3 Ocak 2019 Perşembe

Yıllık Enflasyon TÜFE 20,3 ÜFE 33,64... Peki Ücretler...

Yeni yılın eski yıla ait son enflasyon oranı açıklandı. Aralık enflasyonu topyekün "müdahale" programı sayesinde yarım puana yakın (0,4) azaldı. Ancak Yeni yıl Yağmur gibi Yeni zamlarla başladı. Enflasyon artışı kısa vadede devam edecek gibi görünüyor. 

Enflasyon paketindeki 407 maddenin 202'sinde artış olması "topyekün müdahale" programının belirli maddelere yöneltildiğini göstermektedir. Sepette  ağırlığı fazla olan maddelere yapılan müdahale nedeniyle enflasyon artışı gizlenmiş görünüyor. 

 Bilindiği üzere Türkiye 2018 yılında yaşan kur ve enflasyon şokunun etkisiyle 2019 yılına girdi. 2018 yılında; işsizlik, enflasyon, faiz oranları birlikte artarken ekonomi reel olarak küçülme dönemine girdi. Bu sürecin en yoksullaştırıcı sonucu ilave 1 milyon kişinin daha işsiz milyonlara dahil olması olacak. Ancak zamlar yoksulların adeta nefesini kesecek düzeylerde devam ediyor. Özellikle kira, ulaşım, gıda ve elektrik gibi günlük yaşamın temel alanlarında yüzde 20 ila 50 arasında yapılan fahiş zamlar zaten bozuk olan gelir durumundaki adaletsizliği daha da bozdu.
2019 yılına girerken;
  • Çimento gibi ana girdilerin yüzde 40 zammı gündeme geldi. 
  • Köprü ve otoyollarda yüzde 40’ları aşan zamlar uygulanmaya başlandı.
  • Poşet vergisi uygulanmaya başlandı (Çevre temizliği açısından olumlu yönleri olacaktır ancak halkın çoğu zaten aynı poşeti 2-3 kere kullanıyordu. En son çöp poşeti olarak kullanıp atıyordu. Kazanan çöp poşeti lobisi oldu:). 
  • Hem yeme hem de süte zam geldi. Çiğ sütün fiyatı yüzde 11 zamlandı. Bunun gibi birçok örnek gösterilebilir. 
  • Bütün harç, resim ve vergilerde “yeniden değerleme oranı” etkisiyle artışlar bu ay itibariyle uygulanacak. Örneğin MTV yüzde 15,9 artarak bu ay içerisinde uygulanacak.

o   Alkol ve tekel ürünlerine ilave vergiler hemen uygulanmaya başlandı.
o   Cep telefonlarından alınan özel iletişim vergisi 67.5 liraya yükseldi.
o   1 yıllık pasaport harcı 48 lira artarak 249 lira oldu.
o   B sınıfı ehliyet harcı ise 118 lira artarak 614 liraya yükselecek. Ehliyetin maliyeti minimum 2.500-3.000 TL arasında olmaktadır.
o   Kimlik kartları için ödenecek bedel 22,5 TL’ye yükseltildi.
o   Mahkemelere başvuru harçları arttı.
o   Gelir vergisi dilimleri ücretliler lehine değiştirildi. 

Bütün bu zamlara karşı Asgari ücrete günlük bir sigara paketi kadar (13,9 TL) zam yapıldı. Memura yapılan zam (yüzde 4) enflasyonun beşte biri kadar. Sadece doğalgaz faturaları AKP’nin ücret zammını silmek için yeterli gibi görünüyor. Geçinmek için çift vardiya çalışanlar 3. Vardiyeyi zorluyor. Yoksullaşma, çocukların işçileştirilmesi, kadın emeği sömürüsü ve daha çok işçi ölümü anlamına geliyor. 16 yıllık AKP iktidarı halka zam zulüm işkence ile sonuçlanmış görünüyor. 
Bir söz de Memur-Sen "sendikacılığna" söylenmeli. Memurlar 2010 yılından bu yana enflasyon altında zamlar almaktadır. Arada enflasyon farkı dahi alınmayan yıllar oldu. Ki enflasyon farkı almak reel zam almamaktır. 

NOT: Cumhurbaşkanı yardımcılarının emekli maaşını da alması için düzenleme yapanlar söz konusu 1.000 liranın altında emekli maaşı alanlar olunca aynı kıvraklıkla ve hızla davranmamaktadır. Emekli bin liranın üzerinde maaş alsa ne olacak o da ayrı bir konu. 1'in 4'ünden emekli olan öğretmenler 2.850 TL'nin altında maaş alıyorsa varın gerisini siz düşünün. 


26 Aralık 2018 Çarşamba

Asgari Ücret Bir Malboro Fiyatı Kadar Arttı!

