3 Şubat 2019 Pazar

Gökte Hileli Hilal, Bız’e de Hepsi Helal: Seçmen Rüyalarından Seçmeler



19 yıl önce üniversite okumak için gittiğim Ankara’dan 19 gün önce ayrıldım. Yakinen tanıyanlar bilirler 750 gün önce, “6 Ocak 2017’de” 679 sayılı OHAL KHK’siyle, İŞKUR’daki işimden herhangi bir gerekçe sunulmadan haksız bir şekilde işten atıldım. O gün bugündür de herhangi bir açıklama yapılmadı. Gerekçe sunulmadı. Mahkemeye gitmem de yasaklandı. OHAL zımbırtısının sonucunu beklerken yıllar geçti. 
Velhasıl üniversite okuduğum, işe girdiğim, onlarca güzel insanın çoğuyla vedalaşmadan yıllar geçirdiğim Ankara’dan ayrıldım. Ayrıldığım günden bu yana Ankara’daki hatıralarla ilgili ilginç rüyalar görüyorum. Rüyamda bazen Gazi Üniversitesinde bazen Cebeci kampüsünde bazen de İŞKUR işlerinde kendimi yakalıyorum. Geçen gün yine kanepede uyuklarken kabusla karışık bir rüya gördüm.
Rüya 2000 yılında başlıyordu. Ders kaydı sırasında Memur’un belgelerimi incelerken “5 gündür kayıt yapan tek Van’lı sensin” değerlendirmesi karşısında, geriye dönüp “kuyrukta Van’lı kimse var mı” diye bakıyorum. Bir de ne göreyim, 31 Mart seçimlerinde AKP’den aday olan M.S. de kuyrukta. Memura dönüp yanıt veriyorum. “Tek Van’lı ben değilim” “Arkadan gelen Van’lılar da var.” diyorum. Memur biraz da sırıtarak “Van’lı olduğuna emin misin” diyor. Ben de inat ediyorum. “Bekleyelim kendisi gelsin belgelerini versin” diyorum. Memur “Ama o senden 7 yıl sonra gelecek” diyor. Rüyada olduğumu anlar gibi oluyorum. 
Memura dönüp baktığımda bu sefer Cebeci’de giriş katında bir eve doğru yürürken buluyorum kendimi. Arkamda yürüyen kişi ise yine M.S. “Sanki hiç tanışmamışız gibi” yanıma yaklaşıyor ve “Merhaba abi” diyor. Ben de “Merhaba kardeşim” diyorum. “Hayırlı olsun” diyorum. “Sağ ol ama çok sorun yaşıyoruz” diyor. “Yaşıyoruz derken, Siz kimsiniz?” diyorum. “Biz’ler çok doğuluyuz” diyor. “Nasıl yani? Şarkiyatçılık tartışmasında tarafım belli” derken rüyamda uyanıyorum. 
Yine Cebeci’deyim. Ev 1+0, yani salonsuz bir ev, ama misafirler var her karede. Duvarları gazete yazıları kaplamış. Dönem “Taraf Gazetesi” dönemi… “liberal olmayanı dövüyorlar memlekette”. AKP dahil herkes liberal. Ankara’da Gazi Üniversitesi hariç her yer liberal fokurduyor. Yataktan doğrulurken “başımıza ne gelirse bu liberallerden gelecek” diye düşünüyorum. Mutfağa doğru yürüyorum. Boğazım kurumuş. Oda da kaç misafir var bilmiyorum. Basmadan geçmeyi başardım. Mutfağa doğru gidiyorum ve bi bakıyorum mutfakta M.S. “Merhaba” “Sen de mi rüya gördün” diyorum. “Abi hiç sorma, sınıfta Biz’den bir arkadaşı aldılar” dedi. “Siz kimsiniz ki?” diyorum. “Biz çok doğuluyuz” diyor.
Nasıl olduğunu kavrayamadan yeniden kendimi bu sefer Gevaş’ta karla karışık bir günde çizmesiz ve çarşıda yürürken yakalıyorum. Çoraplar sadece ıslak değil aynı zamanda çamura batmış. Sol’umda duran kişi “Ayakkabıdan değil kardeşim” “yanlış yol’dan girilmiş bu ilçenin kaydı”, “16 yıldır bitirilemedi” diyor. Ne dediğini anlamaya çalışırken Sağ’ımda duran levhadaki ilan dikkatimi çekiyor. İlanda “artık tanımadığım birinin resmi var ama ben sesini de hatırlamıyorum bu resmin. Çok kilo almasından mı, yoksa anlayamadığım bir dilden konuşmasından mı” bilemedim. Son cümlesi "Hayır, o biz'de ben yoktum zaten diyor". Ne yapmaya çalıştığını gerçekten çözemiyorum levhanın. 
Bir türlü rüyadan çıkamamanın verdiği huzursuzlukla uyanayım derken daha da kötü bir ana gidiyorum. Sene 2004, AKP yeni kurulmuş, AB ilerleme reformları gırla, Türkiye aday ülke oldu diye 40 gün 40 gece “Kopenhag kriterleri” kutlanmış... Biz’de mezun olmuşuz. Memnun olmuşuz, hatta abartıp KPSS ile memur olmuşuz. Bir masanın etrafındayız. Masanın etrafında anadili Kürtçe olmayan 3 kişi ve anadili Kürtçe olan 3 kişi varız. Anadili Kürtçe olmayan 3 kişi “tek bir ağızdan” “Kürtçe diye bir dil yoktur, Kürtçe denilen yansımalar Farsça’nın uzantılarıdır” tartışması yürütüyor kendi içinde. Anadili Kürtçe olan 3 kişiden sadece 1’i açıkça “Ben varsam Kürtçe de vardır” diyor. 1’i sıkılarak “Ama benim annem başka bir dil bilmiyor ki” diyor. Diğeri ise susuyor. Hangi taraf baskın çıkarsa “o tarafa katılıyor” susan. Rüya değil bir tür eziyete dönen uyku son bir soruyla son buluyor. Kürtçe’nin varlığını varlığıyla ortaya koyan kişi, anadili Kürtçe olmayanlara şunları soruyor. 1) Siz Kürtçe bilmiyorsunuz 2) Aynı zamanda Farsça da bilmiyorsunuz. 3) O zaman bilmediğiniz 2 dilin aynı olduğunu hangi ahlaka dayanarak iddia edebiliyorsunuz? "3 kişinin ağzı birleşip" susan kişinin nefesinde yüzüme üfürülüyor. 
Bu soru karşısında “anadili Kürtçe olup susan kişinin dili” çözülüyor. “Çünkü Biz Çok Doğuluyuz” diyor. “İş, Asfalt, Özgürlük” diyor. “Artos erek kardeştir, ayırım yapan kalleştir” diyor. “Valla listeleri gördüm ama ben hazırlamadım” diyor. “16 yıl ne ki? Biz sanayi 4 sıfırla başlayacağız” diyor. “Gökte 3 hilal, bıze de her şey helal” diyor. Ses nereden geliyor diye bakmaya çalışıyorum. “Beynim, boynumu rahat bırakmıyor.” Rüya’dan uyanıyorum. Pencere’den yağan karın durduğunu görüyor ve baharı düşünüp rahatlıyorum.  


