir yıl içerisinde;
Sayısı;
500'ü bulan ÖİB'lerle,
3.275.000'ni bulan işsizlerle,
500.000'i aşan kursiyerlerle,
266.000'i aşan TYP Yararlanıcılarıyla,
400.000'i aşan işsizlik sigortası yararlanıcısıyla,
...
uğraşmış ve hizmet vermiştir.
bu başlıkların dışında misal kıdem tazminatı, sendikal sorunlar vb. çalışma ilişkileri... kamuya işçi alımları, ... gibi birçok temel iş de İŞKUR "kahramanları" vasıtasıyla sunulmaktadır.
İş yükü yıldan yıla artarken ve çıkan her torba yasa ile İŞKUR'lulara çuval çuval sorumluluk verilirken neden İŞKUR'daki çalışan sayısı yıldan yıla AZALTILMAKTADIR.
Başta haksız yere ihraç edilmiş deneyimli İŞKUR emekçileri olmak üzere;
İŞKUR'da iş bulabilmek amacıyla sertifika almış binlerce İMD adayının bu sorunun cevabını bilmede önceliği olmalıdır.
Yoksa iddia edildiği gibi AKP işsizliği arttırmaya mı çalışmaktadır. Bu iddiayı destekleyen veriler;
1) Nüfus artışı söylemi;
2) Mülteci emeği sömürüsünün gözle görünür olması
3) Kayıtdışı istihdamın neredeyse teşvik edilmesi
4) "Niteliksiz Eğitimli" nüfusun çoğaltılması...
...
Bu veriler ışında AKP'nin işsizliği arttırmakta başarılı olduğu görülebilir. Bir yanda İŞKUR'un personel sayısını ihraçlarla ya da kurum dışından gelen liyakatsiz idareciler eliyle azaltırken öte yandan işgücü arzının işsiz kalması için ne kadar olağandışı gelişme varsa ona imza atmakla AKP bu başarısına! ulaşmaktadır.
AKP bu alanda o kadar ileri gitmiştirki görevden alınan önceki (ç)alışma bakanı İŞKUR'un kapatılmasını dahi gündemleştirmiştir. SGK ile birleştirme adı altında o dönem başlatılan tartışma bakanın görevden alınması sonucu kapanmış gibi görünse de AKP'nin nihai hedefi temel kamusal istihdam hizmetlerini özelleştirmek ve İŞKUR'u zamana yayarak kapatmaktır. Halbuki İŞKUR'un sunduğu temel kamusal istihdam hizmetleri başta emek sömürüsünün önlenmesi olmak üzere birçok açıdan sağlıklı bir toplumun temelini oluşturmaktadır. Ama tüm politikalarını rant ve rekabet üzerine kuran ve buradan beslenen bir iktidarın önceliği emeğin ve toplumun faydası değil sermayenin karıdır. Bu uğurda kapatılan kamu hastaneleri, daraltılan kamusal eğitim alanı ve "özelleştirme adı altında" satılan tarihsel toplumsal birikimlerin yanında İŞKUR ne kadar önemlidir?
AKP'nin İŞKUR aşkı issizlik sigortası fonundan gelmektedir. Bu fon reel olarak azalmakta ve AKP'nin hizmetine sunulmuş bir yedek cüzdan niteliğindedir. Bu konu başlı başına bir araştırma konusudur ama merak edenler Sayıştay Denetim Raporunun ilgili kısımlarına bakabilir. Bitirirken İŞKUR'un personel sayısının azaltılması veya ihtiyaç duyulan sayıda sistematik bir şekilde arttırılmaması AKP'nin özel tercihidir. AKP iktidarı bu şekilde işsizlik sigortası fonunu istediği gibi kullanabilmekte, işsiz sayısının azalmasını önlemekte ve reel ücret artışını fiili olarak durdurmaktadır. OHAL ve savaş halinin ortaya çıkardığı durumdan kaynaklı reel ücret artış taleplerini ya fiili olarak ya da yandaş sendikaları eliyle engelleyebilmektedir.