Dün bilmem kaçıncı toplantıdan sonra "işçi, işveren ve devlet temsilcileri" kameraların karşısına geçti ve "müjdeli haberi" verdiler. Asgari ücretliye bir malboro sigarası fiyatı kadar zam yapılmış önümüzdeki yıl için. Aylık 1.603,12 olan asgari ücretin yevmiyesi 52,7 TL iken 2019'da aylık net ücret 2.020 TL'ye günlük ücret de 66,41 TL'ye CARİ OLARAK YÜKSELTİLDİ.


  • 2018 yılı başında 424 Dolar değerinde olan asgari ücret 2019 yılına 40 Dolar azalarak girdi. Türk lirası olarak günlük artış miktarı  13,7 TL olarak gerçekleşirken dolar olarak AZALIŞ 1,3 Dolar oldu.
  • Açıklanan asgari ücret neye göre belirlendi bilinmez ancak TÜİK’in açıkladığı asgari geçim değeri olan 2.214 TL’nin çok altında bir değer olduğu görülmektedir. Yine 2019 asgari ücreti TÜRK-İŞ’in bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ olarak açıkladığı 2.385 TL’nin altında kaldı. 
  • AKP temsilcileri“kişi başına düşen gelir 10 bin bandında” diyor ancak belirlenen asgari ücrete göre asgari ücretliler 4 bin 200 doların altında gelire sahip olacak. Tabi ki 2018'de yaşanan kur şoku gibi bir durum yaşamaz ise.
  • Her yıl eleştirilen durum olarak asgari ücretlilerdeki vergi yükü bu yıl da yüksek. Asgari ücretli vergiden muaf kılınmadığı gibi bu malboru fiyati kadar ücret artışı asgari ücretliyi rahatlattırmadı.
  • Bu görüşmelerde işçi sendikalarının önerdiği asgari ücret teklifleri kabul edilmedi. Görüşmelerden "kendince" memnun ayrılan TÜRK-İŞ'in teklifi dahi dikkate alınmadı. Görüşmeler işveren teklifinin kabul edilmesi şeklinde gerçekleştir. Özetle Asgari Geçim İndirimi (AGİ) hariç işverenin teklif ettiği asgari ücret değeri kabul edilmiştir.
  • Asgari ücretliler 2017 yılında yüzde 4, 2018 yılında yüzde 11 kayıp yaşamıştır. Açıklanan zam oranı ile gerçekleşen enflasyon arasında bu iki yılda kümülatif kayıp yüzde 15'tir. 2019 yılından YEP'e göre ilave 15,9 oranında enflasyon da gerçekleşecek. Ücretler dışında herşey zamlanmışken yeni zamlar da kapıdan bakıyor.
  • 2018 yılında  su, ekmek, kira elektrik,ve doğalgaz başta olmak üzere birçok temel ihtiyaca yapılan yüzde 30 üzerindeki zamlar geri alınmamışken, asgari ücretin yıllık belirlenmiş olması zaten sorunludur. Nisan 2019 ayı çıkmadan gelen ücret zammı diğer tüm mal ve hizmetlere yapılan zammın altınd ezilecektir.
  • Asgari ücretin dönem içerisinde vergi artışlarından etkilenmesi için bir düzenleme yapılmamıştır. Bu kapsamdaki asgari ücretliler dönem içerisinde vergi dilimi etkisiyle de yoksullaşacaktır. 
Özetlersek; asgari ücret reel olarak artmadı. 2017 ve 2018 yıllarının enflasyon kayıpları tam olarak karşılanmadı. İlave olarak 2019 yılının yeni zamları ve vergi dilimi etkisi asgari ücretliyi yoksullaştıracak. Ancak mevcut durumda malboro içen bir asgari ücretli isterse işçi-işveren ve devlet temsilcileri kadar bir güce sahiptir. Günde bir paket malboro içen işçi sigarayı bırakırsa ücret zammını yüzde 100'e yakın arttırmış olacak. Bu müjdeyi yayın!






16 Kasım 2018 Cuma

Ekonomik Kriz var 3 Sektörde 1 Milyon Kişi İşten Çıktı

Türkiye, ekonomik nedenlerle erkene çekilen 24 haziran seçimlerinden sonra resmi verilerle türbülansa girdi. Çakılıp çakılmayacağını zaman ve uygulanan politika tercihleri ile göreceğiz. Ancak meşhur hatırlatma ile devam edelim. "Bir soruna neden olmuş zihniyetin  çözüm üretemeyeceği" bilinmelidir. Türkiye AKP politikalarının etkisi ve yönlendirmesiyle krize girmiştir. Gerek borçlanma ve ithalata dayalı modeliyle, gerekse içerde israf yolsuzluk ve yandaşlığın yaygınlaşmasıyla veya "herkesle sıfır sorundan herkesle bol bol sorun siyasetiyle"AKP yaşanan krizi büyütmüştür. Sadece iç dinamiklerle açıklanması yanlış olacak olan bu krizin makinisti AKP'dir. Krizi sadece kur dalgaları üzerinden eksik bir şekilde açıklayan yaklaşımları bir kenara koyarsak bir çok ciddi iktisatçı yapısal krizin yeni başladığını, ekonomik daralmanın derinleşeceğini ifade ediyor. 