27 Ocak 2019 Pazar

AKP'ye OY VEREN KÜRTLER MHP'YE OY VERECEK Mİ?


Milyonlarca Kürt seçmenin MHP üzerine tutumu belirli aslında. MHP’nin yüzde 5’i aşabildiği Kürt kenti yok gibi. 24 Haziran seçimleri sırasında ittifakın sunduğu imkan sayesinde önceki seçimlerde AKP’ye oy veren MHP’liler, kendi partilerine ve dolaylı olarak AKP’ye oy verebildiler. Net bir toplumsal gerçeklik varsa özetle şudur: “Kürtler baskın çoğunlukla MHP’ye oy vermiyor”  Bu tutum MHP'nin söyleminden de bağımsız değil elbette. Yeni olan durum AKP'nin MHP'yi iktidara taşımaya çalışması. 1 Kasım seçimlerinde başlayan bir ortaklık dönemi 24 Haziran sonrasında ete kemiğe büründü. Neredeyse AKP değil MHP iktidarda gibi politikalar uygulanıyor. 
AKP’nin sıradaki görevi ise “yerelde bitmiş olan MHP’ye” yeniden can suyu vermek. Peki AKP’ye oy veren Kürtler "bu göreve" aracılık edecekler mi?

Birçok değerlendirme, bu yerel seçimlerde AKP’nin 89’da yaşanan "ANAP sendromunu" yaşayacağı yönündeydi. Bunu gören AKP öncelikle baskın bir seçimle genel seçimleri öne çekti. Yaşanan derin ekonomik krizi ise şimdilik pansuman müdahaleler ile erteleme girişimleri var. Yerel seçimin yaşanan  ve daha büyüğü hızla yaklaşan ekonomik felaket krizinin sonuçlarından bağımsız olamayacağı şimdiden söylenmelidir. Soğan lobisinin! iktidar karşıtlığını aşan ciddiyette işsizlik, faiz, enflasyon artışının önüne geçilmiş değildir.
Ancak ekonomik gerekçeler dışında birçok faktör önceki seçimlerden farklıdır. Bu yazıda Kürt seçmenlerin Cumhur/Kızılelma ittifakı için muhtemel itiraz noktaları derlenmeye çalışılmıştır. 

