15 Mart 2017 Çarşamba

TUİK Cumhuriyet Tarihinin En Büyük İşsiz Sayısını Açıkladı. Bu Başarı Hepimizin mi? #Hayır

TUİK Cumhuriyet Tarihinin En Büyük İşsiz Sayısını Açıkladı. 3.872.000 (Yazıyla: üçmilyonsekizyüzyetmişikibin) Bu Başarı Hepimizin mi? 

Tabi ki #Hayır. 

Şunun şurasında "tereranduma" bir ay bir gün kaldı. Heyecan dorukta. Son diploma-si krizi konuşulmaya devam ediyor. Diğer tarafta ekonomi de çanlar kimin için çalıyor sorusu olağanlaştı. 

Ekonomik krizin "silindir gibi teğet geçtiği dönemlerde" "ekonomi" kurumlarında idareci olmak idare edilir bir durum olmaktan çıkar. Misal şimdi TÜİK daha kötüsünü açıklayacağı işsiz sayılarına yönelik çalışmalara devam ediyor. İŞKUR'un da kayıtlı işsizleri azaltma yöntemi olarak keşfettiği "kayıtlılık süresini kısaltma" yöntemine rağmen, kayıtlı işsiz artıyor. 15 Mart 2017 tarihinde saat 10'da TÜİK "Cumhuriyet tarihinin en yüksek işsiz sayısı olan 3 Milyon 872 bin sayısını açıkladı." Türkiye’yi "silindir gibi teğet geçen” 2008 Küresel Ekonomik krizinden sonraki dönemde bile işsiz sayısı bu düzeyin altındadır. Bu kadar işsiz ancak kasıtlı bir politika sonucu olabilir mi? İnsan soramadan edemiyor. 

Sosyo-ekonomik sorunların tüm toplum kesimlerini aynı şekilde etkilemediği bilinmektedir. İşsizlik meselesinin çözülmemesi “yedek işgücü” varsayımıyla hep diri tutulmaktadır.  Ekonomik kriz ve OHAL fırsatçılığı ile birleştirilen işsizlik durumumun derinleştirilmesi, sermaye ve iktidar kesimlerine “reel ücretlerin düşük tutulması” imkanını sağlamaktadır. 2002 yılından bu yana siyasal iktidarın işsizlik sorununun çözümüne dair reel bir etkide bulunmadığı aşağıdaki grafikte gösterilmektedir. AKP iktidarı 2002 yılında iktidara geldiğinde işsizlik oranı 10,3 seviyesindeydi. Gelinen aşamada bu oranın azaltılamadığı gibi artışa geçtiği görülmektedir. 2016 ve 2017 yıllarında OHAL uygulamaları ve mevcut ekonomik yaklaşımların etkisiyle işsizlik oranlarının tüm nüfus kesimleri için artacağı açıktır. Gittikçe derinleşen ekonomik kriz yapısal bir işsizlik ve yoksullaştırma ile sonuçlanmıştır.  2000’li yılların başından bu yana işsizlikle ilgili reel bir politika yürütülmediği için işsizlik oranları dönemsel azalışlar dışında % 10 bandı etrafında seyretmiştir.


İşsiz sayıları  668.000 kişi artış göstererek Cumhuriyet tarihinin en yüksek sayısına (3.872.000 kişi) erişmiştir. İşsiz sayısı ve oranında, OHAL döneminde bir önceki yıl aynı döneme göre artış yaşanmayan ay yoktur. İşsizliği bu dönemde  bu kadar arttıran temel faktörlerin her biri ayrı bir çalışma gerektirmektedir; Özetle işsizliği arttıran ama istihdamı arttırmayan başlıklar aşağıdadır. Bunlara kısaca İKAP denir. 


  1. Genel Ekonomi Politikası içerisinde istihdam arttırıcı bir yaklaşımın olmaması,
  2. Aktif istihdam politikalarının işlevsizliği, "Maliyeti yüksek ama sonucu ters etkili."
  3. İstihdam ve işsizlikten sorumlu kurum ve kuruluşların perspektif ve kadro yetersizliği,
  4. OHAL uygulamaları kapsamında sadece KHK'lerle 102.143 Kamu Personelinin, bunun dışında 10.000 Gazetecinin, 10.000 yerel yönetim çalışanının, 20.000 akademisyenin işsiz bırakılmasının etkisi (İŞKUR 310 çalışanını İşsiz bırakmıştır. Bu kişiler İŞKUR'a işsiz kaydı yapamamaktadır.),
  5. Eğitim ve istihdam arasındaki bağın eğitim politikalarında öngörülmemesi


Yukarıda ifade edilen beş başlık, siyasal iktidarın tercihi sonucu şekillenen, işsizliği kalıcılaştıran ve arttıran politikalardır. İşsizlik artışının genel ekonomik eğilimler sonucu olduğunu varsaymak, yerinde bir değerlendirme olmayıp siyasal iktidarın bu yöndeki çabasını yok saymaktır. Siyasal iktidarın ifade edilen planlı programlı faaliyetleri, işsizliği arttırmayı ve reel ücretleri düşürmeyi hedeflemektedir.  Bu hedefe 2023 yılında daha da yaklaşmış olacaktır.   Değişimin tablosu ve yönü aşağıdadır.


668.000 YENİ İŞSİZİMİZ ÇOK NİTELİKLİ.
UYGULANAN POLİTİKALAR SONUCU ÇOK NİTELİKLİ OLUYOR İŞSİZLERİMİZ, DENEYİMLİ, GENÇ, ÜNİVERSİTELİ ...

Yukarıdaki tabloda görülebileceği üzere uygulanan politikalar bazı başlıklarda rekor kitaplarına konu olabilir. 
  1. Genç kadın işsizlik oranı % 8,1 oran artış göstermiştir.
  2. Yeni işsizlerin % 30'u genç ve % 42'si üniversite mezunudur.
  3. Kayıt dışı istihdam oranı artmıştır.
  4. Kayıtdışı istihdam artışı toplam istihdam artışından fazladır.
Çalışma hakkı en evrensel haklardandır. İşsizlik temel hak ve özgürlükleri göreceli bir şekilde anlamsız kılar. Yoksullaştırma en temel insan hakları ihlalidir. İşsizliği kasıtlı arttırıcı politikalar (İKAP) bu ihlalleri sistematikleştirmektedir. Büyük atıp küçük dahi tutmayan politikaların "istihdam diye" sunduğu şey, ücretsizlik, geçici "TYP" çalışması, kayıtdışılık, kiralık işçilik ve güvencesizliktir. Ulusal İstihdam Stratejisi budur. NOKTA.   