Kriz etkilerinin görülmeye başlandığı bir yerde işgücü piyasasıdır. Diğer piyasalara göre kriz etkilerinin daha geriden hissedildiği bu alanda iş kayıpları ve uzun süreli işsizlik oranları alarm düzeyine çıkmaktadır.

TÜİK'in 15 kasım günü açıkladığı Hanehalkı işgücü anketi ağustos dönemi sonuçları krizin emeğe etkilerine işaret etmektedir. Buna göre çalışma çağında 15 yaş üzeri nüfus 60,7 Milyondur. Bu nüfus içerisinde işgücüne katılma oranı (İKO) % 54,3 , istihdam oranı ise 48,3’tür. Kadınlarda bu oranlar AB ve OECD ortalamalarının çok altında sırasıyla % 34,9 ve 29,7’dir. 

Türkiye’de 81 milyon nüfusun 29,3 Milyon kişisi istihdamda olup bu istihdamın % 34’ü kayıtdışı yani sigortasızdır. 3,3 Milyon kişi de ücretsiz aile işçisi olduğundan çalışması karşılığında bir gelir sahibi olanların nüfus içerindeki oranı yüzde 32’dir. Yani yüzde 32 çalışarak yüzde yüzü geçindirmeye çalışmaktadır. 

Geniş tanımlı işsizliğe göre işsiz sayısı artarak 6,3 milyon kişi işsizlik oranı ise % 18 olmuştur. 

İş aramaktan bıkan ve mevsimlik de olsa çalışanların dahil edilmediği dar tanımlı işsizlik oranı yılbaşından bu yana 1,3 puan, işsiz sayısı ise 445 bin kişi artış göstermiştir. 

Ekonomik krizin etkisiyle artan işsizlik en çok gençleri ve kadınları etkilemiştir. 

Genç İşsiz sayısı 1 Milyon 174 bin  kişiye üniversiteli: 1 Milyon 111 bin kişiye yükselmiştir. 

Krizin etkisi bazı sektörlerde açıkça yaşanmaya başlanmıştır. İdari ve Destek Hizmetleri Faaliyetlerinde, Tarımda ve İnşaatta istihdam azalışı 1 milyonu geçmiştir.  İstihdam artışı yaşanan sektörler de kamudan alınan teşvikler ve TYP, staj gibi palyatif müdahaleler sonucunda olmuştur. Ekim ayı sonu itibariyle işsizlik fonundan nemalanan TYP yararlanıcı sayısı 308.158 kişi olmuştur.



Yukarıdaki grafikte görüleceği üzere 490 bin kişilik istihdam artışının önemli bir kesimi kamu yönetimi alanına yapılmıştır. Söz konusu bu istihdamın TYP kapsamında yapıldığı düşülnülmektedir. TYP Kapsamında olmasa bile kamu alanında verimsiz ve üniformalı bir istihdam politikası benimsenmiş durumdadır. Hastanesiz doktorlar ve anabilim dalları varken doktorlara çalışma yasağı getiren bir dünezlemeye onay verenler öretmen açığınıda kapatmak. 





6 Kasım 2018 Salı

Ücret Hariç Herşeye Zam Devam Edecek



TÜİK Ekim Ayı için TÜFE’yi %25,24  olarak Yİ-ÜFE’yi ise %45,01 olarak açıkladı. Son bir yılda fahiş bir şekilde  artan oranlar son 15 yılın en yüksek oranları olarak açıklandı. Damat'ın YEP ve daha sonra TCMB'nin Enflasyon raporu kapsamında açıkladığı oranların üzerinde oranlar gerçekleşti. 
Anlaşılan o ki enflasyon beklentilerin üzerinde gerçekleşmeye devam edecek. Enflasyonla mücadele adı altında yapılan uygulamaların henüz alana yansımadığı da görülüyor. % 10 indirim kampanyası enflasyon sepetine uğramış değil. Enflasyon sepetinde olan 407 mal çeşidinden 328’inin fiyatı artmıştır. 
Üretici fiyatlarındaki fahiş artışın nedeni ham madde ve enerji fiyatlarındaki artış. Elektrik ve Doğalgazdaki fiyat artışının % 80’leri geçmiş olması yakın gelecekte hızla yükselen fiyatların hızla düşmeyeceğini de göstermektedir. 
Enflasyon genel halk kesimlerini hem kira artışları yönüyle çok sıkıntıya sokmaktadır hem de ücretlerin reel olarak azalması ile sonuçlanmaktadır. 
Asgari ücret pazarlığının başlayacağı Kasım döneminde reel kayıp yaşanan 2018’in bir benzeri 2019 yılında yaşanacaktır. 
Asgari ücretlilere enflasyon farkı verilmediği için 2018 yılındaki zam artışları (% 14) ile Enflasyon oranı (% 25) arasındaki % 11’lik reel kayıp asgari ücretlinin cebinden çıkmıştır. 2018 yılı başında 424 dolar olan asgari ücret 6 kasım itibariyle 300 doların altına inmiştir. 2019 yılında reel kayıp yaşanmaması için 1603,12 TL olan asgari ücretin minimum 2.500 bandının üzerine taşınması gereklidir. Şayet asgari ücretli Enflasyona karşı korunacaksa artış % 11+% 25 oranında olmalıdır. Aksi takdirde asgari ücret reel olarak azalmaya devam edecektir. 