Ekonomik temel ve genel geçer itiraz noktaları bu yazıda belirtilmese de herkes için geçerli, Kürt seçmenler için daha da geçerlidir. Ancak Ankara ve İstanbul gibi yerlerde “AKP’ye oy veren Kürt seçmenlerin”  MHP ile kurumsallaşan işbirliğine nasıl bir tepki göstereceği, seçim sonuçları kadar önemli ve seçim sonuçlarını da etkileyecek bir gelişme olacaktır.
2015 yılından bu yana çözüm sürecinin terk edilmesi sonrasında;

1. “Kürtçe’ye dair yapılan müdahaleler” Kürt seçmenlerin en çok itiraz ettikleri noktaları oluşturacaktır. BDP’li belediyelerin başlattığı “çok dilli belediyecilik” çalışmalarına karşı yönelen kayyumlar, neredeyse her yerde Kürtçe’nin görünürlüğüne karşı bir faaliyet içerisinde oldular. Belediye faaliyetleri dışında, yol-yön tabelaları, yer isimleri ve diğer  Kürtçe içerikler ya kaldırıldı ya da kısıtlandı. Gerek TBMM konuşmalarında “bilinmeyen dil” vurgusu, gerekse sosyal yaşam içerisinde özellikle işçilerin, pazarcıların, sıradan yurttaşların Kürtçe konuşmasına yönelen saldırı, bu konuda Kürtlerin itiraz noktasını oluşturacaktır. Aslında “Barış Süreci’nde” aşılmaya çalışılan “eski” alışkanlıklar[1] 7 Hazirandan önce başlayan süreçle eski hali aratır olmuştur. Önceki seçimlerde ve seçim programlarında Kürtçe’yi propaganda amaçlı kullanan AKP, bu seçime MHP perspektifi ve uygulamaları ile gelmiştir. Kürtler MHP’ye oy vermiyorsa[2]MHP adaylarına oy verir mi sorusu Kürtçe’ye yaklaşımı bu şekilde olanlara bir ikaz olarak sandığa yansıyacaktır.

2. Türkiye’de ulusal basım yapan Kürtçe gazeteler kapatılmıştır. Kürtçe’nin yayılması ve doğal gelişimi kısıtlanmıştır. Bu yöndeki girişimler fiili olarak engellenmiştir. 

3. Kürtlerin mezarları, anıtları (Roboski, Uğur Kaymaz vb.) ve birçok temsili, Kayyum-AKP faşizmine maruz kalmıştır. Mezar tahribi resmi olarak yalanlanmamıştır.

4. Sur-Cizre-Nusaybin ve daha birçok yerde Kürt kentleri yok edilmiştir. Birçok kutsi değere saldırılar gerçekleştirilmiştir.

5. HDP milletvekilleri, il-ilçe teşkilatları anayasaya aykırı bir şekilde tutuklanmıştır. Bir çoğunun tutuklama süresi alacağı en ağır cezanın süresini geçmiştir.

6. BDP belediyeleri hukuka aykırı bir şekilde gasp edilmiş kayyum atanmıştır. Halkın seçimine darbeci bir yaklaşımla müdahale edilmiştir. Bu hukuk dışı uygulama AKP tarafından hala savunulmaktadır. Örneğin Van Büyükşehir'e 2 yılda 3. kayyum atanmıştır (Sırasıyla Taşyapan, Zorlu, Bilmez). 

7. OHAL yasakları Kürt yerleşim yerlerinde sıkıyönetim gibi uygulanmış ve OHAL’den önce başlayan sokak yasakları “yaşamı yasaklayan sürece” dönüşmüştür. Bu konudaki keyfilik ve hukuksuzluk hala devam ettirilmektedir. 

8. Irak ve Suriye’de Kürt kazanımlarına yönelik iktidarın saldırıları ve diğer çabaları Kürtlerin nezdinde mahkum edilmiştir.

9. İşsizliğin en yüksek olduğu bölgelerin Diyarbakır-Urfa bölgesinde olması, bölgesel gelişmişlik uçurumlarının derinleşmesi, 17 yıllık iktidara rağmen en geri kalmış illerin Muş, Ağrı ve Şırnak olması ve göç vermesine rağmen bölgede devam eden yoksulluk ve işsizlik AKP’nin bölgeye bakış açısını göstermektedir. Son 3 yılda 200 bin kişi bölgeden göç etmiştir. 

10. “Çözüm sürecinden” “AB sürecinden” “Demokratikleşmeden[3]” vazgeçen bir AKP günün sonunda ayakları altına aldığını deklere ettiği[4] bir siyasete teslim olmuş durumdadır. Bir dönem söylem düzeyinde bile olsa paket paket demokrasi taşıyan AKP günün sonunda "kurt'a kuyruk" oldu...

AKP bir bütün olarak Kürt seçmenleri gözden çıkarmış gibi... Bakanlar, Bakanlıklara yapılan atamalar ve kullanılan söyleme kadar önceki dönemlerde “vitrinlik kürtlerin herhangi bir şekilde” AKP içinde yer bulmamasına kadar, Hakkari ve Diyarbakır’da kayyumların yeniden aday yapılmasına kadar ve tabi ki çözüm sürecinden uzaklaşmaya devam edilmesine… Acaba AKP’ye oy veren Kürt seçmenler ne diyecek! MHP’nin yerelde iktidarına onay verecekler mi?  