18 Ocak 2018 Perşembe
OHAL'DE ORTALaMA DOLAR KURU YÜKSELMEYE DEVAM EDİYOR: OHAL Ekonomi Yazıları 3
Bir seri halinde yayınlayacağımız "OHAL Ekonomiyi Nasıl Etkiledi" yazılarının üçüncüsü Dolar Kuru üzerinedir. Yöntem olarak OHAL'den önceki dönemi OHAL Dönemi ile kıyaslayan yaklaşımla OHAL Dönemindeki eğilimler gösterilecektir. Bu eğilimlerin tek nedeninin OHAL uygulaması olmadığı diğer bir çok faktörün etkili olduğu ifade edilebilir. Ancak OHAL uygulaması bu faktörlerden çoğunu da etkilediğinden bu değerlendirme yerindedir.
Dolar kurunun 2015 yılı başından bu yana artış eğilimi ve OHAL sonrasındaki oynaklığı aşağıdaki grafikte günlük baz da da gösterilmiştir. Dolar kurunun OHAL öncesi döneme indirilmesi çok olası değildir.
Dolar Kuru ülke ekomisini bir bütün olarak etkileyen bir faktördür. Bu yazıda OHAL döneminden önceki 18 ay ile (1 Ocak 2015 tarihinden 20 Temmuz 2016 Tarihine kadar) OHAL'le geçen 18 Ayda Dolar Kuru eğilimleri aşağıda gösterilecektir.
OHAL uygulamasına girilmeden önce Dolar Kuru 2015 yılının başında 2,33 TL'dir. Bu yılın sonunda 2,91 TL'ye kadar yükselen dolar kurunun 2015 yıllık ortalaması 2,7 TL olmuştur. 19 Temmuz 2016 tarihine kadar kısmi bir yükseliş gösteren kurun 2016 yılı OHAL'siz dönem ortalaması 2,9 TL olmuştur. OHAL'den önceki bu yaklaşık 18 aylık dönemde ortalma dolar kuru 2,79 TL olarak TCMB tarafından açıklanmıştır. OHAL'le geçen sonraki 18 aylık dönemde ise ortalama kur 3,50 TL'ye yükselmiştir.
Yani kurdaki artış OHAL öncesi döneme göre % 25 olmuştur. Bu artışın devam ettiği de ifade edilmelidir. OHAL olağanlaştıkça Dolar Kuru olağan bir artış sergilemiştir. Bu olağan artışın OHAL hukuksuzluğu nedeniyle hızlandığı ifade edilebilir. Merkez bankasının faizleri doğrudan ve dolaylı olarak yükselttiği dönemlerin haricinde bu eğilim sürekliliğini korumuştur. TL OHAL'de hep değer kaybetmiştir. Dünya'da en çok değer kaybeden paraların başında TL gelmektedir. Siyasal belirsizlik ve istikrarsızlık döviz kuru ve maliyet artışını tetiklemiş ve ithalata bağımlı ekonomide dolarla borçlanan birçok firma kısa ve orta vadede sorun yaşayacaktır. Enflasyon, Döviz Kuru ve Faizlerin yükselmesi reel/sosyal yatırımları azaltırken ve bu durum genel olarak işsizliği arttırmaktadır.
Dolar kurunun en temel etkisi işletmelerin dolara endeksli kısa vadeli borçlarında ve dolara endeksli ithalata dayalı üretimde kendini gösterecektir. Birçok işletme kısa vadeli borçlarını ödeyebilmek için yeniden borçlandığında borç bulamama veya borç bulabilse dahi net borcu arttıran bir borçlanma eğilimi ile karşıyadır. Kısa vadeli borç miktarlarının hızlı artış gösterdiği görülmektedir. Ayrıca ÜFE'deki yükselişin en önemli nedenlerinden birinin dolar kuruna bağlı maliyetler olduğu ifade edilmelidir. OHAL döneminde önceki dönemden ayrıştığı aşikar olan ÜFE, TÜFE'yi de etkilemektedir.
- Ortaya çıkmıştır ki OHAL hukuka, topluma ve emeğe zararlıdır.
- İşsizlik, yoksulluk, adaletsizlik ve ölümü çoğaltan bir OHAL’le karşı karşıyayız.
- Bu nedenle toplum bütün kesimleriyle OHAL’e karşıdır. Çünkü fatura halka kesilmektedir.
- OHAL derhal kaldırılmalıdır veya uzatılacaksa referandumla uzatılmasına karar verilmelidir.
- Tüm OHAL KHK’leri derhal TBMM onayına sunulup yargı denetimine açılmalıdır.
- İhraç KHK’leri meclis genel kurulunda ret edilmelidir.
- OHAL komisyonu lağvedilip tüm idare mahkemelerine başvuru yolu açılmalıdır.