Enflasyon en büyük yoksullaştırma aracıdır. Toplumda sınıfsal anlamda en altta olanların canına okur, ekmeğini küçültür. Gelir dağılımında var olan adaletsizlik yüksek enflasyon ortamında daha da adaletsizleşir. Kamu emekçilerine 2019 yılında verilecek zam şimdiden hükümsüz kalmıştır bile. 

30 Ağustos 2018 Perşembe

Alternatif Maliyet ve Türkiye'nin Alternatifi


Türkiye siyasi, ekonomik ve küresel boyutları olan bir krizin içerisinde debeleniyor. Bu krizin yol taşlarının yerel ayağını AKP politikaları döşedi. Bizzat AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın katkısıyla krizin boyutları asimetrik bir şekilde derinleşmektedir.


Şu an içinden geçilen kriz sürecinin en temel dinamikleri "küresel ekonomik eğilimlerdir." "Merkez ülkelerin" Asya'ya karşı kendilerini "korumaya" almaları, faiz ve gümrükleri yükseltmeleri "serbest ticaret mitini de" çürütmüştür. Neo-liberal siyaset ve ekonominin bir omurgası yoktur zaten. Ancak aynı küresel ekonomik eğilimlerden her ülke aynı şekilde ve oranda etkilenmiyor. Mesele "Filler sevişir, çimler ezişir'in" ötesinde bir hal almış durumda. 

Kendisi işçiler, kadınlar ve doğa açısından zaten bir kriz hali olan kapitalizmin "yamak ülkelerinden" olan Türkiye'nin; (1) sistematik bir şekilde dış ticaret açığı vermesi, (2) dış borçlanmaya dayalı bir üretim ve tüketim modelini seçmesi ve (3) hukuk devleti ilkesini son 3 yıldır askıya alması nedeniyle krizin boyutlarını ölçmek zorlaşıyor.  Bu üç madde üzerinde herhalde bir konsensüs vardır ve her biri, krizin etkisini derinleştirmede olağanüstü tesirlidir. 

Olağan üstü demişken Türkiye cari eko-politik krizinin temellerini OHAL'de attı. Bizzat Erdoğan'ın imzasıyla kamu kurumlarından 130 bin insan hiçbir hukuki gerekçe sunulmadan işten atıldı. Kayyum atamaları ve siyasetçilerin tutuklanması yerel ve genel seçimlerin "zorla iptal edilmesiyle" sonuçlandı. OHAL'de referandum ve seçim yapılması başlı başına bir şaibe doğurdu. Brunson dahil onbinlerce "kişi" hukuksuz ve haksız sürelerle gözaltına alındı, tutuklandı ve haklarında yılları aşan sürelerle bir iddianame bile hazırlanmadı. En temel haklar olan ifade hürriyeti, toplantı ve gösteri yürüyüşleri, grevler keyfi bir şekilde engellendi. 

Diğer ülke yurttaşlarının uluslar arası ve evrensel hukuka aykırı bir şekilde  gözaltına alınıp tutuklanması Türkiye'nin Almanya, Amerika, Fransa, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerle kriz yaşamasına "gerekçe"  oldu. Ama yaşanan bu eko-politik krizleri  bu diplomatik nedenlere indirgemek Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarını görmemizi engelliyor. 

Sadece Ağustos ayı içerisinde yaşanan "Kur Krizi" Türkiye'nin işsizliğini, faizini, enflasyonu ve tabi ki borcunu dramatik bir biçimde arttıracak. Türkiye'nin kısa vadeli dış borçlarını ve cari açığını karşılama maliyeti maalesef çok hızlı bir şekilde artmaya devam ediyor. Borçlarının % 90'a yakını dolar ve euro endeksli olan Türkiye borçlarını ödeyebilmek için yeniden borçlanacak. Ancak hem kur krizi hem yükselen CDS primleri ve faiz oranları bu süreci sıkıntılı hale getirdi. 