Bu sorular sadece İstanbul'da Beşiktaş, Maltepe ve Silivri'de veya Ankara'da  AKP'nin aday çıkarmadığı yerlerde değil; tüm Türkiye genelinde AKP'ye oy veren seçmenlerin yanıt aradığı sorular olacaktır. AKP; Adana, Mersin, Osmaniye ve Manisa’da, MHP ise İstanbul, Ankara, İzmir, Erzurum, Denizli, Muğla, Aydın’da aday çıkarmayacak. MHP'nin önceki yerel seçimlerde alamadığı birçok belediyeyi AKP Kürtlerin oylarına talip olarak vermek istemektedir. 1 Nisan sabahı bu soru da yanıtını bulmuş olacak. 
(Not: Yazı 31 Mart seçimlerinden önce kaleme alınmıştır.)

3 Ocak 2019 Perşembe

Yıllık Enflasyon TÜFE 20,3 ÜFE 33,64... Peki Ücretler...

Yeni yılın eski yıla ait son enflasyon oranı açıklandı. Aralık enflasyonu topyekün "müdahale" programı sayesinde yarım puana yakın (0,4) azaldı. Ancak Yeni yıl Yağmur gibi Yeni zamlarla başladı. Enflasyon artışı kısa vadede devam edecek gibi görünüyor. 

Enflasyon paketindeki 407 maddenin 202'sinde artış olması "topyekün müdahale" programının belirli maddelere yöneltildiğini göstermektedir. Sepette  ağırlığı fazla olan maddelere yapılan müdahale nedeniyle enflasyon artışı gizlenmiş görünüyor. 

 Bilindiği üzere Türkiye 2018 yılında yaşan kur ve enflasyon şokunun etkisiyle 2019 yılına girdi. 2018 yılında; işsizlik, enflasyon, faiz oranları birlikte artarken ekonomi reel olarak küçülme dönemine girdi. Bu sürecin en yoksullaştırıcı sonucu ilave 1 milyon kişinin daha işsiz milyonlara dahil olması olacak. Ancak zamlar yoksulların adeta nefesini kesecek düzeylerde devam ediyor. Özellikle kira, ulaşım, gıda ve elektrik gibi günlük yaşamın temel alanlarında yüzde 20 ila 50 arasında yapılan fahiş zamlar zaten bozuk olan gelir durumundaki adaletsizliği daha da bozdu.
2019 yılına girerken;
  • Çimento gibi ana girdilerin yüzde 40 zammı gündeme geldi. 
  • Köprü ve otoyollarda yüzde 40’ları aşan zamlar uygulanmaya başlandı.
  • Poşet vergisi uygulanmaya başlandı (Çevre temizliği açısından olumlu yönleri olacaktır ancak halkın çoğu zaten aynı poşeti 2-3 kere kullanıyordu. En son çöp poşeti olarak kullanıp atıyordu. Kazanan çöp poşeti lobisi oldu:). 
  • Hem yeme hem de süte zam geldi. Çiğ sütün fiyatı yüzde 11 zamlandı. Bunun gibi birçok örnek gösterilebilir. 
  • Bütün harç, resim ve vergilerde “yeniden değerleme oranı” etkisiyle artışlar bu ay itibariyle uygulanacak. Örneğin MTV yüzde 15,9 artarak bu ay içerisinde uygulanacak.

o   Alkol ve tekel ürünlerine ilave vergiler hemen uygulanmaya başlandı.
o   Cep telefonlarından alınan özel iletişim vergisi 67.5 liraya yükseldi.
o   1 yıllık pasaport harcı 48 lira artarak 249 lira oldu.
o   B sınıfı ehliyet harcı ise 118 lira artarak 614 liraya yükselecek. Ehliyetin maliyeti minimum 2.500-3.000 TL arasında olmaktadır.
o   Kimlik kartları için ödenecek bedel 22,5 TL’ye yükseltildi.
o   Mahkemelere başvuru harçları arttı.
o   Gelir vergisi dilimleri ücretliler lehine değiştirildi. 

Bütün bu zamlara karşı Asgari ücrete günlük bir sigara paketi kadar (13,9 TL) zam yapıldı. Memura yapılan zam (yüzde 4) enflasyonun beşte biri kadar. Sadece doğalgaz faturaları AKP’nin ücret zammını silmek için yeterli gibi görünüyor. Geçinmek için çift vardiya çalışanlar 3. Vardiyeyi zorluyor. Yoksullaşma, çocukların işçileştirilmesi, kadın emeği sömürüsü ve daha çok işçi ölümü anlamına geliyor. 16 yıllık AKP iktidarı halka zam zulüm işkence ile sonuçlanmış görünüyor. 
Bir söz de Memur-Sen "sendikacılığna" söylenmeli. Memurlar 2010 yılından bu yana enflasyon altında zamlar almaktadır. Arada enflasyon farkı dahi alınmayan yıllar oldu. Ki enflasyon farkı almak reel zam almamaktır. 

NOT: Cumhurbaşkanı yardımcılarının emekli maaşını da alması için düzenleme yapanlar söz konusu 1.000 liranın altında emekli maaşı alanlar olunca aynı kıvraklıkla ve hızla davranmamaktadır. Emekli bin liranın üzerinde maaş alsa ne olacak o da ayrı bir konu. 1'in 4'ünden emekli olan öğretmenler 2.850 TL'nin altında maaş alıyorsa varın gerisini siz düşünün. 