OHAL'DE ENFLASYON ORTALAMASI 2,3 PUAN ARTTI: OHAL Ekonomi Yazıları 2
Bir seri halinde yayınlayacağımız "OHAL Ekonomiyi Nasıl Etkiledi" yazılarının ikincisi Enflasyon üzerinedir. Yöntem olarak OHAL'den önceki dönemi OHAL Dönemi ile kıyaslayan yaklaşımla OHAL Dönemindeki eğilimler gösterilecektir. Bu eğilimlerin tek nedeninin OHAL uygulaması olmadığı diğer bir çok faktörün etkili olduğu ifade edilebilir. Ancak OHAL uygulaması bu faktörlerden çoğunu da etkilediğinden bu değerlendirme yerindedir.
Enflasyon ülke nüfusunu bir bütün olarak etkileyen bir faktördür. Bu yazıda OHAL döneminden önceki 18 ay ile (Ocak 2015 tarihinden Haziran 2016 Tarihine kadar) OHAL'le geçen 18 Ayda enflasyon eğilimleri aşağıda gösterilecektir.
OHAL uygulamasına girilmeden önce Türkiye genelinde enflasyon yıllık bazda Mayıs 2016 için 6,58 ve Haziran 2016 ayı için 7,64 olarak açıklanmıştı.1. Dönem OHAL uygulaması sırasında bir artış göstermeyen enflasyon, OHAL olağanlaştıkça olağan bir artış sergilemiştir. Bu olağan artışın OHAL hukuksuzluğu nedeniyle hızlandığı ifade edilebilir. Siyasal belirsizlik ve istikrarsızlık döviz kuru ve maliyet artışını tetiklemiş ve ithalata bağımlı ekonomide fiyatlar genel düzeyi yükselmiştir. Enflasyonun getirdiği belirsizlik para, istihdam ve yatırım kararlarında bir bütün olarak bir yavaşlama şeklinde de olmaktadır. Faizlerin yükselmesi reel/sosyal yatırımları azaltırken ve bu durum genel olarak işsizlik ile sonuçlanmaktadır.
Enflasyonun en temel etkisi gıda harcamalarında ve kira artışlarında kendini gösterecektir. OHAL’den önce TÜFE endeksine göre yapılan sözleşmelerde artış 8 bandının altında iken bu yıl yapılacak sözleşmelerde veya artışlarda 11-12 bandında olacaktır. Bu anlamda enflasyonun yükselmesi, gelir dağılımında adaletsizliği derinleştirirken yoksul vatandaşları daha yoksul yapmaktadır.
Bu kapsamda 2015 yılı Enflasyon oranı 8,81 olarak 2016 Yılı Enflasyon oranı 8,53 olarak ve 2017 yılı Enflasyon oranı 11,92 olarak açıklanmıştır. OHAL Döneminde açıklanan enflasyon oranlarının daha yüksek olduğu bilinmektedir. Ohal'den önceki dönemin enflasyon ortalaması OHAL dönemi enflasyon ortalamasından 2,3 puan daha düşüktür. OHAL'de Enflasyon ortalama % 2,3 puan yükselmiştir. Dünyada birçok ülkede "düşük" enflasyon (% 2'nin altında) sorunu yaşanırken Türkiye'de işsizlikle birlikte artan bir enflasyon gerçekleşmiştir. OHAL dönemi öncesi ve sonrası ortalama enflasyon oranları aşağıda gösterilmiştir.
Bu yükselişin dönemsel seyrinin grafiği aşağıda gösterilmiştir. OHAL devam ettikçe halkın daha da yoksullaşacağı bir süreç yaşanacaktır. Özellikle 2017 yılında enflasyonda yukarı yönlü bir eğilimin ortaya çıktığı ve hala devam ettiği görülmektedir.
- Ortaya çıkmıştır ki OHAL hukuka, topluma ve emeğe zararlıdır.
- İşsizlik, yoksulluk, adaletsizlik ve ölümü çoğaltan bir OHAL’le karşı karşıyayız.
- Bu nedenle toplum bütün kesimleriyle OHAL’e karşıdır. Çünkü fatura halka kesilmektedir.
- OHAL derhal kaldırılmalıdır veya uzatılacaksa referandumla uzatılmasına karar verilmelidir.
- Tüm OHAL KHK’leri derhal TBMM onayına sunulup yargı denetimine açılmalıdır.