Erdoğan başta olmak üzere AKP'li siyasilerin yıllardır söylenegelen tekrarları çözüm diye sunmaları ise krizi psikolojik boyutuyla derinleştiriyor. Ekonomik aktörlerde günden güne güvensizlik içindeki beklenti hali borç ödeme vadeleri yaklaştıkça yerini karamsarlığa bırakıyor. Resmi verilerle güven endekslerinin tepe taklak aşağı gittiği ağustos ayında makro ihtiyati tedbirler (MİT) olarak sunulan girişimler geçici etkide bulunmuş ve kur 10 Ağustos çıkışını yeniden tekrar etme eğilimine girmiştir. Ortada işe yarayan bir MİT yok. OVP çıktı çıkacak denilip dururken kur neredeyse % 50 arttı. Hangi kuru esas alan bir planlama olacak?

Üretici enflasyonun % 25-30 bandına yükselmesi, özel bankaların kredi vermekten çekinmesi, bütçe açıklarının imar-vergi vb. aflara rağmen artması, dış ticaret açığının turizme rağmen genel bir azalış eğilimi göstermemesi yıllık bazda cari açık ve bütçe açığının rekora doğru ilerlemesi tüm ekonomik aktörlerin hareketlerini "dondururken" ciddi bir oranda dolarizasyona da neden olmaktadır. 3 Eylül'de açıklanacak enflasyon oranları gidişatın yönü hakkında daha net bir fikir verecek. 


AKP Genel Başkanı Erdoğan'nın dünkü "Alternatifsiz değiliz"" açıklamasından sonra kurun yukarı yönlü yeniden hızlanması sadece iç siyasi etki ile açıklanmaz artık. Küresel eğilimleri görmeden yapılan bu ve benzeri "Erdoğan açıklamaları" krizi derinleştirecektir. Erdoğan başta olmak üzere AKP'liler , krizi "ABD'nin Türkiye'ye yönelik yaptırımı" olarak değerlendirmek gibi yanlı-Ş bir analiz içindeler. Bu minvalde yapılan her muğlak ve eksik açıklama sadece kaygı, güvensizlik ve kriz ortamını pekiştiriyor. Ekonomik aktörler reel olarak kendini koruyabilme derdindeler. AKP'nin millliyetçilik ile pansuman etmek istediği kriz asgari ücretin reel düşüşü, iflaslar ve astronomik zamlardır. 

Ağustos bültenlerine (Beklenti anketleri, Sanayi Üretimi, Kısa Vadeli Dış Borç ödemeleri ...) yansıdığı şekliyle bu kötüleşen eğilimler gösteriyor ki; 

  • 2018'in son çeyreği ve 2019 yılının tümü derin bir çöküş ve yoksullaşma dönemi olacak. Gini kat sayısı artacak.
  • Türkiye'de ortalama kişi başına düşen gelir yine 6 bin dolar seviyesinin altına doğru düşecek. 
  • Türkiye'nin ekonomik büyüklük sıralaması nüfusu 17 milyon civarında olan Hollanda'nın altına inecek. 
  • 2019 Yılı içerisinde % 40'lı enflasyon oranları, %  20'li reel işsizlik oranları ve % 50'li faiz oraları ile karşılaşacağız. 

Alternatifsiz değiliz diyen siyasetçilerin bu alternatifi net ve hızlı bir şekilde kamuoyu ile paylaşması ve toplum % 99'una zarar veren bu süreci durdurması gibi bir sorumluluğu var. 24 Haziran seçimlerinin "gelen" ekonomik kriz nedeniyle erkene alındığını ifade edenlere karşı, böyle bir durumun olmadığın söyleyenleri, zaman yalancı çıkarmıştır. Önümüzde yerel seçimler var. Bu süreçte genel seçimlerden önce uygulanan "seçim ekonomisinin" devam ettiğinin işaretleri ortadadır. Kamu bankaları üzerinden yapılan "yandaş kurtarma operasyonlarının" maliyeti çok yakın vadede tüm topluma çıkacaktır. 

İktisatta en önemli konulardan biri "Alternatif Maliyettir". Her zaman bir alternatifiniz vardır. Elinizdeki kaynakla alternatifler arasında birini seçerken diğerinden vazgeçersiniz. Örneğin S-400 füzesi almak yerine 35.000 öğretmen istihdam etmek, 15.000 doktor istihdam etmek, tam teşekküllü 22.000 kreş açmak seçeneklerinden birini seçebilirsiniz. Bu alternatifler elbette çoğaltılabilir. Hatta genel hatları ile bütçe kanunu aynı zamanda bir alternatif maliyet metnidir. Güvenlik/savunma ve militarizm harcamaları eğitim/sağlık ve barış politikaları ile değişebilir.

