17 Aralık 2017 Pazar

Türkiye Filistin'in 995 Katı kadar İthalatı İsrailden Yapıyor!

ABD'nin toplum düşmanı  Başkanı dolar milyarderi Trump, muhtemelen silah baronlarına verdiği taahhütleri yerine getirme faaliyetleri kapsamında ve ABD'nin kanlı emperyalist tarihi içerisindeki yerini muhkemleştirmek amacıyla Kudüs ile ilgili gündem değiştiren kararını açıkladı. Bununla birlikte Filistin halkının P-israil Devlet terörüne maruz kalma tarihi çağdaşı olduğumuz insanların belleklerinde hep taze kalmıştır. İsrail Terör Devletinin amacı yer yüzünde yurtsuz kalmış ve Hitler zulmüne maruz kalmış Yahudi'lere bir yurt bulmanın ötesine çoktan geçmiştir. Çok dilli ve kültürlü yapısal çözümlerle hem Arap müslüman halklar hem de yahudi ve diğer halklara yönelik bir yapı geçen süre içerisnde kurulabilirdi. Bu kadar can kaybı da yaşanmazdı. Ama hem ABD terör devletinin hem de İsrail Terör Devletinin çatışmayı "dinamik tutmaktan" çıkarı bulunmaktadır. Filistin halkı adına siyaset üreten mekanizma ve partilerin bazı gerici ve şiddet içeren yaklaşımları söz konusu bu iki dünya terör finansörünün uygulamalarını asla meşrulaştıramaz. Nihayetinde Filistin halkının emek ve özgürlük mücadelesi meşrudur ve sadece dinsel temelden başlayan bir hareket değildir.

Ancak meşru olmak yalnız olmamayı garantilemiyor. Son haftalarda sıklıkla görüldüğü üzere meydanların çoğunda "Filistin halkı yalnız değildir" ... diye başlayan anti-emperyalist nutuklar ve ilgili güruhların yaklaşımları "tamamem duygusaldır." Filistinle ilgisi yoktur. Bu kitlenin çoğu Filistin'i haritada bile seçemez. Hemen belirtelim "Filistin halkı yalnızdır." saptaması tersi için belirtilenden daha yerinde ve gerçektir. Yalnız olmazsa bu açık zulme bu kadar maruz kalmazdı. Bu kadar karşı olan bir çıkışın, nedeni Türkiye'de cenahı önemsiz bir şekilde herkes "Filistin davasının/halkının" yanında olduğunu "iddia etmekte" ve çoğu zaman slogan düzeyinde bunu ifade etmektedir.

Türkiye'nin siyasetçileri başta olmak üzere bir çok kesiminin içersinde olduğu bu tutumun "reel" olmadığını göstermek amacıyla aşağıdaki tabloyu bilgilerinize sunarız. Türkiye'nin İsrail'den yaptığı ithalat miktarı Filistinden yapılan ithalatın bazı yıllarda 7.590 katı olmuş. Bu ithalat verilerinin Mavi Marmara olayından sonraki iki yıl daha da yükselmiş olması çok daha trajiktir. Trajik olmanın ötesinde toplumun ve halkların gündemi ile devlet siyasetçileri ve tüccarların gündemi arasında uyum olmaz. Tüccar "babalar gibi satma" derdinde olur ve satar. 




Türkiye'nin dış politikasında kutuplar arasında pin-pon topu gibi olma halinde, bu "derdin şedid bir hale gelmesi" yatar. Türkiye  ve özellikle  "MHP'nin yedeğine düşen AKP İktidarı" iç ve dış siyasette zik-zaklar çizmeye başlamıştır. Çoğu zaman gündem değiştirme hamlesi olduğu ifade edilen ve dışarıdan bir plansızlık görüntüsü veya "eksen kayması" olarak okunan durum, salt siyasal "neo-osmanlıcılıkla" açıklanamaz. Birçok siyasal gelişme gibi ekonomik dinamiği olan Türkiye-İsrail ilişkileri de siyasal alanda ne olursa olsun belirli bir seyir içerisinde devam etmektedir. 

Türkiye "Mavi Marmara" vakasından sonra İsrail'den 14,8 Milyar Dolarlık ithalat yapmıştır. Bunun dışında şu üç örnek dikkat çekicidir.

1) İronik bir şekilde "Mavi Marmara"vakasından çok kısa bir süre önce AKP, Türkiye vetosunu kaldırdığı için İsrail OECD'ye üye olabilmiştir.

2) 2012-16 Yılında da İsrail'in NATO Kapsamında tatbikat yapabilmesi ve temsilcilik açabilmesi yine AKP'nin onayı ile olmuştur.