- İhraç KHK’leri meclis genel kurulunda ret edilmelidir.
- OHAL komisyonu lağvedilip tüm idare mahkemelerine başvuru yolu açılmalıdır.
OHAL'DE ASGARİ ÜCRET 75 DOLAR AZALDI: OHAL Ekonomi Yazıları 1
Bir seri halinde yayınlayacağımız "OHAL Ekonomiyi Nasıl Etkiledi" yazılarının ilki asgari ücret üzerinedir. Yöntem olarak OHAL'den önceki dönemi OHAL Dönemi ile kıyaslayan yaklaşımla OHAL Dönemindeki eğilimler gösterilecektir. Bu eğilimlerin tek nedeninin OHAL uygulaması olmadığı diğer bir çok faktörün etkili olduğu ifade edilebilir. Ancak OHAL uygulaması bu faktörlerden çoğunu da etkilediğinden bu değerlendirme yerindedir.
Asgari ücret ülke nüfusunun % 95'ini etkileyen bir ücrettir. Sadece bu ücretle çalışan 7 milyon yurttaş ve aileleri değil etkilenen... İşsizlerin alacağı işsizlik sigortası miktarından engellileri alacağı sosyal yardımlara kadar bir çok veri asgari ücrete göre belirlenmektedir.
OHAL döneminden önceki 18 ay ile (1 Ocak 2015 tarihinden 20 Temmuz 2016 Tarihine kadar) OHAL'le geçen 18 Ayda asgari ücret eğilimleri aşağıda gösterilecektir.
Bu kapsamda 2015 yılı asgari ücreti 1.300 TL, 2016 Yılı asgari ücreti 1404 TL ve 2018 yılı Asgari Ücreti 1.603 TL'dir. Ancak dolar bazında bakıldığında asgari ücretin yılbaşı artış dönemleri dışında düzenli bir şekilde azaldığı görülmektedir. Asgari ücretin dolar kuru ile değerlendirilmesinin nedeni hem üretim hem de tüketimin yüksek oranda dolar endeksli olmasıdır. Sıradan yurttaşların, işsizlerin ve asgari ücretlilerin kullandığı elektrik, doğalgaz, dayanıklı tüketim malzemeleri vb. bir çok kalem dolar endekslidir.
Ayrıca 2017 yılında asgari ücrete yapılan zammın (1300 liradan 1404 lira olması) oranı % 8 iken 2017 yılı enflasyonu % 11,92 olarak açıklanmıştır. Enflasyon etkisiyle reel yoksullaşma bir tarafa bırakılsa dahi, Asgari Ücretin dolar bazına OHAL döneminde 75 dolar azaldığı görülmektedir.
Bu azalışın günlük seyrinin grafiği aşağıda gösterilmiştir. 2015 yılının başında 560 dolar üzerinde gelir elde edebilen asgari ücretliler OHAL süresinde hiçbir zaman bu düzeyde gelir elde edememiştir. Asgari ücretliler için geçerli olan bu eğilim tüm sabit ücretliler, işçiler ve kamu emekçileri için de geçerlidir. OHAL devam ettikçe halkın daha da yoksullaşacağı bir süreç yaşanacaktır.
- Ortaya çıkmıştır ki OHAL hukuka, topluma ve emeğe zararlıdır.
- İşsizlik, yoksulluk, adaletsizlik ve ölümü çoğaltan bir OHAL’le karşı karşıyayız.
- Bu nedenle toplum bütün kesimleriyle OHAL’e karşıdır. Çünkü fatura halka kesilmektedir.
- OHAL derhal kaldırılmalıdır veya uzatılacaksa referandumla uzatılmasına karar verilmelidir.
- Tüm OHAL KHK’leri derhal TBMM onayına sunulup yargı denetimine açılmalıdır.
- İhraç KHK’leri meclis genel kurulunda ret edilmelidir.
- OHAL komisyonu lağvedilip tüm idare mahkemelerine başvuru yolu açılmalıdır.
12 Ocak 2018 Cuma
İHRAÇTAN İADE EDİLEN 3.790 KİŞİ 392,2 MİLYON TAZMİNAT ALACAK
3.790 KİŞİNİN HAKSIZ YERE İHRAÇ EDİLDİĞİ ORTAYA
ÇIKTI ŞİMDİLİK.
ALACAKLARI
TAZMİNAT 392 MİLYON.