14 Mart 2017 Salı

Holl'An(a)dolulular Seçime Giderken, Halkın Yeni Sağla İmtihanı

Mücadele'de iyi ile kötü arasında bir tercih olduğunda iyinin seçilmesi için bir açıklama yapmaya gerek yoktur... Dünya genelindeki eğilim ise Kötü ile Daha kötü arasında gitmektedir. Kapitalizmin kültürel hegemonyasının sunduğu seçenekler içerisinde daha az kötünün savunusu, iyiye yaklaştırabilir mi? 

Makyavel'den bu yana erdem ve ahlakın siyasette bir ilke olmadığı savunulurdu. "Rahmetliden" sonraki yüzyılda "insanın kurdunun, insan olduğu," bir canavar olarak tasvir edilen devletle "İLTİSAKIYLA" açıklandı. Canavarı oluşturan veya üzerinde besleniyormuş gibi minik kurtçukları andıran insan, "kötü idi". O günden sonra "Ulusun  birliği ve Mutlakiyet" Makyavel, Bodin ve Thomas Hobbes'un mirası olarak ve sanki iyi bi şeymiş gibi ele alındı. Bu üç "tektekçinin"  arzuladığı düzen, Fransız ihtilaline kadar siyasette yaygın bir ahlaksızlığın, gaspın ve zorbalığın kurumsallaşması ile sonuçlandı. Tarihte bu ahlaksızlıklar hep olmuştur ama önemli olan, bu olanın utanılmadan savunulabilmesidir. Yeni sağın ve yeni sağcılığın hortlattığı şey, bu utanmazlıktır. Göstere göstere eşitsizliğin savunusu yapılabilmektedir.

Bu süreçte Locke, Montequieu ve rahmetli Rousseau hattı, "bireyi ve toplumu" değişik tonlarda yok saymayan bir çizginin peşinden gitti. Halk (moda tabirle Milli İrade) ilk defa Fransız ihtilaliyle tarihin sahnesinde boy gösterdi. "Ben Devletim" diyenleri, giyotin hazretlerine havale etti. İktidarın tekelleşmesinin sakıncaları, yüzyıllarca test edilen siyasal deneyimler sonucu, kuvvetler ayrılığı ilkesini doğurdu. Bu ilke "eşitlik, kardeşlik, özgürlük" imkanlarını sunan bir ilkedir. Bildirge 16. maddede, ta 1789 yazında demiş ki: "Hakların güven altına alınmadığı ve güçler ayrılığının belirlenmediği bir toplumun anayasası yoktur." Bunun üzerine bile gelen sosyalist/anarşist ve feminist seçenekler "eksik kalan eşitliğin" derdine düştüler. Bu dert hala derman bulabilmiş değildir. 

Yeni sağ veya yeni sağcılık bu eksik eşitlik savunusuna karşı, bir karşı yeni saldırı olup, Bodin ve Makyavel ve Hobbes'un, devlet/siyasal iktidar için hülyasını kurduğu şeyi, bölgeler bazında katmanlarda gerçekleştirme girişimidir. Aydınlamacı"Evrensel Eşitlik ve Akıl" yerine, öznel ve görece akıl'ın yer aldığı yeni sağ yaklaşımda, muhafazakar bir nosyon olarak "ahlak" vurgusu da rasyonalitenin zıttı olarak savunulur. Yeni sağcı muhafazakarlığın ahlakı Sokratik anlamda erdeme tekabül etmemektedir kesinlikle.

Zaten eski dost olan liberalizm ve muhafazakarlığın mutlu evliliğinden 1970'lerde yeniden doğan "sağ", dünyanın her iklimine larvalarını bıraktı. Ve şartlar olgunlaştığında bu larvalardan "eşitsizlik, özgürlüksüzlük ve kardeşliksizlik" fışkırıyor. Hayek ve Oakeshoot mirası; Reagan, Thatcher, Özal, Kohl, Nakasone vb. dönemlerde toplum karşıtı politikaların savunulması şeklinde yaşandı. İlginç bir şekilde "devletin küçültülmesi" diye savunulabilen bu zevatın ideolojisi, devletin "toplum karşıtı, militarist bölümlerini" büyütürken "sosyal devleti" küçülttü. Bu konuda hakları verilmeli. Kısmen başardılar da.  

Yeni sağcılar için demokrasi bir araçtır, amaç değildir. Yeni sağ her türlü örgütlü toplumun ve başta sendikaların düşmanıdır. Bu tür bi sağSermayenin karşısında çırılçıplak ve tek başına bir birey görmek ister. Hayek'in salvolarından beslenen larvalar bugün dalbudak sarmış mavi gezegeni... Canı istediğinde istediği yerde iç savaş veya her türlü kriz çıkarmakta, istediğinde "insani" yardım ve sosyal diyalog programları geliştirmektedir. Başlattığı medeniyetler arası diyalog çalışmalarını medeniyetler arası çatışmaya dönüştürebilmektedir. Tutarsızlık ve ilkesizlik tek ilke olduğu için sermayenin aleyhine olmayan her şey savunulabilmektedir. Planlamaya karşı çıktığını söylerken "sermayenin stratejik eylem planlarını" dayatmaktadır.

Devletin sermaye sınıfının hizmetkarına dönüştüğü bu halk karşıtı süreçte, popülizm (söylemde halk yağcılığı) en temel araçtır. Sosyal hizmetler ve sosyal kurumlar yok edilmeye çalışılırken, işsizlik artıp reel ücretler azalırken, yoksulluk derinleşip gelir dağılımında adaletsizlik pekişirken sözüm ona "halk'ın onayıyla" yapılan seçimler yapılmaktadır. Parlamentoların demokratik işlevleri kısıtlanırken siyasi partilerin finansmanı mafyatik ilişkilerin örüntüsüne benzetilmektedir. 1970'ten önce taşeron işçilik, kiralık işçilik, güvencesiz veya esnek istihdam,  özel istihdam büroları, sosyal güvenlik ve emeklilik sistemlerinin özelleştirilmesi gibi konuların "kamuya açık yerlerde" savunulması utanç verirdi. Ne zamanki yukarıdaki zevat bir araç olarak gördüğü demokrasinin nimetlerinden yararlanarak başa geçti; bu konuşulması utanç verici olması gereken başlıklar "işsizliğin azaltılması ve istihdam stratejileri" adı altında uygulamaya konuldu. Kimi yerlerde toplu halde dayatılan bu uygulamalar toplumun direncine göre parça parça uygulamaya konuldu. Halkın temsilcileri olan parlamenterler, sermayenin keşidecisine, siyasal partiler ise "depolitizasyon" araçlarına dönüştü. Sonuç olarak dolaylı vergiler ve vergi dışı fonlar sürekli artarken, artan diğer bir şeyse "aile, din, milli kimlik" söylemi oldu.