3) Türkiye ile İsrail'in "Esed"politikasındaki uyumu ise dikkat çekicidir.

Bunun gibi birçok siyasi başlık tespit edilebilir. Ancak Türkiye'nin İsrail'den yaptığı ithalat verilerini gösteren aşağıdaki grafikte de görüleceği üzere milyar dolarlık hacmi olan bir ticaret söz konusudur.

Bu yönüyle her gündeme gelişinde kolaycılık olarak "malları boykot" edelim diyen zevatın da çok da bu sözü yerine getiremediği görülmektedir. 2017 yılının ilk 9 ayının verileri bile neredeyse Mavi Marmara Vakasının yılı kadar bir ithalatla sonuçlanmış durumdadır. TÜİK'ten alınan resmi verilerin tabloda ortaya koyduğu gibi İsrail ile ticarette sorun yok. Son yıllarda Filistin ile yapılan ithalatta radikal bir artış var ama israil ile 2017'de yapılan ithalat filistinin 308 katıdır. Bu açıdan 2010 yılından bu yana israilden yapılan ithalat Filistinden yapılanın neredeyse bin katıdır. (995 Katı). 












AKP'NİN İSTİHDAMTRAK UYGULAMALARI VE UYDURUK MÜJDELERİ*

AKP iktidara geldiğinden bu yana çok az başlıkta tutarlığını korumuştur. Tutarlılığını koruduğu nadir başlıklardan birisi de “istihdam koşullarının emekçiler aleyhine olumsuz dönüşümüdür.” Neredeyse her gün basına yansıyan şekillerde emekçilere bir hak kaybı yaşatan uygulamalarla karşılaşılmaktadır. OHAL hukuksuzluğuyla birleşen bu eğilim sonucu çalışanların “kadrolu, sendikalı/örgütlü, tam zamanlı ve insan onuruna yakışır bir ücretle istihdamı” istisnai bir hal almıştır. 
Çeşitli adlar altında on binlerce yurttaş gittikçe derinleşen bir emek sömürüsüne maruz bırakılmaktadır. Hak arama yollarının emekçiler aleyhine kapatıldığı, grevlerin ohal fırsatçılığı kapsamında yasaklandığı, hak arama eylem ve etkinliklerinin engellendiği bir ülkede emeğin hakkını savunmak günden güne zorlaşmaktadır.  
İçinden geçtiğimiz Aralık ayı hem bütçe, hem de asgari ücretin belirlendiği aydır. Yine bu ay içerisinde açıklanan TÜİK verisine göre ülke ekonomisi % 11,1 bir büyümeyi yılın 3. çeyreğinde göstermiştir. Bu kapsamda özellikle bankaların ve büyük holdinglerin açıkladıkları devasa kar oranları, büyümenin kimler için olduğunu ortaya koymaktadır. Bugün eğer halka yansıyan bir büyüme söz konusu olacaksa asgari ücretliye büyüme oranı olan 11,1’e yakın örneğin günlük 10 TL zam verilmelidir.
Önceki dönemlerden biliyoruz ki günlük 1 doların altında zam artışları alan asgari ücretli bu dönemde de yakın bir zam alacaktır. Geçen yıl verilen günlük zam 3,5 TL (104/30),  birçok şehirde minibüs parasına tekabül etmektedir. Bu yılki zam iki araç kullanarak işe giden bir işçi için gidiş-dönüş minibüs parasına yetse asgari ücretliyi zam almış sayabiliriz. (Örneğin Ankara’da 2,75 olan yol ücreti ile çift vasıta durumunda 11 TL’ye tekabül eder)
AKP Genel Başkanı Erdoğan, “İstihdam Şurası” etkinlikleri kapsamında 14 Aralık’ta, istihdama ilişkin “müjdeleri” sıraladı. AKP’nin 17 yıllık pratiği içerisinde sergilediği birçok uygulamayı yeni bir şeymiş gibi sunma konusunda ustalaşan siyasal iktidar, birçoğu uygulanmış, denenmiş ve işe yaramamış müjdeleri verdi!
Bunlardan bazıları şu şekilde ifade edilebilir. Girişimci engellilere teşvik, işbaşı programları (Stajyer istihdamı) ilave istihdam teşviki gibi müjdeler! Bu üç uygulama da yıllardır uygulanmakta ve işsizliğin çözümü noktasında bir işe yaramamaktadır. Başka bir sorun da bu uygulamalar da dahil tüm İŞKUR uygulamaları harcamalarının işçilerden toplanan primlerle biriken “işsizlik sigortası fonundan” karşılanmasıdır.
Bir engellinin, girişimci teşviki alabilmesi için;  1) % 40 Engelli Raporunun olması (sanıldığı kadar kolay değildir ve 200 TL “katılım ücreti” başvurudan önce alınmaktadır.) 2) Girişimcilik sertifikası almış olması 3) İş Kurma için bir projesinin olması,  4) hibeden (bu yıl 36 bin olan ve 2018’de 50 bine yükseltilecek olan) yararlanmak amacıyla başvurması ve 5) başvurusunun onaylanması gerekmektedir. Öncelikle sanki engellilere özgüymüş gibi sunulan bu durumun “gayrı-engelliler için de geçerli” olduğu göz ardı edilmemelidir. Engelli olmayanlar da bu şartları yerine getirdiğinde benzer teşviklerden hatta daha yüksek miktarlarda girişimcilik teşviki almaktadır.
Sorun şu ki; teşviğin 36 bin TL olduğu 2014 yılından 2017 yılına kadar dönemlerinde yararlanıcı sayısı zaten çok düşük gerçekleşmiştir. Üç yılda sadece 592 kişinin yararlandığı bu teşvikten yeni bir uygulama gibi bahsedilmesi ilginçtir. Son 4 yılın enflasyonunun veya yeniden değerleme oranının yansıtılması ile bu değer zaten 50 bin TL’ye yaklaşacaktır. Ayrıca değer kadar önemli bir konu da bu kapsamda kaç kişinin başvurduğu ve bu teşviki değerlendirebildiğidir. Türkiye’de % 40 ve üzeri raporu olan engelli sayısının bir milyon üzerinde olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Diğer bir eski müjde ise stajyer istihdamıdır. İŞKUR “İşbaşı Eğitim Programları (İEP)” kapsamında yıllardır işyerlerinde işverenlere istihdam teşviki verilmektedir. Bunun da kaynağı işsizlik sigortası fonudur. ÇSGB Bakanının 2017 yılı bütçe konuşmasında belirttiği üzere, 2016 yılında İEP yararlanıcı sayısı 226.009 kişidir. Yine 2015 yılı bütçe konuşmasından bir kesiti gösteren aşağıdaki açıklamada da görüleceği üzere 2009-2014 yılları arasında da İEP kapsamında 227,6 milyon TL işsizlik fonundan harcanmıştır. Katlanarak artan yararlanıcı sayısı ve harcanan fon kalıcı bir istihdam yaratamamıştır.