HANİ HATA ORANI % 1'İN ALTINDAYDI DEMEK LAZIM AMA İNSAN OLANA HATIRLATMA YAPILIR. BU HUKUKSUZLUK İÇERİSİNDE TUTARLILIK ARAMAK BAŞLI BAŞINA BİR TUTARSIZLIK OLUR.
HANİ HATA ORANI % 1'İN ALTINDAYDI DEMEK LAZIM AMA İNSAN OLANA HATIRLATMA YAPILIR. BU HUKUKSUZLUK İÇERİSİNDE TUTARLILIK ARAMAK BAŞLI BAŞINA BİR TUTARSIZLIK OLUR.
Bir Cuma sabahı daha KHK ile
uyandık. Yine hukuksuz bir şekilde işten atılanların olduğu “olağan bir sabaha.”
Ancak 697 Sayılı KHK’de bir ilk var. İlk defa ihraç edilenlerin listesi iade edilenlerin listesinden az. Bu KHK dahil iade edilen toplam kişi sayısı 3.790 kişi oldu.
Ancak 697 Sayılı KHK’de bir ilk var. İlk defa ihraç edilenlerin listesi iade edilenlerin listesinden az. Bu KHK dahil iade edilen toplam kişi sayısı 3.790 kişi oldu.
Yazıyla : “ÜçBinYediYüzDoksan”, Bu kişilere ödenecek maddi tazminat ise
392, 2 Milyon TL... Bu kişilerin manevi kayıpları ise asla tazmin edilecek boyutlarda değil. Bu zararın sorumlusu kim: AKP, fatura kime çıkıyor: Halka... 392,2 milyon tazminat halktan toplanan vergilerle ödenecek.
Türkiye’de birçok ilçenin
nüfusundan daha fazla olan bu sayı bugüne kadar iade edilenlerin sayısı.
3.790 kişi, OHAL KHK’leri ile
yıllardır çalıştıkları işlerinden sorgusuz, sualsiz bir gece ansızın atıldılar.
Ve bugün ortaya çıkan gerçek şu ki: bu kişilerin herhangi bir “iltisak vb. iddia edilen
saçmalıklar” durumu yokmuş. Açıkça hukuka aykırı olan ihraçların yüksek tazminatlarla topluma mal olacağı açıktır.
Demek ki “kanunsuz suç ve ceza
olmaz”, “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu değildir” “masumiyet
karinesi” “suç ve cezanın şahsiliği” gibi bin yılların birikimi ile ortaya
çıkan ilkeler büyük bir hakikate denk düşmektedir. İnsanların yaşamına mal olan
(Ki en az 43 kişi bu OHAL KHK’leri nedeniyle intihar etmiştir.[1])
ihraç etme işlemleri binlercesinin
haksız ihraç edilmesi şeklinde de olmuş.
Binlerce kişinin haksız yere
ihraç edildiği bu ihraç KHK’leri hakkında daha önce % 1 Bile hata yok diyen[2]
Hükümet yetkililerinin şimdilik % 226
oranında yanıldıkları ortaya çıkmıştır. % 1 bile yok dedikleri oran şimdilik %
3,3 oldu. Yerel seçimlere doğru bu yanılgı ve haksızlık oranı daha da artacaktır.
3.790 kişinin bir yılı aşan
sürelerle yaşadığı travma, maddi ve manevi kayıplar ve gördükleri “sistematik
sosyal zulüm” sayılara ve oranlara indirgenemez. Açıkça hukuk dışı olan bu
ihraç uygulamaları gün gelecek tamamen iptal edilmek zorunda kalacak. Ancak bu
arada toplumsal yaşam zarar görecektir.
Sadece bugün iade edilen 540
öğretmenin başta öğrencileri ve aileleri olmak üzere onları tanıyan herkes de
mağdur edilmiştir. 2 yıldır 540 sınıf bu saçma sapan KHK’ler yüzünden boş yere
boş kalmıştır. Biz biliyoruz ki iade edilmeyen binlerce öğretmen de gün gelecek
iade edilmek zorunda kalınacaktır. Çünkü hukuksuzluğun ve zulmün bir sonu
vardır.
3.790 kişiye ödenen maddi tazminatın
boyutu şimdilik yaklaşık olarak 392,3 Milyon civarındadır.[3]
Gün geçtikçe bu milyonlarca tazminatı daha da artacaktır. Geçen süreçte
binlerce kişinin kamu hizmeti sunumundan el çektirilmiş olmasının maliyeti bir
yana iade edilen ihraçlara ödenen tazminat da halkın vergileridir. Yani siyasal
iktidarın haksız hukuksuz ihraç uygulamasının faturası halka çıkarılmıştır.