Yazı uzadı ama dünya halklarının "uru" olarak yeni sağ, II. Dünya Savaş'ının yıkımından sonra ders alınarak ulaşılan "evrensel hak ve hürriyetleri" hedeflemektedir. Bütün insanların eşitliği yerine "kendi insanlarının, tarihlerinin, millilerinin, vs vs ." üstünlüğünü savunan bu yeni kimlik inşası girişimi, karşı düşmanlar olmadan, işlevsizdir. Düşman inşası da zor değildir. "Küresel terör", tüm "medeni" yeni sağcıların düşmanıdır misal. "Güney ve Doğulular" "Batı'nın" düşmanlarıdır.  Gelinen aşamada toplumlar denizdeki yılana sarılmakta, yani düşmanın yeni sağına karşı kendi yeni sağını büyütmektedir. İlk yumruğu kimin tarafından atıldığı günden güne önemsizleşmektedir. Yeni sağcılar, dışarıdan bir düşman yeni sağ bulamazsa içeri de hemen imal etmektedir. Neredeyse tüm seçimler "kim daha yeni sağcı" üzerinden yapılmaktadır. 

Yarın Holl'An(a)dolular seçime gidiyor. İktidardaki sağ parti, bir parti sağ, bir parti yeni sağ oynuyor oyunu... İktidarda kimin olduğunun önemsizleştiği bir tarihsel kırılma dönemindeyiz. Uygulanan yeni sağcılık oluyor... 
Bir de yeni sağcılar arasında devam edegelen faşizm/nazizm uygulamaları konusunda tarafların haklılık payına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Özlenen altın çağ, halkın üzerinden silindir gibi geçilen, sadece ölen kişi sayısının 50 milyon olduğu II. Dünya Savaşı yıllarıdır. Bu süreçte halklar yok olurken sermaye yeni bir düzenle birikimini arttırmıştır. 


ABD'nin Gert'ini gören Holl'An(a)doluluların anketlerde Wilders'a desteği azalttığı söylenmişti. Ama Gertzek bir tane değil ki... Başta Avrupa olmak üzere dünya genelindeki gertzeklere karşı çıkmak için ona benzeyenler, o seçilmese de fikirlerini uygulamaktadırlar. Her halk gertzeklerine Hayır demeli...      




9 Mart 2017 Perşembe

OHAL Uzatılması Sırasıyla Dövizi, Enflasyonu ve Faizi Arttıracak.

Oha-l uzadıkça dolar yükselecek. Ekonomi daha da çökecek. Nokta. TL cinsinden parası olan halktan insanlar, şimdilik döviz yerine dayanıklı gıda ve tüketim malzemeleri alsalar daha karlı olacaklar diyelim. Tefe-randumda evete kilitlenmiş bir erteleme ekonomisinin, halteri havada tutan halterci gibi beklediğini söyleyebiliriz. Hakemin işareti referandum tarihinden önce değil. Ama bir halterci olarak ekonomi, referanduma varmadan bir yerlerinden yırtılma da yaşayabilir. Haltercinin döviz, faiz, işsizlik ve enflasyon yerlerinden yırtılma işaretleri çok bariz. Her halükarda bu işaret verildiğinde halter düşecek, kontrollü düşmesi başhakemin insafına terk edilecekse, ekonominin beli, herkes canlı yayında izlerken  kırılacak gibi. İktisadın jöleye ve cilaya gelmez kuralları var işte… çok iddialı gelebilir ama tekrar edelim: “dolar/euro alacağınıza sağlıklı koşullarda koruyabilmek şartıyla tüketim tarihi 1-2 yılı aşan gıda stoğu daha karlı olucaktır”   

Hayat tesadüfleri sever ama iktisat öyle değil, sanki tesadüfler yokmuş gibi davranır. Değişkenlerin birini sabit tutar, diğerlerinin etkilerini varsayar ya da tersi... Reelde ise "hayat ve iktisat" ne tam mutatis mutandis ne de tam ceteris paribus'tur. Bazı değişkenler ne sabit, ne ölçülebilir ne de öyle varsayılabilir. Bu yönüyle OHA-L uygulamasının bir ekonomik değişken olarak varsayılması ve sonuçlarının, etkilerinin ne yönde olduğunun ölçülmesi neredeyse mümkün değildir? Ülkenin "var olan" pozitif ve normatif iktisatçıları birbiriyle bu konuyu tartışamamak üzerine tartışmakta anlaşmışlar gibi. Peki başlıktaki gözlemin yani "oha-l uzadıkça dolar yükselir'in" iktisadi bir kanun olabileceğini söyleyebilir miyiz? İktisatçıların cevabı: Diğer değişkenlere de bakmak lazım! şeklinde olur... Realite diğer değişkenlerin değerlendirilmesini beklemez. 

Referandumla başbakanlığının bitirilmesi teklif edilen Başbakan Binali Yıldırım, OHAL'in 4 kere, 1 yıla varana kadar uzatılacağının müjdesini bugün verdi... 4. Keredir uzatılan olağan OHAL uygulaması referandumdan sonra da devam edebilir. Bu olağan OHAL'de Dolar kurunun dengesizleşmesinin sonuçları alt ve orta sınıfları daha olumsuz etkilemektedir. Ama büyük sermaye kesimleri hariç bu dengesizliğin zararları tüm toplum kesimlerinedir. 

2005 yılı başında 1,33 olan döviz kuru ilk defa 28 Ağustos 2013 tarihinde  2 TL  bandının, 8 Eylül 2015 Tarihinde 3 TL Bandının üzerine çıkmıştır. Son 10 yılda % 245 kat artan doların, 2. OHAL Döneminden sonra ne kadar arttığı açıktır. 30 Ocak tarihi itibariyle Dolar 4 bandını aşmış, an itibariyle 3,75 seviyelerine gerilemiştir. Doların yükselmesinin doğrudan bazı etkileri aşağıdaki gibi belirtilebilir.