Aşağıda ÇSGB Bakanının 2017 bütçe konuşmasında yer alan ve 14 Aralıkta verilen müjdeleri de içeren bir grafik görünmektedir. Bu müjdeler! kapsamında fondan kaç milyar TL harcandığı net olarak bilinmemektedir. Ancak işsizlere ödenek amacıyla biriken fondan yapılan her 100 birimlik harcamanın sadece 30’unun ödenek olarak doğrudan işsize gittiği bilinmektedir.


·         MEK: Mesleki Eğitim Kursu, GEP: Girişimcilik Eğitim Programı

Bu yazı kapsamında üzerinde duracağımız son müjde ise “ilave 2 istihdam” müjdesi. AKP Genel Başkanının açıklaması tam olarak şöyle verilmiş "Dolayısıyla teşvikle bir istihdam ilave eden iş adamlarımızdan şimdi kendi imkanlarıyla da buna bir daha ilave edip iki istihdam sağlamalarını bekliyoruz. Tabii daha fazla olursa, 'niye daha fazla olsun' demeyiz. Yani gökten ne yağar ki yer kabul etmez, böyle bakarız. Çünkü bizim işsizlik oranımız, en kısa sürede tek haneli rakamlara, onun da mümkünse ortalarında bir yere taşımamız gerekiyor[1].” Daha önce 2010 yılında, 2014 yılında ilave istihdam çağrıları yapan Genel Başkan Erdoğan’ın bu çağrısı sonucu istihdam artışı gerçekleşmeyebilir. İstihdamda bir artış olma olasılığı işveren kesiminin bu çağrıya olumlu yanıt vermesine bağlıdır. Önceki çağrılara olumlu yanıt vermeyen işveren kesiminin bu defa nasıl bir tutum alacağı bilinmemektedir.
Ancak kısa vadede bu çağrı nedeniyle işsizlikte bir artış yaşanabilir. Çünkü bu çağrı aynı zamanda, iş bulamadığı için aramaktan bıkan veya başka nedenlerle iş aramayan ama iş olsa çalışmaya hazır yaklaşık 2 milyon kişi için de yeniden bir iş arama çağrısıdır. Kamuoyunda geniş tanımlı işsizlik kapsamında ifade edilen “ümidi kırıklar” Erdoğan’ın çağrısını dikkate alıp İŞKUR birimlerine veya diğer iş arama kanallarına akın ederse bu durum işsizlikte dönemsel bir artışa yol açabilir. Bir dönem “Norveç’e eleman gönderiyoruz” diye açıklama yapan dönemin çalışma Bakanının açıklamasına müteakiben İŞKUR’da uzun süren uzun kuyruklar oluşmuştu.
Tüm bu eskimiş müjdelerin ortaya çıkardığı tablonun özeti şudur; Türkiye AB ve OECD ülkeleri içerisinde işgücüne katılma oranı ve istihdam oranı en düşük ülkeler içerisindedir. İstihdam oranının düşüklüğünü şöyle açıklayabiliriz. Bir kişi çalışıp 3 kişiye bakmak zorunda kalmaktadır. Yine tüm bu müjdelere rağmen istihdamda olan her üç kişiden biri sosyal güvencesiz olup bu sayı 10 milyonu aşmıştır. Son bir yılda işe girenlerde kayıtdışılık OHAL etkisiyle yükselmiştir. İstihdam şurasından bir gün sonra açıklanan TÜİK verilerine göre ümidi kırıklar hariç 3 milyon 419 bin kişi işsizdir ve bunların 1 milyon 73 bin 15-24 yaş arası gençlerdir. Yine 1 milyon 38 bin yükseköğrenim mezunudur.