26 Aralık 2018 Çarşamba

Asgari Ücret Bir Malboro Fiyatı Kadar Arttı!

Dün bilmem kaçıncı toplantıdan sonra "işçi, işveren ve devlet temsilcileri" kameraların karşısına geçti ve "müjdeli haberi" verdiler. Asgari ücretliye bir malboro sigarası fiyatı kadar zam yapılmış önümüzdeki yıl için. Aylık 1.603,12 olan asgari ücretin yevmiyesi 52,7 TL iken 2019'da aylık net ücret 2.020 TL'ye günlük ücret de 66,41 TL'ye CARİ OLARAK YÜKSELTİLDİ.


  • 2018 yılı başında 424 Dolar değerinde olan asgari ücret 2019 yılına 40 Dolar azalarak girdi. Türk lirası olarak günlük artış miktarı  13,7 TL olarak gerçekleşirken dolar olarak AZALIŞ 1,3 Dolar oldu.
  • Açıklanan asgari ücret neye göre belirlendi bilinmez ancak TÜİK’in açıkladığı asgari geçim değeri olan 2.214 TL’nin çok altında bir değer olduğu görülmektedir. Yine 2019 asgari ücreti TÜRK-İŞ’in bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ olarak açıkladığı 2.385 TL’nin altında kaldı. 
  • AKP temsilcileri“kişi başına düşen gelir 10 bin bandında” diyor ancak belirlenen asgari ücrete göre asgari ücretliler 4 bin 200 doların altında gelire sahip olacak. Tabi ki 2018'de yaşanan kur şoku gibi bir durum yaşamaz ise.
  • Her yıl eleştirilen durum olarak asgari ücretlilerdeki vergi yükü bu yıl da yüksek. Asgari ücretli vergiden muaf kılınmadığı gibi bu malboru fiyati kadar ücret artışı asgari ücretliyi rahatlattırmadı.
  • Bu görüşmelerde işçi sendikalarının önerdiği asgari ücret teklifleri kabul edilmedi. Görüşmelerden "kendince" memnun ayrılan TÜRK-İŞ'in teklifi dahi dikkate alınmadı. Görüşmeler işveren teklifinin kabul edilmesi şeklinde gerçekleştir. Özetle Asgari Geçim İndirimi (AGİ) hariç işverenin teklif ettiği asgari ücret değeri kabul edilmiştir.
  • Asgari ücretliler 2017 yılında yüzde 4, 2018 yılında yüzde 11 kayıp yaşamıştır. Açıklanan zam oranı ile gerçekleşen enflasyon arasında bu iki yılda kümülatif kayıp yüzde 15'tir. 2019 yılından YEP'e göre ilave 15,9 oranında enflasyon da gerçekleşecek. Ücretler dışında herşey zamlanmışken yeni zamlar da kapıdan bakıyor.
  • 2018 yılında  su, ekmek, kira elektrik,ve doğalgaz başta olmak üzere birçok temel ihtiyaca yapılan yüzde 30 üzerindeki zamlar geri alınmamışken, asgari ücretin yıllık belirlenmiş olması zaten sorunludur. Nisan 2019 ayı çıkmadan gelen ücret zammı diğer tüm mal ve hizmetlere yapılan zammın altınd ezilecektir.
  • Asgari ücretin dönem içerisinde vergi artışlarından etkilenmesi için bir düzenleme yapılmamıştır. Bu kapsamdaki asgari ücretliler dönem içerisinde vergi dilimi etkisiyle de yoksullaşacaktır. 
Özetlersek; asgari ücret reel olarak artmadı. 2017 ve 2018 yıllarının enflasyon kayıpları tam olarak karşılanmadı. İlave olarak 2019 yılının yeni zamları ve vergi dilimi etkisi asgari ücretliyi yoksullaştıracak. Ancak mevcut durumda malboro içen bir asgari ücretli isterse işçi-işveren ve devlet temsilcileri kadar bir güce sahiptir. Günde bir paket malboro içen işçi sigarayı bırakırsa ücret zammını yüzde 100'e yakın arttırmış olacak. Bu müjdeyi yayın!






16 Kasım 2018 Cuma

Ekonomik Kriz var 3 Sektörde 1 Milyon Kişi İşten Çıktı

Türkiye, ekonomik nedenlerle erkene çekilen 24 haziran seçimlerinden sonra resmi verilerle türbülansa girdi. Çakılıp çakılmayacağını zaman ve uygulanan politika tercihleri ile göreceğiz. Ancak meşhur hatırlatma ile devam edelim. "Bir soruna neden olmuş zihniyetin  çözüm üretemeyeceği" bilinmelidir. Türkiye AKP politikalarının etkisi ve yönlendirmesiyle krize girmiştir. Gerek borçlanma ve ithalata dayalı modeliyle, gerekse içerde israf yolsuzluk ve yandaşlığın yaygınlaşmasıyla veya "herkesle sıfır sorundan herkesle bol bol sorun siyasetiyle"AKP yaşanan krizi büyütmüştür. Sadece iç dinamiklerle açıklanması yanlış olacak olan bu krizin makinisti AKP'dir. Krizi sadece kur dalgaları üzerinden eksik bir şekilde açıklayan yaklaşımları bir kenara koyarsak bir çok ciddi iktisatçı yapısal krizin yeni başladığını, ekonomik daralmanın derinleşeceğini ifade ediyor. 