  • Kısa vadede üretimi ithalata bağlı tüm ürünlerde hızlı genel fiyat artışı, yani enflasyon oranının yükselmesi. Yüksek enflasyonun en temel sonuçlarından biri gelir dağılımında adaletsizliği derinleştirir. Bunun da başka olumsuz sosyolojik sonuçları olur.
  • Kişi başına düşen gelirin azalışı ve reel satın alma gücünün düşüşü dolar bazlı yükselişin bir başka sonucudur. 
  • Kurun yükselişi TL’nin değersizleşmesi anlamına gelmekte olup bu durum ticaret dengelerini olumsuz etkileyecektir. 
  • Döviz kuru ile borçlanmış işletmelerin iflası orta ve uzun vadede döviz kurunun hızlı yükselişinin olumsuz sonuçlarındandır. Üretimi döviz kuruna endeksli işletmelerin maliyetlerinde artış yaşanacaktır. 
  • Döviz kuru artışı "Net Dış Borç stokunun ve bunun GSYİH’e oranının artması" anlamına gelmekte olup dolar yükseldikçe borcun artması demektir. 

Son bir ayda döviz kuru başladığı yere geri dönmüştür. Temenni ve talimatlarla yönetilmeye çalışılan ekonomi özellikle iç üretimin daralması, işsizliğin ve enflasyonun yükselmesi gibi temel kriz işaretlerini uzunca bir süredir vermektedir.  Aşağıdaki grafikte son bir ayda Doların seyri sunulmuştur. 




İkinci dönem OHAL'inde artan kurun maliyet etkisi 2017 yılının ilk iki ayında enflasyonunun 10,13 TÜFE ve 15,36 şeklinde gerçekleşmesi ile sonuçlandı. Enflasyonun yükselmesinin ilk sonuçlarından biri de faiz oranlarının yükselmesi olacaktır. Söylem düzeyinde ideolojik nedenlerle ve yatırımların yapılması amacıyla "faiz karşıtlığı yapanların" uyguladıkları ekonomi politikaları, OHAL'le birleşince faizlerin yükseltilmesi zaruri olmuştur. 

OHAL, sırasıyla döviz kurunu, döviz kuru maliyetleri ve maliyetler enflasyonu arttırmıştır. Enflasyonun yoksullaştırma fonksiyonun işlemesi, faizin artması şeklinde de olacaktır. Kısır döngü şudur ki: Faizler arttırılmadıkça döviz kurunun artışı durdurulamaz. Buradan OHAL uzatma kararı alanların bilerek faizi arttıracaklarını ifade edebiliriz. 

Bu arada haltercinin canı çıksa da halterin havada tutulması zorunlu hale geldi. Görünmeyen "net hata noksan helikopterinin" "görünmeyen ipleriyle" asılı halter, o kadar yükseldi ki, halterci "teslim ol" çağrısına uygun kolları yukarıda ve hatta ayakları yerden kesilmek üzere. Cereyanda kalmış heyecanlı izleyiciler için referandumdan önce yarıştaymış gibi titreme numaraları çekmek zorunda... Sonuç ne olursa olsun 17 Nisan sabahı, efsanevi halterci olan ekonomi; hem halterin, hem helikopterin hem de başhakemin altında kalacak... Üstteki bu üçünün, en üstünde kimin/neyin olacağına yüce halkımızın milli iradesinin tecellisi karar verecek... Faturası kendisine kesildiği ve kesileceği için herkesin bu karara saygı göstermesi gereklidir. Sonuç ne olursa olsun ayakta alkışlayacağım. Ancak ben başkan olsam halterin icrasını kalıcı bir şekilde askıya alırdım. Böyle spor olur iddiasında olan arkadaşlara  da, o zaman böyle iktisadi yazı olur deriz. 

Konuyla alakası yok ama tarih bizi Koç burcundan Boğa burcuna doğru götürürken daha çok borçlandırarak götürecek, bu kesin iktisadi bilgi. Nisanın referandum döneminden sonraki haftada Hitler'in doğum gününü kutlamak isteyen neo-naziler türedi bir de... Yani küresel çapta da çapsızlık had safhada. Dolar konusunda Trump'ın sadece bize Trump olmadığına değinerek ceteris paribus budur diyorum. Ama TBMM'nin Burcu Boğa (23 Nisan). Tehlikenin farkında mısınız? bilmiyorum ama referandumla Koç burcuna çekilmeye çalışılıyor Yeni Meclis (16 Nisan), Yükselinin ne olduğuna siz karar veriniz! Referanduma 38 gün kalmışken burçlarda 1 gün bile önemli. Hitler 20 Nisan'da kalarak koçlaşırken Lenin 22 Nisanda Boğalaşmıştır... 

Borçlar bizim kabul ettik, Burçları da bir kenara bırakıp da herkesin bir fikrinin mutlaka olduğu  şu kolay soruyu sorarak bitirelim. "Siyaset mi ekonomiyi belirler, ekonomi mi siyaseti...?" Tez zamanda görecez... Hatta bunun tezi yazılır, ihraç edilmiş bir akademisyence... Sayıları 20 Bini geçmiş diyorlar... Yanlış hesap burada da devam ediyor... Bu pasaportu kısıtlanan sayısı ve bunları gerçek anlamda ihraç etmiş değiliz. Pasaportu kısıtlanmadığı için ülkede kalmak zorunda olmayıp bu cennet vatanı beyin göçü teşvik procesi kapsamında terkederek self-ihraç yapan akademisyen sayısını hiç öğrenemeyeceğiz... Çünkü göçemeyip sabah kahvaltısında dut yediği için susma hakkını kullananları hiçbir iktisadi modelleme ve muska belirleyemez. Yetmez ama #hayır 


7 Mart 2017 Salı

40 Ekonomik Nedenle Hayır!!!


40 Ekonomik Nedenle Hayır!!!

Referanduma 40 gün kaldı. “HAYIR Diyorsak Vallahi Sebebi Var” diyenlerin argümanları çok net. Bu yazıda da HAYIR'ın sadece ekonomik nedenleri 40 maddede özetlenmiştir. 15 yıldan fazladır "ne istedi de alamadı diyebileceğimiz" iktidar, neden sınırsız, dengesiz ve denetimsiz bir tekel rejimi kurmaya çalışıyor, anlaşılabilir değil. Bu konu üzerine çok şey yazılabilir ama ifade edildiği gibi bu yazıda sadece "ekonomik nedenlerle HAYIR nedenleri özetlenecektir." Ancak önerilen teklifle değişecek rejimin iddia edildiği gibi istikrar değil, yıkım düzeyinde istikrarsızlık potansiyeli içerdiği söylenebilir. Yaptıkları yapacaklarının teminatı olan iktidar için yaptıklarından ve yapacaklarından 40 ekonomik seçki aşağıdadır. 