Yukarıda İEP’ler kapsamında kurs alan stajyerler TÜİK hesaplarında işsiz sayılmadığı gibi iktidarın açıklamalarında da istihdamdaymış gibi gösterilmektedir. Süresi belirli veya teşviğe bağlı bir kurs uygulamasının yararlanıcılarının istihdamda sayılması ancak işsiz sayısını düşük göstermeye yarar. Bu kişilere verilen ücret maksimum asgari ücrete çıkabilir. Yani genellikle asgari ücretin altında devlet gözetiminde istihdamda sayılmaktadırlar. Kaç kişi stajyer olabilir ki derseniz Eylül ayı SGK verilerine göre 1 milyon 130 bin kişi sadece. 2017’de aktif sigortalı olan her 100 kişinin 71’i stajyer veya kursiyer olarak kayıt olmuş. Milli istihdam seferberliği bu sayıyı katlayarak arttıracak. Gittikçe yaklaşılan son şudur: Aslında piyasada iş çok ama iş arayanlar ücret istemeye devam ediyor!

Bu uzun yazıyı AKP’nin ortaya çıkardığı, her biri  ayrı bir yazı olabilecek “iki” istihdamtırak uygulama ile bitirelim. AKP’den önce kamuda istisnai bir uygulama olan taşeron işçilik AKP ile birlikte çok hızlı yaygınlaştı. 2004 yılında tüm kamu alanında sadece 3.183 taşeron işçi vardı. 2017 yılında bu sayı 850.000 civarında açıklanmıştır. Özel sektörle birlikte bu sayının 2 milyona dayandığı bilinmektedir. AKP’nin kamu alanında “kadrolu çalışmayı kaldırmayı hedeflediğini” defalarca deklere ettiği ve en son KHK’lerle buna son vermeye başladığı yerde taşeron işçilerinin “nasıl” ve “nasıl” bir “kadroya” alınacağı bu müjdelerden bellidir. Taşerona kadro tartışmalarında sui istimal örneği “bunun kaç seçimdir kullanılması” durumudur. Son günlerde ise başka bir sui istimal Bakanlığın bulanık açıklamaları sonucu bir sınavdan bahsetmesidir. Bunun üzerine ortada herhangi bir düzenleme yokken birçok yayın evi “taşeron sınavına hazırlık” adı altında fahiş fiyatlara kitaplar basmıştır. Şimdilik bu müjdenin bu riskini ifade etmiş olalım. Ayrıca güvenlik soruşturması, sınav vb. uygulamalar ile binlerce taşeron işçisinin bu süreçte işini kaybetme ile de karşılaşabileceğini ifade etmeliyiz.
Son istihdamtırak uygulama ise yine AKP döneminde kamuda seçim dönemlerinin en sevilen uygulaması olan Toplum Yararına Programdır (TYP). TYP ne sosyal yardım, ne istihdam ne de aktif istihdam tedbiridir. İşsizlik sigortası fonunun karadeliği olarak ifade edilecek bu uygulamada yüzbinlerce kişiye milyarlarca fon parası aktarılmaktadır. Ama bu milyar TL’lerin fondan gitmesine rağmen bu yüzbinlerce kişiye mesleki eğitim verilmemekte veya katma değeri yüksek bir iş yaptırılmamaktadır. Seçilme usulleri üzerine ciddi tartışılması gereken bir konu olan TYP ile ilgili sonraki tartışma tıpkı taşeron gibi “kadro talebi” olacaktır. Çünkü ilgili mevzuatta aksi belirtilmesine rağmen binlerce TYP’li yıllardı kamu alanında çalıştırılmaktadır.
Bitirirken AKP emeğin lehine bir uygulama eğiliminde olmak istiyorsa OHAL’i kaldırıp, enflasyonun ve faizin yükselmesini önlemelidir. İrrasyonel iç ve dış siyasetinin faturası tüm topluma kesilmektedir. Yükselen döviz kuruna ve düşen reel ücretlere rağmen karanlıkta ıslık çalmak gibi olan bu müjdelere emekçilerin karnı toktur.  