Türkiye ekonomisinin krizine neden olan beton/inşaat ekonomisinde bir alternatif olarak ısrar  "yüksekten çakılma" etkisi gösterecektir. Siz bir Ağustos gününde serinlemek için bir suya atlamak amacındayken ne kadar yüksekten atladığınızın farkında değilsiniz. Hayaller 2023, gerçekler 2003 bile değil artık. İnşaatı seçip tarım ve sanayiden vazgeçmek bir alternatif maliyet meselesidir. Cümleten geçmiş olsun. 






10 Temmuz 2018 Salı

YENİ KABİNE: "TEBEDDÜLÜ ESMA İLE HAKİKAT TEBEDDÜL ETMEZ"

Türkiye OHAL karanlığında (gölgesinde değil yani) bir baskın seçime sokuldu. Allahın lutfu darbesinden sonra bu lutfun da ötesinde bereketli sonuçları olan OHAL ile 720 günü geride bıraktık. Bu arada bir referandum ve genel seçimler yapıldı. Malumunuz olduğu üzere 24 haziran seçimleri "ilklerin yaşandığı" bir seçim oldu. İttifak, sandık ve seçmen taşıma başta olmak üzere seçim çevrelerinin yeniden düzenlenmesine kadar tüm seçim düzenlemeleri AKP'nin tek başına vekil çoğunluğunu alması üzerine kuruldu. Ama HDP'nin tüm müdahalelere rağmen barajı aşması yeni bir durum olarak mecliste azınlık konumunda bir AKP ile sonuçlandı. Ancak yeni Türkiye'de, parlamentonun kapsamı ve işlevi anayasal rejimin askıya alındığı KHK düzeniyle, bu sonucun çok da ehemmiyeti kalmamış gibi. Son 3 günde çıkarılan 5 KHK göstermektedir ki uzunca bir süre "hukukun üstünlüğü ve önceliği" sadece milletvekili yeminlerinde bir kavramdan ibaret olarak kalacak. 

Bugün AKP genel başkanının yemininde de ifadesini bulan "Hukukun üstünlüğü ibaresi" dünkü KHK ile 18 bin 632 kişinin ihracı ile bir kere daha anlamını bulmuştur! Hukukun üstünlüğünden herkesin aynı şeyi anlamadığı anlaşılmalıdır artık. Pazartesi akşamının geç saatlerinde açıklanan yeni kabinenin "sürpriz" mensuplarının şaşkınlığı ile ortaya çıkan durum genel seçim sonuçlarının da artık çok bir öneminin olmadığı yönündedir. 

Yeni kabinede açıklanan 16 Bakanın yarısından çoğunu, seçmenler bu sabaha kadar adını bile duymamıştır. Her 4 bakandan biri Trabzon'ludur. AKP Genel Başkanı ile akrabalık bağı olan bir kişiye Hazine ve Maliye Bakanlığı teslim edilmiştir. Genel kurmay başkanı üniforması üzerindeyken bakan olarak "atanmıştır". Bunun gibi birçok başlıkta tartışmalı olacak bu düzenin en riskli sonucu, kendileri de işletme sahibi olan bakanların durumudur. Çok acil bir şekilde mal varlıkları açıklanmalı ve bakanlıkları sürecinde kamusal imkanlar kullanarak haksız zenginleşmelerinin ve ilgili bakanlıklar kapsamında ihalelerin, kendileriyle "iltisaklı" firmalara gitmesinin önü alınmalıdır. Özellikle vekil olmayan bakanların, hukuken vekil olmalarının önünde bir engel olup olmadığı kamuoyuna duyurulmalıdır. 

Yeni kabinenin günden güne kötüleşen ekonomik duruma, hata yapmadan olumlu yönde müdahalesi çok güç görünmektedir. Hukuk egemenliğinin terk edildiği bu ülkede, temel emek gücünün kamuda ihraç ve mobing altında; özelde de düşük ücret, kayıtdışılık ve işçi cinayetleri altındaki koşulları üretken bir toplum olmayı engellemektedir. Dün sabahki ihraçlar kapsamında tıp profesörlerinin ihraç edildiği bir ülkede ekonominin başına Daron Acemoğlu :) gelse işe yaramaz!!! Çünkü ekonomide yaşanan krizin en temel nedenleri siyasal irrasyonalite. İçte ve dışta frensiz çatışma dili, terkedilen anayasal hukuki düzen ekonominin altını oymaktadır. Çorlu'daki trenin raydan çıkması ve canlarımızın bu nedenle yaşamını yitirmesi ve yaralanması altı oyulmuş rayların varlığındandır. "Türkiye treninin" üzerinde yol aldığı rayın altı, siyasal iktidarın ekonomik-politik tercihleri ile günden güne oyulmaktadır. Herkesin içinde olduğu bu trenin tadilatı için 24 haziran fırsatı kaçırılmıştır. Ülkemize geçmiş olsun. Hepimizin başı sağolsun. Sabır ve emekle bu günlerin aşılacağına inanıyorum ama bu inancın ve emeğin kollektifleşmeden sonuç alınamayacağını da biliyorum artık. 