Kriz etkilerinin görülmeye başlandığı bir yerde işgücü piyasasıdır. Diğer piyasalara göre kriz etkilerinin daha geriden hissedildiği bu alanda iş kayıpları ve uzun süreli işsizlik oranları alarm düzeyine çıkmaktadır.

TÜİK'in 15 kasım günü açıkladığı Hanehalkı işgücü anketi ağustos dönemi sonuçları krizin emeğe etkilerine işaret etmektedir. Buna göre çalışma çağında 15 yaş üzeri nüfus 60,7 Milyondur. Bu nüfus içerisinde işgücüne katılma oranı (İKO) % 54,3 , istihdam oranı ise 48,3’tür. Kadınlarda bu oranlar AB ve OECD ortalamalarının çok altında sırasıyla % 34,9 ve 29,7’dir. 

Türkiye’de 81 milyon nüfusun 29,3 Milyon kişisi istihdamda olup bu istihdamın % 34’ü kayıtdışı yani sigortasızdır. 3,3 Milyon kişi de ücretsiz aile işçisi olduğundan çalışması karşılığında bir gelir sahibi olanların nüfus içerindeki oranı yüzde 32’dir. Yani yüzde 32 çalışarak yüzde yüzü geçindirmeye çalışmaktadır. 

Geniş tanımlı işsizliğe göre işsiz sayısı artarak 6,3 milyon kişi işsizlik oranı ise % 18 olmuştur. 

İş aramaktan bıkan ve mevsimlik de olsa çalışanların dahil edilmediği dar tanımlı işsizlik oranı yılbaşından bu yana 1,3 puan, işsiz sayısı ise 445 bin kişi artış göstermiştir. 

Ekonomik krizin etkisiyle artan işsizlik en çok gençleri ve kadınları etkilemiştir. 

Genç İşsiz sayısı 1 Milyon 174 bin  kişiye üniversiteli: 1 Milyon 111 bin kişiye yükselmiştir. 

Krizin etkisi bazı sektörlerde açıkça yaşanmaya başlanmıştır. İdari ve Destek Hizmetleri Faaliyetlerinde, Tarımda ve İnşaatta istihdam azalışı 1 milyonu geçmiştir.  İstihdam artışı yaşanan sektörler de kamudan alınan teşvikler ve TYP, staj gibi palyatif müdahaleler sonucunda olmuştur. Ekim ayı sonu itibariyle işsizlik fonundan nemalanan TYP yararlanıcı sayısı 308.158 kişi olmuştur.



Yukarıdaki grafikte görüleceği üzere 490 bin kişilik istihdam artışının önemli bir kesimi kamu yönetimi alanına yapılmıştır. Söz konusu bu istihdamın TYP kapsamında yapıldığı düşülnülmektedir. TYP Kapsamında olmasa bile kamu alanında verimsiz ve üniformalı bir istihdam politikası benimsenmiş durumdadır. Hastanesiz doktorlar ve anabilim dalları varken doktorlara çalışma yasağı getiren bir dünezlemeye onay verenler öretmen açığınıda kapatmak. 





6 Kasım 2018 Salı

Ücret Hariç Herşeye Zam Devam Edecek



TÜİK Ekim Ayı için TÜFE’yi %25,24  olarak Yİ-ÜFE’yi ise %45,01 olarak açıkladı. Son bir yılda fahiş bir şekilde  artan oranlar son 15 yılın en yüksek oranları olarak açıklandı. Damat'ın YEP ve daha sonra TCMB'nin Enflasyon raporu kapsamında açıkladığı oranların üzerinde oranlar gerçekleşti. 
Anlaşılan o ki enflasyon beklentilerin üzerinde gerçekleşmeye devam edecek. Enflasyonla mücadele adı altında yapılan uygulamaların henüz alana yansımadığı da görülüyor. % 10 indirim kampanyası enflasyon sepetine uğramış değil. Enflasyon sepetinde olan 407 mal çeşidinden 328’inin fiyatı artmıştır. 
Üretici fiyatlarındaki fahiş artışın nedeni ham madde ve enerji fiyatlarındaki artış. Elektrik ve Doğalgazdaki fiyat artışının % 80’leri geçmiş olması yakın gelecekte hızla yükselen fiyatların hızla düşmeyeceğini de göstermektedir. 
Enflasyon genel halk kesimlerini hem kira artışları yönüyle çok sıkıntıya sokmaktadır hem de ücretlerin reel olarak azalması ile sonuçlanmaktadır. 
Asgari ücret pazarlığının başlayacağı Kasım döneminde reel kayıp yaşanan 2018’in bir benzeri 2019 yılında yaşanacaktır. 
Asgari ücretlilere enflasyon farkı verilmediği için 2018 yılındaki zam artışları (% 14) ile Enflasyon oranı (% 25) arasındaki % 11’lik reel kayıp asgari ücretlinin cebinden çıkmıştır. 2018 yılı başında 424 dolar olan asgari ücret 6 kasım itibariyle 300 doların altına inmiştir. 2019 yılında reel kayıp yaşanmaması için 1603,12 TL olan asgari ücretin minimum 2.500 bandının üzerine taşınması gereklidir. Şayet asgari ücretli Enflasyona karşı korunacaksa artış % 11+% 25 oranında olmalıdır. Aksi takdirde asgari ücret reel olarak azalmaya devam edecektir. 