4 Aralık 2017 Pazartesi

Tuvalet P-Araları Üzerine*


AKP Genel Başkanı'nın 2019 seçim hazırlıkları kapsamında meydanlara indiği şu günlerde ülke gündemi, sıhhiye köprüsü gibi, 5 dk'da bir haber bülteni çıkarır nitelikte... OHAL-KHK faşizmi, işte-evde-sokakta şiddet, iş/çi cinyetleri, trafik "canavarı", fahiş (fahişenin erili) fiyat-faiz-döviz kuru artışları ve tabiki "bağımsız medya" atölyeleri... gündem gırla... derken "bomba" açıklamalar muhalefet cenahından yağmur gibi yağıyor. En son MAN belgeleri gösteriyor ki, Roboski'ye bomba yağarken ülkeden milyon dalırlar ak-mış... Ama bu gündem de tıpkı Roboski gibi çok önemli değil ki medya haber yapmak için icaz-et bekliyor... 

Bu yazının konusu da bu önemli gündemlerden en önemlisi ile ilgili; Tuvalet paraları hakkında,  AKP'den Genel Başkan bir toplantısında paradan atılan 6 sıfır ile ilgili örneği verdi ve bu nazik tartışma yeniden alevlendi. Hatırlatmakta yarar var aynı tartışma 2009 yerel seçimlerinde ve 2014 yerel seçimlerinde de yapılmıştı. İktidar açısından testedilmiş ve başarılı sonuç alınmış bir tartışma.

Yazıyı bireyselleştirmek iyi bir yöntem değil ama benim doğduğum "köyde" "tuvalet" ve uzunca bir dönem "paralı tuvalet" olmadığını söylemekle başlayayım. Bu durum köye özgü bir durum değil daha sonra sosyoloji kitaplarında "itici faktörler" başlığı altında sunulan göç nedenlerinden dolayı göçtüğümüz komşu ilçede de aynıydı; "paralı tuvalet" sadece cami girişindekinde vardı. Onun dışında ilçede elbette tuvaletler vardı. Ama paralı değildi. 

Bu yönüyle AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılında da bu durum hüküm sürüyordu. Sadece ilçe otogarında ("Herkes herkesi tanıdığı için sadece yabancılardan fahiş fiyatlarla para alınırdı. Çünkü gelmiş ve kullanmak zorunda; Bu durum Anadolu ve Rumeli otogarlarında yaygındır.)ve cami girişinde paralı olan tuvalet dışında paralı tuvaleti olmayan ilçeden Ankara'ya gelen birisi olarak alışmakta zorlandığım iki şeyden birisi olmuştur; "Tuvalete para vermek," diğeri ise "Su" (İlçede AKP iktidarından önce su faturası diye birşey yoktu). Musluktan su içmeye alışmış (hatta kaynaktan) birinin pet şişelerdeki suya para vermeye alışması büyük bir travmadır. Su meselesi başlı başına bir tartışmadır. 

Tuvalet parasına dönecek olursak; AKP'nin iktidara % 34 oy alarak geldiği 2002 yılında, bir asgari ücretli (184.251.937 TL) 1.228 defa tuvalete gidebiliyordu. 2016 Yılına kadar asgari ücretteki artışların yetersizliği nedeniyle bu sayıda bir artış yoktu. Ancak 2015 seçimlerinde CHP'nin Asgari Ücreti 1.500 yapacağız demesi üzerine iktidarın 1.300 TL çıkışı sonucunda bu sayı artmaya başladı. 2017 yılı verilerine göre bir asgari ücretli ortalama 1.404 kere tuvalete gidebilme ücreti almaktadır. 