1. Anayasa Teklifine  göre iddia edilenin aksine siyasal ve ekonomik kriz riski daha yüksektir.  “Cumhurbaşkanı seçimleri de TBMM seçimleri gibi 5 yılda bir olacak ve seçmenler, iki seçim için aynı gün sandığa gidecek. Cumhurbaşkanı seçiminde birinci oylamada gerekli çoğunluğun sağlanamaması halinde, belirtilen usule göre ikinci oylama yapılacak.” Birinci turda dağılımı netleşen meclis aritmetiğinin zıttı yönde bir cumhurbaşkanının ikinci turda seçilmesi olasılık dâhilindedir. Mecliste muhalefet olarak kalan partilerin ikinci aday etrafında uzlaşması durumunda rejim sürekli bir kriz veya seçim sarmalına girecektir. Bunun da ekonomik krize neden olması kesin bir durumdur. İstikrarsızlığa HAYIR
        
  2. Referandumla parlamentonun en temel yetkilerinden olan bütçe ve vergi hakkının kısıtlanmasına ve tek’ele verilmesine HAYIR,

3. Referandumla meclisin yetkileri kısıtlanırken milletvekili sayısının ek olarak 50 kişi arttırılmasına HAYIR, Her dönem maliyeti 100.000 asgari ücreti geçen bu uygulama tamamen gereksiz bir masraf olacaktır topluma. Dünya’da 600 vekili olan meclis sayısı çok azdır.

4. Teklifle ortaya çıkan Anayasa’da meclisin görevleri sadece bir paragrafta kısıtlanarak bir şekilde ifade edilmiştir. Başbakanlık ve kabine sisteminin lağvedilmesinden sonra tek kişinin belirleyici olacağı bu tip bir rejimde görevli cumhurbaşkanının görevleri onlarca maddede dağılmış ve sınırı belli değildir. Tüm ülke ekonomisinin tek kişinin alacağı kararlara havale edileceği bu yapıda hata yapmak lüksü yoktur. Ayrıca son darbe girişiminde “Yaver’lerin durumu” Cumhurbaşkanı üzerinden yapılan tartışmanın Cumhurbaşkanı Yardımcıları için de yapılmasını gerektirmektedir. Cumhurbaşkanına vekâlet dönemlerinde bu yetkiler Cumhurbaşkanının kendisine karşı dahi kullanılabilir. Mesela meclisi fesh etme yetkisi vekilin de yetkisi olacaksa, sistematik iktisadi krizler için bir yapı oluşturulmuş olacaktır.

5. İşsizliğe HAYIR. An itibariyle 3 milyon 872 bin kişi açık işsizdir. Oran 12,7’dir. Gençler ve kadınlarda bu oran % 20’lerin üzerindedir. 15 yılda bu sorun derinleşmiştir. Çözülmemiştir.

6. Gelir dağılımında adaletsiz bölüşüme HAYIR, Son bir yılda bile toplumun en zengin yüzde 20’sinin geliri, en yoksul yüzde 20’sinin gelirine oranı 7,4'ten 7,6'ya yükselmiştir. Türkiye’de Gini Katsayısı Yüksektir, Yani gelir dağılımında adaletsizlik vardır.  

7. Yoksulluğun kısır döngüsüne HAYIR. Yoksul olduğu için çocuklarına yeterince eğitim ve sağlık bütçesi ayıramayan hanehalkları bir sonraki kuşakta daha yoksul olmaktadır. Türkiye nüfusunun önemli bir kesiminin, “sosyal yardıma bağımlı bir yaşama” mahkûm edilmesine HAYIR. Hanelerin yüzde 60’ında aylık ortalama geliri 739 lirayı aşmıyor, 10 milyona yakın işçi ailesi aylık 1.404 lira asgari ücretle yaşamını sürdürmek zorunda. Diğer yandan açlık sınırı resmi olarak 1600 lira olarak TÜİK tarafından açıklandı.

8.  Zamlara ve enflasyona HAYIR,  Enflasyon iki haneli olmuştur tekrar. Başta kira ve gıda giderleri olmak üzere milyonlarca kişi bu nedenle daha yoksuldur artık. Asgari ücrete yapılan günlük zam 1 doların altında kalırken  İstanbul ve Ankara gibi illerde sadece ulaşıma daha fazla zam gelmiştir.

9. İnsan onuruna yakışmayan istihdama HAYIR. Asgari ücretin altında, fazla sürelerle, izin ve tatil hakkı olmadan, sosyal güvencesiz yaygın çalışma rejimleri bulunmaktadır. Kiralık işçilik düzeni böyledir. Emeğin mallaştırılmasına HAYIR

10. İşyerlerinde sistematik mobing, taciz ve yıldırmaya HAYIR, İşyerlerinde sistematik mobing, ayrımcılık ve tacizi durdurmaya yönelik bir yaklaşım yoktur.

11. Kayıtdışı, ücretsiz, güvencesiz ve sigortasız çalışmaya HAYIR, Son bir yılda kayıtdışı çalışan sayısı 322.000 kişi artmıştır. Her 100 çalışanın 11’i ücretsiz aile işçisidir. Bu oran son bir yılda da artış göstermiştir.

12. Kamu sektörünün KHK’lerle tasfiyesine  HAYIR, 102.143 kamu emekçisi adalet bakanının ifadesiyle hukuka uygun ceza kanunlarıyla değil "kendi tasarruflarıyla" işsiz bırakılmıştır.

13. Emek örgütlerinin ve sendikaların kısıtlanmasına,  grevlerin engellenmesine HAYIR, Ülkede sendikalılık oranı düşerken, KHK’ler ile sendikalar kapatılırken, yandaş sendikalar dışındakilerde üye olanlar tehdit edilip mobinge uğrarken “demokrasi nutuklarına”  HAYIR

14. Ekonomik temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasına HAYIR, Uluslararası sözleşmeler ve anayasa koruması altında olan çalışma hakkı, sendikal faaliyet hakkı, kamu hizmetine girme hakkı taammüden ihlal edilmektedir.

15. Ücretlerin reel olarak azalmasına HAYIR, Döviz kuru ve enflasyon artışı sonucu ücretlerdeki cari zamlar anlamsızlaşmıştır. Sabit ücretli, asgari ücretli, memur vb. reel yoksullaşmasını yaşamaktadır.

16. İşsizlik sigortası fonunun amaç dışı kullanımına HAYIR, Fondan harcanan 100 birim harcamanın 70’i işsizlik ödemesinin dışında harcanmıştır.