İHRAÇLARDA % 1 HATA YOK DİYENLERE HATIRLATMA. HATA ORANI ŞİMDİLİK % 3,3... TOPLUMDAN ÖZÜR DİLEYECEK MİSİNİZ?
İHRAÇLARDA % 1 HATA YOK DİYENLERE HATIRLATMA. HATA ORANI ŞİMDİLİK % 3,3... TOPLUMDAN ÖZÜR DİLEYECEK MİSİNİZ?
- Ortaya çıkmıştır ki OHAL hukuka, topluma ve emeğe zararlıdır.
- İşsizlik, yoksulluk, adaletsizlik ve ölümü çoğaltan bir OHAL’le karşı karşıyayız.
- Bu nedenle toplum bütün kesimleriyle OHAL’e karşıdır. Çünkü fatura halka kesilmektedir.
- OHAL derhal kaldırılmalıdır veya uzatılacaksa referandumla uzatılmasına karar verilmelidir.
- Tüm OHAL KHK’leri derhal TBMM onayına sunulup yargı denetimine açılmalıdır.
- İhraç KHK’leri meclis genel kurulunda ret edilmelidir.
- OHAL komisyonu lağvedilip tüm idare mahkemelerine başvuru yolu açılmalıdır.
11 Ocak 2018 Perşembe
MHP Kürtler'den OY ALAMIYORSA, MHP'NİN CUMHURBAŞKANI ADAYI ALABİLİR Mİ?
Yerel ve genel seçimlere bir yıldan fazla süre var ama
Toplumun canına tak eden OHAL koşulları,
krize girmiş ekonomik, siysasi, hukuki, bürokratik yapı,
neredeyse işlevsizleşmiş yerel ve genel seçim sonuçları nedeniyle seçimler yeniden konuşulmaya başlandı.
Öncelikle bu "işlevsizliği" açıklamak lazım.
Yerel seçimlerin işlevsizliği ...
1) Kayyum atanan belediyeler (90 küsür BDP'li belediye)
2) İstifa ettirilen belediyeler (Ankara, İstanbul vb. )
3) Görevden uzaklaştırılan CHP'li Belediyeler (Ataşehir, Şişli, vb) nedeniyle yerel seçimlerin çok önemli bir kısmı iptal edilmesi nedeniyle...
Genel seçimlerin işlevsizliği ise
1) Referandumda meclisin azaltılan yetkileri,
2) Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması ve sonucunda periyodik tutuklama ve göz altı olayları ve
3) OHAL KHK'lerinin birçok yasama faaliyetini Yasamaya uğramadan halletmesi nedeniyle... (30 KHKile 300'den fazla kanunda değişiklik yapıldı.)
Başlıktaki soruyu sormadan önce?
1) İYİ Parti'den sonra "MHP'nin seçmeni" varsayımı nasıl ölçülebilir. Böyle bir seçmen ne kadar kaldı?
2) Seçmen tercihlerinde krizde olduğu gün gibi ortada olan ekonomik durumun ve OHAL mağduriyetlerinin herhangi bir etkisi olmayacak mı?
3) "Sağ"adına tek aday mı çıkacak? (Meral Akşener, Gül, vb. olduğunda durum n'olur)
Öncelikle mevcut iktidara hem yerelde hem de genelde oy veren seçmenlerin "yukarıdaki işlevsizliklere" dair de bir sözü olmayacak mı? Misal "bizim seçtiğimiz belediye başkanını niye görevden aldın?" sorusu meşru bir soru olarak dolaşımdadır. Çünkü asıl nedenlerin kauoyuna açıklanmadığı ortadadır.
Gelelim başlığa... MHP Kürtler'den OY ALAMIYORSA, MHP'NİN CUMHURBAŞKANI ADAYI ALABİLİR Mİ? Görüldüğü üzere MHP'nin Türkiye ortalaması olan 11,9 oranına çok uzak olan düzeyler hep Kürt nüfusun yoğun olduğu iller olarak görülmektedir. Kars ve Iğdır'daki demografik dağılım sonucu bu iki ilde MHP'nin oranı MHP'nin Türkiye ortalamasının üzerindedir. Aşağıdaki tabloda pembe ile gösterilen iller MHP'nin % 3 oranının altında oy aldığı illerdir.