Aslında tuvalet parası üzerinden reel bir değerlendirme yapmak rasyonel bir yöntem değildir. Çünkü Bölgesel farklılıklar ceteris/paribus olsa dahi birçok yeni teknoloji tuvalet sektörüne yansıdı. Önceden önemli bir maliyet unsuru olan "tuvaletçi" istihdamı gelişen teknolojiler sayesinde azalmıştır. Gerek ıslak mendil kullanımının yaygınlaşması, gerekse "sensörlü" lamba, musluk, klozet, sabunluk gibi teknolojiler tuvaletçi istihdamına "deyim yerindeyse" darbe girişimi yapmıştır. Önceden beş-on kişinin hijyen görevini yerine "genellikle başarısız" bir şekilde getirdiği tuvaletlerde gelişen muazzam teknolojiler ve dönüşen alışkanlıklar nedeniyle 1-2 kişi istihdam edilmekte ve görece başarılı bir hijyen daha kolay sağlanmaktadır. Örneğin gelişen teknolojilerin bir sonucu eskiden daha zor ve pahalı erişilen çamaşır suyu katkılı hijyen ürünlerine şimdi daha kolay erişilmektedir. (Bu konuda bilinçsiz kullanma hem işçi sağlığı güvenliği açısından risklidir hem de genel çevresel zararlara neden olmaktadır. Bu yazının konusu tuvalet parası olduğu için şimdilik bununla idare edin.)

Söz çok uzadı ama özetle; tuvalet paraları üzerindeki tartışmalarda iktidar sıfırları sadece tuvalet paralarından atmamıştır, işçilerin ve emekçilerin maaşlarından da atmıştır. AKP iktidarı memura 2010 yılından bu yana reel zam vermemiştir. Memurların çoğu tuvalet parası vermez ama tüm ekonomik ve siyasal tartışmayı tuvalet parasına indirgemek doğru bir yöntem değildir. Yine de bir ölçü olacaksa reel zam alamayan memurların 2010 yılından bu yana tuvalete gitme hakları kısıtlanmıştır denebilir. Memur maaşlarındaki erime hangi ölçü kullanılırsa kullanılsın aşikardır. Çünkü 2010 yılından bu yana memurların toplu iş sözleşmesi hakkı yavan bir tiyatro kıvamındadır. Bitirirken 2018 Ocak zammının % 4 ama enflasyonun % 12 olduğunu hatırlatalım. Bu gidişle başta hijyen yaklaşımıyla da herkes işi ucuza halledebilmek amacıyla "kendi evinde edecek"... Bu eğilimin gittikçe yaygınlaştığı gözlemlenmektedir. Bu eğilimin devam etmesi durumunda "umumi tuvalet sayısında ve kapsadığı istihdamda" devam edegelen azalış hızlanacaktır. Belki gelişen teknolojiler yoluyla "dışarıda yapma" (Köydeki en dışarıyı kastetmiyorum) alışkanlığı giderek kaybolacak. Belki de tersi yönde gelişmeler yaşanacak. (Misal Şehir Hastaneleri konforunda tuvaletlerin önünde yığılmalar yaşanacaktır). 

Bunu zaman gösterecek. Hiçbir sosyo-ekonomik gelişmenin tesadüf  sonucu olmadığını belirterek bu her tarafı "şeyli"yazıya hatime verelim. Bir zamanlar (pis doksanlarda mesela) büyük bir istihdam alanı olan "döviz bürolarının" yeniden "büyüyen sektör olması" yakın dönem yenilen hurmalardan kaynaklanmaktadır. Hurmalara devam edilmesi durumunda trabzon burma fiyatlarında yukarı yönlü tıkanmalar kesinlikle olacaktır. 

*Bu yazıyı Samsun-g Valisine Adıyorum.  Böyle değerleri olan ülkelerin iktisat damarları canlıdır. 