Enflasyon en büyük yoksullaştırma aracıdır. Toplumda sınıfsal anlamda en altta olanların canına okur, ekmeğini küçültür. Gelir dağılımında var olan adaletsizlik yüksek enflasyon ortamında daha da adaletsizleşir. Kamu emekçilerine 2019 yılında verilecek zam şimdiden hükümsüz kalmıştır bile. 

30 Ağustos 2018 Perşembe

Alternatif Maliyet ve Türkiye'nin Alternatifi


Türkiye siyasi, ekonomik ve küresel boyutları olan bir krizin içerisinde debeleniyor. Bu krizin yol taşlarının yerel ayağını AKP politikaları döşedi. Bizzat AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın katkısıyla krizin boyutları asimetrik bir şekilde derinleşmektedir.


Şu an içinden geçilen kriz sürecinin en temel dinamikleri "küresel ekonomik eğilimlerdir." "Merkez ülkelerin" Asya'ya karşı kendilerini "korumaya" almaları, faiz ve gümrükleri yükseltmeleri "serbest ticaret mitini de" çürütmüştür. Neo-liberal siyaset ve ekonominin bir omurgası yoktur zaten. Ancak aynı küresel ekonomik eğilimlerden her ülke aynı şekilde ve oranda etkilenmiyor. Mesele "Filler sevişir, çimler ezişir'in" ötesinde bir hal almış durumda. 

Kendisi işçiler, kadınlar ve doğa açısından zaten bir kriz hali olan kapitalizmin "yamak ülkelerinden" olan Türkiye'nin; (1) sistematik bir şekilde dış ticaret açığı vermesi, (2) dış borçlanmaya dayalı bir üretim ve tüketim modelini seçmesi ve (3) hukuk devleti ilkesini son 3 yıldır askıya alması nedeniyle krizin boyutlarını ölçmek zorlaşıyor.  Bu üç madde üzerinde herhalde bir konsensüs vardır ve her biri, krizin etkisini derinleştirmede olağanüstü tesirlidir. 

Olağan üstü demişken Türkiye cari eko-politik krizinin temellerini OHAL'de attı. Bizzat Erdoğan'ın imzasıyla kamu kurumlarından 130 bin insan hiçbir hukuki gerekçe sunulmadan işten atıldı. Kayyum atamaları ve siyasetçilerin tutuklanması yerel ve genel seçimlerin "zorla iptal edilmesiyle" sonuçlandı. OHAL'de referandum ve seçim yapılması başlı başına bir şaibe doğurdu. Brunson dahil onbinlerce "kişi" hukuksuz ve haksız sürelerle gözaltına alındı, tutuklandı ve haklarında yılları aşan sürelerle bir iddianame bile hazırlanmadı. En temel haklar olan ifade hürriyeti, toplantı ve gösteri yürüyüşleri, grevler keyfi bir şekilde engellendi. 

Diğer ülke yurttaşlarının uluslar arası ve evrensel hukuka aykırı bir şekilde  gözaltına alınıp tutuklanması Türkiye'nin Almanya, Amerika, Fransa, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerle kriz yaşamasına "gerekçe"  oldu. Ama yaşanan bu eko-politik krizleri  bu diplomatik nedenlere indirgemek Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarını görmemizi engelliyor. 

Sadece Ağustos ayı içerisinde yaşanan "Kur Krizi" Türkiye'nin işsizliğini, faizini, enflasyonu ve tabi ki borcunu dramatik bir biçimde arttıracak. Türkiye'nin kısa vadeli dış borçlarını ve cari açığını karşılama maliyeti maalesef çok hızlı bir şekilde artmaya devam ediyor. Borçlarının % 90'a yakını dolar ve euro endeksli olan Türkiye borçlarını ödeyebilmek için yeniden borçlanacak. Ancak hem kur krizi hem yükselen CDS primleri ve faiz oranları bu süreci sıkıntılı hale getirdi. 



Erdoğan başta olmak üzere AKP'li siyasilerin yıllardır söylenegelen tekrarları çözüm diye sunmaları ise krizi psikolojik boyutuyla derinleştiriyor. Ekonomik aktörlerde günden güne güvensizlik içindeki beklenti hali borç ödeme vadeleri yaklaştıkça yerini karamsarlığa bırakıyor. Resmi verilerle güven endekslerinin tepe taklak aşağı gittiği ağustos ayında makro ihtiyati tedbirler (MİT) olarak sunulan girişimler geçici etkide bulunmuş ve kur 10 Ağustos çıkışını yeniden tekrar etme eğilimine girmiştir. Ortada işe yarayan bir MİT yok. OVP çıktı çıkacak denilip dururken kur neredeyse % 50 arttı. Hangi kuru esas alan bir planlama olacak?