17. Kadrosuz ve Taşeron istihdamına HAYIR, Kamuda 720.000 kişi olduğu ifade edilen taşeron işçilerine verilen söz tutulmamıştır.

18. TYP/İŞKUR işçilerine bütçeden kadro ve maaş verilsin, İşsizlik fonundan ödenmesine HAYIR, Yararlanıcı sayısı 1 Milyonu aşan bu uygulama fon için bir kara delik, siyasal iktidar içinse “Allah’ın seçim dönemlerindeki lütfu” olmuştur. 2015 yılında çifte seçim olduğu için yarım milyona yakın kişi TYP yararlanıcısı yapılmıştır. Bu yıl sayının kaç olacağı tam olarak kamuoyuna sunulmuş değildir. Yüzbinlerle ifade edilebilecek sayıda kişinin fona ortalama maliyeti 20.000 TL'nin altında değildir.

19. Bütçe açıklarına HAYIR, Eğitim, Sağlık ve Adalete  daha fazla bütçe ayrılması gerekirken bu alanlar dışında popülist politikalar nedeniyle bütçe açık vermektedir.

20. Savaşa daha çok, eğitim ve sağlığa daha da az bütçe ayıran İKTİDARA HAYIR,

21. Devalüasyon ve yoksullaştırma politikalarına HAYIR,

22. Çevreyi ve doğayı her türlü sermayeye yağmalattıran siyasal anlayışa HAYIR,

23. İş cinayetlerine HAYIR, 1.970 Kişi sadece 2016 yılında yaşamını yitirmiştir. Soma’nın müsebbipleri hala yargılanmamıştır.

24. Çocuk işçiliğine HAYIR, Ülkede ve bölgede yaşanan çatışmalı sürecin sonucu göç çocukları vurmuştur.  Bu konuda en güncel veri 2012 yılına aittir. Bu bile yaklaşımı göstermektedir.

25. Mülteci emek sömürüsüne HAYIR,

26. Kadın emeği sömürüsüne ve cinsiyetçiliğe HAYIR, Kadını ikincilleştiren siyasal söylem en sistematik ayrımcılığa imkân sunmaktadır.  Soma’da moda olan tekme atma 2016 yılında kadınlara yönelen bir cezasız pratik olmuştur. Bu durum kadınların ekonomik sömürüsüne de temel olmaktadır.

27. Engellilerin istihdamına “yük” olarak bakılmasına HAYIR, Hem devlette hem de özel sektörde engellilere yönelik ayrılan istihdam kontenjanları doldurulmazken binlerce engelli insani koşullarda yaşamak için iş aramaktadır.

28. Bölgesel adaletsizlik ve sömürüye HAYIR, Hem kamusal kaynaklar hem de teşvikler bölgeler arasında adil bir şekilde dağıtılmamaktadır. Geri kalmışlık, coğrafi bir durummuş gibi sunulmaktadır. Bu sığ ve zalim anlayışa HAYIR

29. İşçinin kıdem tazminatının gasp edilmesine HAYIR, Hükümet programına göre referandumdan sonra işçilerin kazanılmış hakkı olan kıdem tazminatı gasp edilecektir.

30. Memurun kadrolu çalışma hakkının gasp edilmesine HAYIR, 3 milyon kamu emekçisinin sınav ve liyakatle kazandığı kadrolarına siyasal bir kararla son verilecektir. Bu sadece memurların kadro sorunu değil aynı zamanda kamuda yozlaşma ve yolsuzluk sistemini de getirecek bir öneridir.

31. Savaş ve OHAL ekonomisine HAYIR,

32. Ölçüsüz örtülü ödenek kullanımına HAYIR,

33. Zorunlu Bireysel Emeklilik sistemi gaspına HAYIR, Çalışanların emeklerine 3 yıl kesinti  yapıp, 5 yıl geri alımı kısıtlamak zorbalıktır.

34. Esnaftan ahilik fonu adı altında yeni prim kesilmesine HAYIR, 2 milyon esnaftan % 2’lik ek kesinti yapıp 3 yıl sonra batması durumunda asgari ücretin çok altında bir iade sistemi adil değildir.

35. Kamusal varlıkların tıpkı işsizlik fonu gibi siyasal iktidar lehinde denetimsiz kullanımı olanVarlık Fonuna HAYIR,

36. Kamu sektöründe liyakatsiz, sınavsız,  verimsiz yandaş kadrolaşmasına HAYIR,

37. Kamu ihalelerinde yandaş korunmasına, kayrılmasına HAYIR,

38. Tüm sektörleri gören değil sadece yandaşları kapsayan ekonomik teşvik düzenine HAYIR,

39. Borçlanmaya HAYIR, 2002 yılında kişi başına düşen Borç 470 dolardan 2016 yılında 6.089 dolara fırlamıştır. Borçlar çevrilemeyecek duruma gelmiştir. Fatura tüm topluma kesilmektedir.



4 Mart 2017 Cumartesi

Enflasyon İki (DUBLE) Haneli; Birisi Kiralık, Birisi HAYIR Demek İçin...

Sadece duble yol edebiyatının ülkeyi getirdiği çıkmaz yol duble enflasyon... Enflasyon Ücretlileri Vuruyor. Bir duble içelim derseniz vergi oranı % 70'lerin üzerinde... İçme mübtelası olanlar içmeye ara verse vergi sistemi çökecek... Biz dubleye dönelim... 

Ülkenin en istikrarlı olduğu iddia edilen alan olan ekonomi, 2009 krizinden beter sinyaller veriyor. Özetle döviz kuru, işsizlik oranları ve enflasyon artarken cari açık, bütçe açığı ve tasarruf açığı devam ediyor. Bu kötüye gidişin önemli bir nedeni siyasal istikrarsızlık ve öngöremezliktir. Gelinen aşamada hem üretici hem tüketici boyutuyla acı reçete uygulanmaya başlamıştır bile. Üretici daha az kazanıp daha sık iflas edecek, tüketici daha az tüketip daha çok çalışacak, özetle yoksullaşması derinleşecektir. İktisadi körlüğün belirtileri çok sık tekrarlanmakta ve ders alınmadığı için dert alınmaktadır. 