3 Aralık 2017 Pazar

TÜRKİYE’DE ENGELLİ OLMAK: MUTLAK YOKSULLUK-MÜZMİN MUHTAÇLIK*

TÜRKİYE’DE ENGELLİ OLMAK: MUTLAK YOKSULLUK-MÜZMİN MUHTAÇLIK
Engellilerin yapısallaşan sorunları; 10-16 Mayıs Engelliler Haftasında ve 3 Aralık Dünya Engelliler günü bir kez daha ilgili-ilgisiz kamuoyuna sunulması amacıyla gündemleşebilmektedir. Can yakıcı ve çok boyutlu olan “Engellilik” meselesi herhangi bir siyasal iktidarın öncelikleri içerisinde olamamıştır. Mevcut AKP iktidarı dahil önceki iktidarlar, siyasi partilerin neredeyse tümü ve “ilgili” STK’ler sorunu bütünlüklü ele almaktan geri durmakta ve “milyonları” ilgilendiren bu sorunları çözmek amacıyla bir program ortaya koymamaktadır.
Türkiye’de engellilere ilişkin en temel sorunlardan birisi engelli sayısının net olarak bilinmemesidir. Resmi rapor ve istatistiklerde her seferinde birbirinden çok farklı sayılar açıklanmaktadır. Türkiye’de kaç engellinin olduğu, ne oranda işgücüne katıldığı, katılanların ve katılamayanların mesleki, eğitimsel ve cinsiyet dağılımlarının ne olduğu “güncel olarak” bilinmemektedir. TÜİK tarafından yapılan Hanehalkı işgücü piyasası araştırmaları[1] değişik sayı ve oranlar içermektedir. Engeli dolayısıyla işgücü piyasasına katılamayanların sayısı 3,9 milyon kişiden fazla olarak ifade edilmektedir[2]. Son yıllarda yapılan engelli kamu görevlisi sınavları dışındaki kamu emekçilerinin engel durumlarına ilişkin bir veri tutulmamaktadır. 2002 yılındaki “Özürlüler Araştırması” sonuçlarına göre süreğen hastalığı hariç tutulduğunda % 2,58 (yaklaşık 2 milyon kişi) olan engelli oranı, 2011 yılı Nüfus ve Konut Araştırması verilerine göre % 6,55 (4,8 Milyon kişi) olmuştur.  Kimlik numarası üzerinden gerekli-gereksiz birçok veriyi tutan sistem kaç kişinin engelli olduğunu, engel gruplarını, yaş-eğitim-cinsiyet vb. göstergelerini açıklayamamaktadır.

Kaynak: Nüfus ve Konut Araştırması (2011)

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB) ve Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) “Özürlülerin Sorun ve Beklentileri Araştırması’na” göre 2010 yılında veri tabanına kayıtlı engellilerin % 58,6’sı erkek, % 41,4’ü kadındır. Bu kişilerin % 62,4’ü kentlerde yaşamakta ve % 63,7’si çalışma çağı nüfusun (15-65) içerisindedir. Engellilik oranı % 40 veya üzeri olanların oranı % 84,8 olup bu grubun yarısında oran % 70’in üzerindedir.
Engelliler içerisinde lise ve üzeri eğitim düzeyi oranı % 7,7’dir.  Bu oran kadınlarda daha da düşük olup 4,7 oranındadır. Türkiye’de okuryazar olmayan engelli oranı % 41,6 iken bu oran erkeklerde % 32,1, kadınlarda % 54,9’dur.