Üretici enflasyonun % 25-30 bandına yükselmesi, özel bankaların kredi vermekten çekinmesi, bütçe açıklarının imar-vergi vb. aflara rağmen artması, dış ticaret açığının turizme rağmen genel bir azalış eğilimi göstermemesi yıllık bazda cari açık ve bütçe açığının rekora doğru ilerlemesi tüm ekonomik aktörlerin hareketlerini "dondururken" ciddi bir oranda dolarizasyona da neden olmaktadır. 3 Eylül'de açıklanacak enflasyon oranları gidişatın yönü hakkında daha net bir fikir verecek. 


AKP Genel Başkanı Erdoğan'nın dünkü "Alternatifsiz değiliz"" açıklamasından sonra kurun yukarı yönlü yeniden hızlanması sadece iç siyasi etki ile açıklanmaz artık. Küresel eğilimleri görmeden yapılan bu ve benzeri "Erdoğan açıklamaları" krizi derinleştirecektir. Erdoğan başta olmak üzere AKP'liler , krizi "ABD'nin Türkiye'ye yönelik yaptırımı" olarak değerlendirmek gibi yanlı-Ş bir analiz içindeler. Bu minvalde yapılan her muğlak ve eksik açıklama sadece kaygı, güvensizlik ve kriz ortamını pekiştiriyor. Ekonomik aktörler reel olarak kendini koruyabilme derdindeler. AKP'nin millliyetçilik ile pansuman etmek istediği kriz asgari ücretin reel düşüşü, iflaslar ve astronomik zamlardır. 

Ağustos bültenlerine (Beklenti anketleri, Sanayi Üretimi, Kısa Vadeli Dış Borç ödemeleri ...) yansıdığı şekliyle bu kötüleşen eğilimler gösteriyor ki; 

  • 2018'in son çeyreği ve 2019 yılının tümü derin bir çöküş ve yoksullaşma dönemi olacak. Gini kat sayısı artacak.
  • Türkiye'de ortalama kişi başına düşen gelir yine 6 bin dolar seviyesinin altına doğru düşecek. 
  • Türkiye'nin ekonomik büyüklük sıralaması nüfusu 17 milyon civarında olan Hollanda'nın altına inecek. 
  • 2019 Yılı içerisinde % 40'lı enflasyon oranları, %  20'li reel işsizlik oranları ve % 50'li faiz oraları ile karşılaşacağız. 

Alternatifsiz değiliz diyen siyasetçilerin bu alternatifi net ve hızlı bir şekilde kamuoyu ile paylaşması ve toplum % 99'una zarar veren bu süreci durdurması gibi bir sorumluluğu var. 24 Haziran seçimlerinin "gelen" ekonomik kriz nedeniyle erkene alındığını ifade edenlere karşı, böyle bir durumun olmadığın söyleyenleri, zaman yalancı çıkarmıştır. Önümüzde yerel seçimler var. Bu süreçte genel seçimlerden önce uygulanan "seçim ekonomisinin" devam ettiğinin işaretleri ortadadır. Kamu bankaları üzerinden yapılan "yandaş kurtarma operasyonlarının" maliyeti çok yakın vadede tüm topluma çıkacaktır. 

İktisatta en önemli konulardan biri "Alternatif Maliyettir". Her zaman bir alternatifiniz vardır. Elinizdeki kaynakla alternatifler arasında birini seçerken diğerinden vazgeçersiniz. Örneğin S-400 füzesi almak yerine 35.000 öğretmen istihdam etmek, 15.000 doktor istihdam etmek, tam teşekküllü 22.000 kreş açmak seçeneklerinden birini seçebilirsiniz. Bu alternatifler elbette çoğaltılabilir. Hatta genel hatları ile bütçe kanunu aynı zamanda bir alternatif maliyet metnidir. Güvenlik/savunma ve militarizm harcamaları eğitim/sağlık ve barış politikaları ile değişebilir.

Türkiye ekonomisinin krizine neden olan beton/inşaat ekonomisinde bir alternatif olarak ısrar  "yüksekten çakılma" etkisi gösterecektir. Siz bir Ağustos gününde serinlemek için bir suya atlamak amacındayken ne kadar yüksekten atladığınızın farkında değilsiniz. Hayaller 2023, gerçekler 2003 bile değil artık. İnşaatı seçip tarım ve sanayiden vazgeçmek bir alternatif maliyet meselesidir. Cümleten geçmiş olsun. 






Öne Çıkan Yayın

DEM PARTİ MÜŞAHİDİ OL!

  İYİ BİR MÜŞAHİT NE YAPSA DAHA İYİ OLUR   İyi bir müşahit “müşahede altında olan ülkenin” tarihi seçiminde görev alacak sandık kurulu üyesi...