Bitirirken aşağıdaki tabloyu bilgilerinize sunayım. Yeni ve eski bakanlık isimleri arasındaki kıyaslamaya baktığımızda bakanlık isimlerinde giden ve gelen kelimelerin tablosu aşağıdadır. Her ne kadar eski bir söz "tebeddülü esma ile hakikat tebeddül etmez" demişse de başka bir söz de "gelen giden aratır" demiştir. Cümlemize virgül olsun bu tablo;


Kelime farkından mıdır? Londra'ya  giden ama bakan olamayan Mehmet Şimşek'ten midir? Yoksa Dış mihraklardan mı bilemem ama Sayın Erdoğan yemin ettikten sonra 10 Kuruş Artan dolar kuru, Kabine açıklandıktan sonra 10 Kuruş daha artmıştır. Temennim odur ki; lafla bile olsa peynir ihracatının artması, enflasyon, faiz ve döviz kuru değerlerinin düşürülmesidir. Ne de olsa "büyük sıçrama hamlesinin" önündeki tüm bürokratik engeller kaldırılmış oldu artık! 150 yıllık esaret bitti! "Bin yıl sürecek" daha uzun bir dönem başlıyor şimdi.  





27 Haziran 2018 Çarşamba

Seçimleri Kim Kazandı Net Değil Ama Türkiye 5 Yıl Daha Kaybetti.


Seçim meselesi ile demokrasi arasında hep bir bağlantı olduğu iddia edilir. Demokrasi olmadan seçim olmayacağı gibi özgür seçimler olmadan demokrasinin de olmayacağı  hep söylene gelir. Kısa bir değerlendirme ile ifade etmek gerekirse; "Temsili Demokrasi, iktidarın özgür seçimlerle el değiştirme olasılığının mümkün olmasıdır." 2017 Referandumu ile getirilen rejim ve OHAL bu olasılığın imkanlarını azalttı. 24 Haziran seçimleri bu imkanların azaldığı koşullarda dayatıldı.

Memleket OHAL'de sürüklendiği seçimden süratli bir şekilde çıktı. Ama tarihi sonuçları olan bir seçim oldu. AKP-MHP ittifakının baştan beri planladığı birçok aşama istedikleri gibi gitmedi. Ama tüm tersliklere rağmen ikisi de hak etmedikleri kadar iyi sonuçlar aldılar. Sonuçlara geçmeden önce;



  • Bir kez daha vurgulayalım "Secim OHAL koşularında yapıldı". 
  • Secim kararından hemen önce ülkenin en büyük medya grubu el değiştirdi.Medya tek ses oldu
  • 3.Büyük Partinin Adayı cezaevinde tutuldu. Herhangi bir şekilde propaganda yaptırılmadı.
  • Önceki seçimlerden farklı olarak içişleri ve adalet bakanları istifa etmedi. Kendileri de aday olan bu şahıslar devlet imkanlarını sonuna kadar kullandı. 
  • Seçim kanunlarındaki değişiklikler Anayasaya aykırı şekilde ilk seçimde uygulandı. Toplumun çoğunluğu "ittifak oylarının nasıl dağıtıldığını" halen bilmiyor. 
  • Garip bir şekilde 144.000 seçmen taşınmasına karar verildi. İnsanlar kilometrelerce yürüyerek oy kullanmaya gitti. 
  • İktidar dışında tüm partilerin standları, otobüsleri,büroları,binaları saldırıya uğradı. 
  • Özetle muhalefet partileri "devlet partisi ile" girdikleri secimi kaybetti. "Devlet partisi" seçimlere 2 hafta kala açık bir şekilde 12 milyon emekliye 1.000 lira verdi. Bir kere daha vereceğini de vaat etti. Bunun gibi belediyeler eliyle "beyaz eşya dağıtımından" tutun, SYDV ve İŞKUR kapsamında yaklaşık 5 milyar TL "sadece seçim döneminde dağıtıldı." 


Bu kapsamda siyaset finansmanı meselesi demokrasinin en en hassas konusudur. Siyasetin Türkiye'de nasıl finanse edildiği hala şeffaf olmayan bir başlıktır. Son seçimde iyice karmaşıklaşmıştır. Yine Siyasi partilere "devlet yardımı" alan ve almayan partiler arasındaki uçurum başka bir çalışmanın konusudur. 