MHP'nin en düşük oy aldığı illerin, Kürt nüfusun yoğun olduğu iller olması nedeniyle başlıktaki soru cevabı merakla beklenecek bir soru! Çünkü Kürtlerin yaşamadığı il yok Türkiye'de. Özellikle Türkiye'nin işçi depoları olan İstanbul, Adana, Antalya gibi gibi yerlerdeki AKP'ye oy veren Kürt seçmenlerin, "MHP'nin desteklediği adaya" oy verip vermeyeceği tartışmaya açık bir konudur. Benzer bir soru AKP'nin bölge seçmeni için de geçerlidir. "Mütedeyyinlik ve dindarlık" söylemlerinin "Türk Milliyetçiliği" ile uzlaşan söylemi seçmen de nasıl karşılık bulacak. AKP Dimyat'a pirince giderken Midyat'taki bulgurdan da olabilir mi? AKP'nin "Kürt milletvekillerinin uzun dönemdir şahit olduğumuz susma orucu neye alamettir? Benzer bir "seçmen kaçınması" durumunda çözüm sürecini durduran ve güvenlikçi politikalara abanan AKP'nin oy kayıpları daha çok olabilir. Seçim,seçim barajı ve ittifak tartışmalarının bu minvalde de devam etmesi gerekli gibi...
Hep söylenegelen tespit "bu seferki seçimler çok önemli" tespiti bu seferki seçimler için daha çok geçerli gibi:). Referandumda açığa çıkan "kıl payı" durumu, yerel seçimlerde % 50+ 1 alamayacağı aşikar bir seçim sonrasındaki seçimin sonuçları siyasal iktidarın tam istediği gibi olamayabilir. Bu durumda OHAL ipine sımsıkı sarılma veya belki de o zaman ohalden daha kolay çıkma ve olağanlaşma yolları aşınacaktır.
2018 yılının hiçbir parti için kolay geçmeyeceğini belirtmek lazım. Özellikle saadet, bbp, gibi "buçuk partilerin" hacimlerinin üstünde değer kazandığı bir döneme gidiyoruz. Çünkü iktidarın +1 oyu bulamaması durumundaki B senaryosunda kafası karışık. Bitirirken;Seçimle görevin el değiştirmesi de demokratik ülke olmanın bir ölçüt. Böyle bir olasılık varsa bir ülkede o ülkeye hala demokratik denebilir. Yeterki demos ne yaptığını bilsin. Sandıklarına sahip çıksın. maddi gerçekliği ortaya koysun.
Toplumun canına tak eden OHAL koşulları,
krize girmiş ekonomik, siysasi, hukuki, bürokratik yapı,
neredeyse işlevsizleşmiş yerel ve genel seçim sonuçları nedeniyle seçimler yeniden konuşulmaya başlandı.
Öncelikle bu "işlevsizliği" açıklamak lazım.
Yerel seçimlerin işlevsizliği ...
1) Kayyum atanan belediyeler (90 küsür BDP'li belediye)
2) İstifa ettirilen belediyeler (Ankara, İstanbul vb. )
3) Görevden uzaklaştırılan CHP'li Belediyeler (Ataşehir, Şişli, vb) nedeniyle yerel seçimlerin çok önemli bir kısmı iptal edilmesi nedeniyle...
Genel seçimlerin işlevsizliği ise
1) Referandumda meclisin azaltılan yetkileri,
2) Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması ve sonucunda periyodik tutuklama ve göz altı olayları ve
3) OHAL KHK'lerinin birçok yasama faaliyetini Yasamaya uğramadan halletmesi nedeniyle... (30 KHKile 300'den fazla kanunda değişiklik yapıldı.)
Başlıktaki soruyu sormadan önce?
1) İYİ Parti'den sonra "MHP'nin seçmeni" varsayımı nasıl ölçülebilir. Böyle bir seçmen ne kadar kaldı?
2) Seçmen tercihlerinde krizde olduğu gün gibi ortada olan ekonomik durumun ve OHAL mağduriyetlerinin herhangi bir etkisi olmayacak mı?