TCMB 19 Ocak 2017 tarihinde Ocak ayı TÜFE beklentisi 1,44, yıllık TÜFE beklentisi ise 8,48 olarak açıklanmış ancak 3 Şubat 2017 tarihinde ise gerçekleşme sırasıyla 2,46 ve 9,22 olarak gerçekleşmiştir. Beklenti ve tahminlerden daha kötü gerçekleşmeler son 7 aylık ülke ekonomisinin temel eğilimi olmuştur. Nitekim ‘Ocak ve Şubat aylarında 9,22 ve 10,13 şeklinde açıklanan Tüketici enflasyonu izleyen aylarda da artarak devam etme eğilimdedir. Merkez Bankası ve TÜİK’in reel ekonomik durumu gizleme eğiliminde olduğu da “enflasyon gündeminin” başlıkları arasındadır. Ne kadar örtülebilir bilinmez ama 2017 yılı için enflasyon beklentisinin % 11'i aşacağını söylemek için iktisatçı olmaya gerek yok. Gerçekleşme % 11 iken hedeflenen % 5, Memurun aldığı ortalama zam % 5,... Öngörüsüzlük mü bir tercih mi... Tartışılmalı... Memur-Sen'in imza attığı yıllık TİS Şubat ayında amiyane tabirle fıs olmuştur. Memursen yönetiminin memurlara maliyetini bir yazıya sığdıramayacağımızdan onları TİS'e havale edelim. Gelelim merkez bankasına...

İddia odur ki; "TCMB, 2001 krizi sonrası enflasyon “hedeflemesi” dönemine girmiştir. Türkiye’de 2002-2005 örtük enflasyon hedeflemesi ve 2006 sonrası da resmi enflasyon hedeflemesi dönemi olmuştur". “Tek haneli enflasyonun” sağlanması hedeflenen bu yapıda fiyat istikrarı “sosyal istikrarın” temeli varsayılmıştır. "Enflasyon hedeflemesi “rejimi” herhangi bir ara hedef kullanmaksızın, doğrudan enflasyonun kendisini hedeflemektedir" "Dünya genelinde merkez bankaları rakamsal bir hedef ilan ederek bu hedefe ulaşma konusunda güçlü bir taahhüt oluşturmakta ve hedefe ulaşılamaması durumunda kamuoyuna hesap vermekle yükümlü olmaktadır." Tırnaklı cümleler Merkez Bankasının sitesinden parlak cümleler...

Ancak Türkiye’de hedefle gerçekleşme arasındaki bant gittikçe genişlerken, enflasyon “hedeflemesinin” amaçlarını gerçekleştirmediği ve bu hedefin emekçilerin ücret zammı taleplerine karşı kullanıldığı görülmektedir. Siyasal iktidarın merkez bankasına baskı yaptığı kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Hükümetle birlikte hedeflenen enflasyon oranlarında gerçekleşen sapmalar; hedeflerin gerçekçi belirlenmediğini, yönlendirme ve manipülasyon içerdiği, ileriye dönük emekçilerin zam taleplerini kısıtladığını göstermektedir. 2002 yılından bu yana AKP hükümetleri ve TCMB’nin hedeflediği (Örtük ve Açık) enflasyon değerleri negatif yıllar dahil edildiğinde bile ortalama % 49 sapma göstermiştir. Açık enflasyon hedeflemesi yapılan 2006’dan sonra bu ortalama sapma artarak % 69 olmuştur. Bu kadar sapma ancak kasıtlı olur, ya da hedef belirlerken realiter körlükle... 

2016 yılında hedef sapması oranı % 71 iken, OHAL ve referandum sonrası olumsuz eğilimler bu oranı daha da saptırarak 2017 için % 120 oranında sapma şeklinde göstermektedir. 2018 ve 2019 yılları güncel istikrarsızlık ve belirsizlikler nedeniyle tahmin edilebilir değildir. İlginç olan şu ki döviz kuru 2006'da kaç idi, şimdi kaç... ama hedef % 5 imiş... Bu süreçte ülkede neredeyse değişmeyen tek ekonomik gösterge "hedeflenen enflasyon" .. 

Tahmin veya hedeflemelerin reel olması için kısa ve orta vadeli program ve taahhütlerin yaklaşık değerlerde yerine getirilmesi gerekmektedir. AKP hükümetlerinin Orta Vadeli Programlarında (OVP) belirtilen tüm tahmin ve hedefler 2011 yılından bu yana düzenli bir şekilde tutmamaktadır. Bilimsel bir yöntem içermeyen, temel ekonomik göstergelerde emeği göz ardı eden ve reel ekonomik durumu “temenniler ve talimatlarla” düzeltebileceğini iddia eden "ulusal istihdam stratejisi (UİS)" gibi stratejilerin ve OVP’ler gibi programların ülke ekonomisini getirdiği yer çöküştür. Ülkenin içinde bulunduğu siyasal şiddet ve kutuplaşma durumu öngörülmeden, OHAL rejimi terkedilip asgari hukuk düzenine dönülmeden “ekonomide işlerin düzeleceğini ummak ” en basit eleştiriyle iktisat ve siyasete dair bilgisizliktir. Resmi söylemin aksine OVP’ler falcıların “üç vakte kadar” açıklamalarını geçmiştir . Örneğin Ekim 2016’da ilk OHAL döneminin sonunda açıklanan OVP’ye göre Türkiye’nin büyüme oranı 2017 için 4,4 değeri, enflasyon oranı için ise 6,5 değeri açıklanmıştır . Üç yıllık perspektifle hazırlandığı iddia edilen “metin” üç ay içinde yıl bitmeden kadük kalmıştır. Ocak ve Şubat Ayları TCMB Beklenti Anketi ve Enflasyon Raporu verileriyle ekonomik büyüme verileri aşağı yönlü enflasyon verileri ise yukarı yönlü revize edilmiştir. Ekonomide bir panik havası olduğu, iyileşme sinyallerinin 2017 yazında görünebileceği temenni edilmektedir. Ancak dün açıklanan enflasyon verileri TÜFE 10,13 iken Yİ-ÜFE 15,36 şeklindedir. Bu açıklamalar üzerine son iki haftadır artmayan döviz kuru yeniden artış göstermiştir. Bu artışlar en çok ücretli kesimi olumsuz etkilemektedir. Bu seneki kira artışları % 12'den aşağı olmaz. Gıda fiyatlarındaki artış genel artıştan daha yüksek. Ama ücret artışı yandaş sendikaların yönetimine emanet... 

Enflasyon yoksulları daha yoksul, zenginleri daha zengin yapar... Zenginlerin referandum da fikri önemli değil, Çünkü toplam seçmenin % 5'ini oluştururlar en fazla. Yoksulun ise Hayır'ı kendine olacak.!!!.