Seçimin niceliksel sonuçları ise şu şekilde özetlenebilir;



AKP açısından;
  • 1 Kasım seçimlerine göre yaklaşık % 7 oranda oy ve vekil sayısı artışına karşın 22 vekil sayısı azalışı olmuştur. 2,6 Milyonluk yeni seçmen artışına karşın  AKP'deki oy azalışı 2,3 Milyon kişi olmuştur. 
  • AKP mecliste azınlık konumuna düşmüştür. Bunun sonucunda yürütmede Bakan olacak kişiler çoğunlukla seçimle gelmemiş kişilerden olacak veya AKP dışındaki partilere teklif götürülecek. 
  • Gittikçe derinleşen ekonomik krizin siyasal sorumluluğu yine Erdoğan ve AKP'ye kalmış olacak. 
  • Seçim stratejisi tüm imkanlara rağmen tutmadı. 1) İYİ Parti seçimlere girdi. 2) Saadet Cumhur İttifakına Dahil olmadı. 3) HDP baraj altında bırakılamadı. Aslında baskın seçimin en temel hedefleri bunlardı. HDP'nin barajı aşması, AKP'nin tek parti iktidarı için baraj olan 300+1 barajının altında kalmasını beraberinde getirdi. 
  • Özetle 23 Haziran'a göre erkenden seçimden parti olarak en çok kaybeden AKP'dir.  Aday olarak gösterilen Tayyip Erdoğan zaten Cumhürbaşkanı idi buna karşın mecliste çoğunluktular. Bu durumu 18 ay önceden terk etmiş oldular. 

CHP açısından;
  • CHP'de 1 Kasım seçimlerine göre yaklaşık % 2,7 oranında ve 760 bin civarında oy azalışı yaşamıştır. Ancak AKP'den farklı olarak vekil sayısını  12 vekil arttırmıştır. 
  • CHP'deki oy kaybına rağmen vekil artışı millet ittifakının en büyük ortağı olması ile açıklanabilir. Saadet ve İYİ partinin Millet İttifakına getirdiği oylar birçok ilde CHP'ye vekil olarak yansımıştır. Örneğin Adıyaman'da HDP oylarını % 15'in üzerine çıkarmasına rağmen vekillik % 12 alan CHP'ye gitmiştir. 
  • CHP Mecliste ana muhalefet konumunu korumuştur ancak M. İnce'nin % 30'un üzerinde oy almış olması ve CHP'nin oy oranlarında ifade edilen düşüş CHP'de "koltuk tartışmalarını" başlatmış durumdadır. CHP'nin iç gündemi ile ülkenin genel gündemi her zaman örtüşmemektedir. 
  • CHP'nin 1. Parti olduğu iller (6);  Muğla, Aydın, İzmir, Kırlareli, Tekirdağ, Edirne'dir.  Dersim ve Çanakkale Muharrem İnce'ye en çok oyu vermesine rağmen CHP 2. parti olmuştur. 
  • Ankara Özelinde CHP 1. Bölgede 1. Partidir. Ancak CHP'de olan Yeni Mahalle Belediyesinde 2. Parti olmuştur. 

HDP açısından;
  • HDP'nin barajı aşıp aşmayacağına göre Türkiye'nin tekçiliğe savrulacağı düşünülüyordu. HDP; Türkiye'nin 69 ilinde 1 Kasıma göre oylarını arttırdı. Toplam oy artışı 720 bini geçti. Vekil artışı ise 1 Kasıma göre 8 oldu. 
  • HDP'nin ittifak dışı tutulması nedeniyle ve ittifak sistemi sonucu HDP'ye ait bazı vekillikler diğer partilere kaymıştır. HDP daha fazla oy almasına rağmen ittifak ve d'hont sistemi nedeniyle aşağıdaki illerde birer vekil açıkça başka partilere kaymıştır. Ayrıntılı analizle bu illerin daha çok olduğu tespit edilebilir.
    • Adıyaman,
    • Erzurum, 
    • Gaziantep,
  • Tüm baskı ve saldırılara rağmen hem HDP hem de Cumhurbaşkanı Selahattin Demirtaş 3. olmuştur. 
  • HDP seçmenlerinin önemli bir kısmı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde M.İnce'yi desteklemiştir. Örneğin İstanbulda HDP'ye oy veren sayısı 1 milyon üzerinde iken Demirtaş'a oy veren sayısı 600 bin civarında olmuştur. 
  • HDP'nin 1. olduğu bölge illerinde HDP ile Demirtaş arasında bariz bir oy farkı olmazken Tunceli örneğindeki gibi bazı yerlerde HDP 1. parti olmasına rağmen İnce 1. olmuştur.  

Öne Çıkan Yayın

DEM PARTİ MÜŞAHİDİ OL!

  İYİ BİR MÜŞAHİT NE YAPSA DAHA İYİ OLUR   İyi bir müşahit “müşahede altında olan ülkenin” tarihi seçiminde görev alacak sandık kurulu üyesi...