3) "Sağ"adına tek aday mı çıkacak? (Meral Akşener, Gül, vb. olduğunda durum n'olur)
Öncelikle mevcut iktidara hem yerelde hem de genelde oy veren seçmenlerin "yukarıdaki işlevsizliklere" dair de bir sözü olmayacak mı? Misal "bizim seçtiğimiz belediye başkanını niye görevden aldın?" sorusu meşru bir soru olarak dolaşımdadır. Çünkü asıl nedenlerin kauoyuna açıklanmadığı ortadadır.
Gelelim başlığa... MHP Kürtler'den OY ALAMIYORSA, MHP'NİN CUMHURBAŞKANI ADAYI ALABİLİR Mİ? Görüldüğü üzere MHP'nin Türkiye ortalaması olan 11,9 oranına çok uzak olan düzeyler hep Kürt nüfusun yoğun olduğu iller olarak görülmektedir. Kars ve Iğdır'daki demografik dağılım sonucu bu iki ilde MHP'nin oranı MHP'nin Türkiye ortalamasının üzerindedir. Aşağıdaki tabloda pembe ile gösterilen iller MHP'nin % 3 oranının altında oy aldığı illerdir.
MHP'nin en düşük oy aldığı illerin, Kürt nüfusun yoğun olduğu iller olması nedeniyle başlıktaki soru cevabı merakla beklenecek bir soru! Çünkü Kürtlerin yaşamadığı il yok Türkiye'de. Özellikle Türkiye'nin işçi depoları olan İstanbul, Adana, Antalya gibi gibi yerlerdeki AKP'ye oy veren Kürt seçmenlerin, "MHP'nin desteklediği adaya" oy verip vermeyeceği tartışmaya açık bir konudur. Benzer bir soru AKP'nin bölge seçmeni için de geçerlidir. "Mütedeyyinlik ve dindarlık" söylemlerinin "Türk Milliyetçiliği" ile uzlaşan söylemi seçmen de nasıl karşılık bulacak. AKP Dimyat'a pirince giderken Midyat'taki bulgurdan da olabilir mi? AKP'nin "Kürt milletvekillerinin uzun dönemdir şahit olduğumuz susma orucu neye alamettir? Benzer bir "seçmen kaçınması" durumunda çözüm sürecini durduran ve güvenlikçi politikalara abanan AKP'nin oy kayıpları daha çok olabilir. Seçim,seçim barajı ve ittifak tartışmalarının bu minvalde de devam etmesi gerekli gibi...
Hep söylenegelen tespit "bu seferki seçimler çok önemli" tespiti bu seferki seçimler için daha çok geçerli gibi:). Referandumda açığa çıkan "kıl payı" durumu, yerel seçimlerde % 50+ 1 alamayacağı aşikar bir seçim sonrasındaki seçimin sonuçları siyasal iktidarın tam istediği gibi olamayabilir. Bu durumda OHAL ipine sımsıkı sarılma veya belki de o zaman ohalden daha kolay çıkma ve olağanlaşma yolları aşınacaktır.
2018 yılının hiçbir parti için kolay geçmeyeceğini belirtmek lazım. Özellikle saadet, bbp, gibi "buçuk partilerin" hacimlerinin üstünde değer kazandığı bir döneme gidiyoruz. Çünkü iktidarın +1 oyu bulamaması durumundaki B senaryosunda kafası karışık. Bitirirken;Seçimle görevin el değiştirmesi de demokratik ülke olmanın bir ölçüt. Böyle bir olasılık varsa bir ülkede o ülkeye hala demokratik denebilir. Yeterki demos ne yaptığını bilsin. Sandıklarına sahip çıksın. maddi gerçekliği ortaya koysun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Öne Çıkan Yayın
DEM PARTİ MÜŞAHİDİ OL!
İYİ BİR MÜŞAHİT NE YAPSA DAHA İYİ OLUR İyi bir müşahit “müşahede altında olan ülkenin” tarihi seçiminde görev alacak sandık kurulu üyesi...
-
İYİ BİR MÜŞAHİT NE YAPSA DAHA İYİ OLUR İyi bir müşahit “müşahede altında olan ülkenin” tarihi seçiminde görev alacak sandık kurulu üyesi...
-
Türkiye tarihinde yaşamadığı ve muhtemel bir daha yaşamayacağı bir hukuk dışılığın içerisinde debelenmektedir. Açıkça hukuka aykırı onbinle...
-
19 yıl önce üniversite okumak için gittiğim Ankara’dan 19 gün önce ayrıldım. Yakinen tanıyanlar bilirler 750 gün önce, “6 Ocak 2017’de” 6...