2 Mart 2017 Perşembe

Domuzların Uçmasını ve "İyi" Ekonomik Gelişmeleri Bekleyelim...

Bu Bİ Tuzağı mı veya OHAL yazı çetin geçti, bakalım kışı nasıl geçecek...?

Bi mani olmazsa yarın (03.03.17) saat 10'da TÜİK, Şubat "Ayı" enflasyon verilerini açıklayacak. Geçen ay açıkladığı 9,22 oranının artık iki haneli olmama olasılığı güneşin doğmama ve domuzların uçuşa geçebilme olasılığı kadar... Olmayacak diye bir şey yok... İnsan türü domuz türünü seviyor yemekte, evcil hayvan olarak değil. Toplu kıyım sistemleri hayvan hakları savunucularının gündeminde.  Güneş dediğiniz yıldızın da bir ömrü var ve domuzlar içinse evrim devam ediyor:), insandan kurtulmak için uçmayı öğrenebilirler. Bu milenyum olmazsa bi sonrakine...

Tabi bu gelişmeler sıradan yurttaşlar için olumlu gelişmeler değil, güneşin doğmaması veya yanlış yerden doğması zaten kıyamet alameti olarak kodlanmış... Enflasyon meselesi de doğal bir artış sergilemek zorunda artık. Yazın güneşi altında turizm sektörünün fazla kuru-ması, üstüne döviz kuru-nun dengesizleşmesi, üstüne üstlük geleneksel aylık "kuru-nun yanında yaş da yanmış olabilir ihraç şenlikleri" gelince enflasyon, işsizlik ve bu iki kötü arkadaşın meşru çocuğu yoksullaşma domuzların çamur sevgisi kadar doğal sonuçlardır. 

İstikrar diyenlerin dengesizlik hapşırdığı bir ekonomik yapıdayız. TÜİK daha kötüsünü açıklayana kadar 2016'da en kötü işsizlik oranı olan 12,1 olarak bekliyor. İŞKUR'un TYP'lerine başvurularda rekorlar kayıt altına alınmadığı için kırılan rekorların bilgisinden toplum mahrum kalıyor. "İşsizlik nasıl azaltılamaz" üzerine çalışma yapmak isteyen ihraç akadeMİSyenler, "milli istihdam seferberliği (MİS) kapsamı'nda" yapılanları da inceleyebilir. Ancak Türkiye'de istihdam, Ulusal İstihdam Stratejisi'ne konu olduğu günden beri yerinde sayıyor. Tanrı hiçbir kulunu proje konusu, ve hiçbir sorunu da Strateji meselesi yapmasın... Demek ki trajik bir stratejik yaklaşım var ki, eğitimli (mezun sayısı manasında) sayısının artması ne çalışma koşullarını düzeltiyor ne de insan onuruna yakışır bir iş sağlıyor. "İş çok aslında çalışmak isteyen yoğ" diyen "ağbilere" de cevaben "Hakketen  iş zibil gibi, çok, ama ücret istemezsen" denilebilir. Ücret politikası oluşturulmadan stratejik bir istihdam politikasının olacağını sananlar, talimat vererek işsizliği, kayıtdışılığı azaltacaklarını sana-dursunlar. "Samanı bile ithal ediyoruz" geyiğine girmicem...

Gel gelelim fiyatlar genel düzeyi yukarı yönlü genel bi düzeysizlik eğilimi içinde... sanki grafikleri domuzlar yalamış da tik tik kalmış.. tabi ki sosyal bir mevzu olmasına rağmen tamamen doğal eğilimler bu enfla-syonistik durumlar.... bir jölenin başta durması kadar doğal... Zincirin halkaları ile zincir arasındaki ilişki gibi zinciri boş-almış dolu koymuş bir yapı var. "Döviz kuru -maliyet artışı-fiyat " artışı... Nasıl yani diye hala teyze dayı amca soranlara ... aşağıdaki grafik cevap versin.  Ben yeterince Felsefelendim... Devir Din-lenme devri... Memleketin bazı yerlerinde Hap-şırığı gelenlere Yerhamükallah  bazı yerlerde de "hayır olsun" deniliyor... "Pıpkı bunun bigi" enflasyonda her yurttaşa ve bölgeye aynı oranda yansımıyor maalesef... Ama tüm ülke için "tek" oran açıklanıyor... Örneğin yakıt fiyatları Ankara özelinde bile Mamak ve Çankaya arasında faklılık arz edyor... Geçtim Tekirdağ ile Muğla arasındaki farkı... Çankaya'da yaşayanlar için benzin, mazot ve LPG fiyat eğilimi aşağıdaki grafikte gösterilmiştir. Malum tabir ile "3 aşağı 5 yukarı" her yer de benzer bir eğilim vardır. Zaten 5 yukarı olması da tesadüf değildir... Benzin 5'i geçti, S-oldu benzin... Cin-aslı mı-fotokopi mi bu kafiye kafi...


Sıkıcı fiyat artışı mevzularını bir kenara bırakalım. Kenarı siz seçin ama, s-ağ ve/veya s-ol. Sonuçta cümleniz "seçme ve seçtirme" hakkında sahipsiniz. Ağ ve Ol arasında da tercih yapabileceğinize tereddüdü olana heçbişey demiyorum ve bu konuyu kapatıyorum.

Yazının bütünlüğü kaybolmasın diye konuyu domuzlara bağlamak zorundayım. İntihal ve intihar tartışmalarının yoğunlaştığı çamuru az, çorağı çok akademik yaşam ünitesinde, en çok kullanılan bilgi kaynağı vikipedya "domozofobiyi" arttıran 3 cümle içermektedir. 

"Bir seferde yaklaşık 6-12 arasında yavru doğuran domuzlar, tutsaklık halinde kendi yavrularını yiyebilirler. 
Domuzların ter bezleri yoktur, bu nedenle sıcak havalarda kendilerine serin tutabilmek için sürekli olarak su veya çamura erişmeleri gerekir. 
Ayrıca çamuru derilerini güneş yanıklarından korumak için kullanırlar"

Not: Yazıyı buraya kadar okuyanlara sürpriz kitaplar hediyelenecektir. Hayır oranının attığı her fark puanı için ayrı kitap düşünülüyor. 





Öne Çıkan Yayın

DEM PARTİ MÜŞAHİDİ OL!

  İYİ BİR MÜŞAHİT NE YAPSA DAHA İYİ OLUR   İyi bir müşahit “müşahede altında olan ülkenin” tarihi seçiminde görev alacak sandık kurulu üyesi...