İşgücü piyasasına dahil olamama, dahil olduktan sonra iş bulamama, iş bulduktan sonra iş yaşamına erişim ve adaptasyon sorunlarını aşabilme engelli yurttaşların en temel sorunlarının başında gelmektedir. Verilerin söylediği gerçek; engellilerin milyonlarca kişi olduğu, engellilerin temel eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimde sorun yaşadığıdır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın verilerine göre bazı bölgelerde nüfusun % 10’unundan fazlasını oluşturan engelli nüfusa dair ekonomik koşulların olumsuz olduğu bilinmektedir. Eğitim ve sağlık hizmetlerinden tam olarak yararlanamayan diğer nüfus kesimleri gibi engellilerde yoksulların içerisinde en yoksul grubu oluşturmaktadır.
Engellilerin hem özel sektörde hem de kamu alanında istihdamında “engellilerden kaynaklamayan” nedenlerle sorunlar yaşadığı bilinmektedir. Öncelikli olarak engellilerde işsizlik oranı “gayrı-engellilerden” çok yüksek durumdadır. Engellilerin sadece % 4’ü mesleki eğitim almış olup bu oran kadınlarda daha da düşüktür (% 3,7). % 96 oranında mesleki eğitim almayan engellilerin eğitim almama gerekçeleri % 88,4’ü iş bulmasına katkısı olmayacağını düşüncesi, % 18,6’sı böyle hizmetten haberinin olmayışı ve % 14,6’sı da “uygun meslek edindirme hizmeti sunulmadığını” şeklindedir.. Kayıtdışı ve ücretsiz aile işçileri de dahil engellilerin sadece % 14,3’ü bir işte çalışıyor görünmektedir. Çalışmayanların % 16,6’sı engeli nedeniyle kendisine iş verilmeyeceğini düşündüğü için iş aramamaktadır. Hem engelli hem kadın olmak söz konusu dezavantajlılık durumunu pekiştirmektedir. Engelli kadınların sadece % 4,6’sı (Erkeklerde 21,4) bir işte çalışıyorken bu işlerin % 19,5’i (Erkeklerde 5,8) ücretsiz aile işçiliği şeklindedir.
Engellilerin eğitim ve sağlık hizmetlerinden yeterince ve zamanında yararlanamaması engellilik oranlarını arttırırken “insan onuruna yakışır bir iş” bulmalarını da engellemektedir. Engelli nüfusun çalışma ve istihdam hakkı sistematik olarak kısıtlanmaktadır. Bu alandaki temel sorunlar ve talepler aşağıda özetlenmiştir.
·   Engelliler için yasal istihdam kotaları ne kamu sektöründe ne de özel sektörde doldurulmamaktadır. Toplam memurlar içersinde engelli oranı % 2’inin altında olup birçok kamu kurumunda bile 657 sayılı kanun gereği doldurulması gereken “kontenjan” açıktır. Ekim dönemi verilerine göre 13.441 Engelli kontenjan açığı sadece kamuda vardır. Bu kapsamda engelli  istihdam sayısının artırılması sağlanmalı ve engellilerin çalışmaları teşvik edilmelidir. Engellinin yetkinliklerine ve çalışmasına uygun bir işyeri, birim ve iş sağlanmalıdır. Bu kapsamda birçok engelli niteliklerine aykırı bir şekilde  “yardımcı personel/hizmetli vb.” işlerde çalıştırılmaktadır.
·  Engellilerin tüm ihtiyaçlarının tam karşılanması sosyal devlet olma gereğidir. Muhtaçlık-Hastalık vb. yaklaşımlar “engelli emeğini değersizleştirmekte” engelli istihdamını bir lütufa dönüştürmektedir.
·  Engellilere yönelik ayrımcılık, değersizleştirme ve ötekileştirme son bulmalıdır. Bu amaçla temel eğitim ve öğretmen eğitimi içerisinde seçmeli dersler konulmalı, farkındalık ve bilinç arttırma için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
·  Engellilere yönelik yapılması gereken yasal ve anayasal zorunluluklar ertelenmeden yerine getirilmelidir. Bu kapsamda kamu kurum ve kuruluşlarında engellilere yönelik yapılması zorunlu iş, işlem ve eylemler acil yerine getirilmelidir. Kamu kurum ve kuruluşlarına erişim ve ulaşım sorunu acil bir şekilde çözülmelidir. Kamu kurum ve kuruluşlarında kullanıma uygun wc, lavabo vb. ihtiyacı acilen sağlanmalıdır. Bütün kamu kurum ve kuruluşlarında ihtiyaç kadar tekerlekli sandalye bulundurulmalıdır. (Sadece çalışanlar için değil hizmet almaya gelen yurttaşlar için de)
· Kullanıma uygun asansör (sesli ve görsel-dokunsal uyarı/iletişim sistemi olan, güvenlik bakım ve uyarı işlemleri yerine getirilmiş) ihtiyacı acilen karşılanmalıdır. Tekerlekli sandalye ile çalışan engelli emekçiler için uygun geçiş ve dolaşım yolları oluşturulmalıdır. Engelli geçişlerine uygun merdiven yapısı ve geçiş yolları oluşturulmalıdır.
· Çalışmanın fiziki koşulları, ortamı ve oturma düzeni, iletişim ağları (telefon, fotokopi, vb. ) oluşturulurken engellilerin koşulları göz önünde bulundurulmalıdır. Çalışılacak yerde engel durumuna uygun donanımlar sağlanmalıdır. İşyerlerinde kullanılan temel araç ve gereçlerin (ör. Özel bilgisayar, klavye, kulaklık, vb.) İhtiyaç duyulan oranda engelli odaklı planlanması yapılmalıdır.
·  Yasal bir zorunluluk olan engelli otoparkı uygulamasına uyulmalı, bu zorunluluğu yerine getirmeyen sorumlular hakkında yasal işlem başlatılmalıdır. Engelli geçiş yolları ve güzergahları üzerine yapılan haksız otopark ve işgaller daha ağır yaptırıma bağlanmalıdır.
Engelliler için istihdam hakkı uygulaması sadece bir iş/üretim pratiği değil aynı zamanda “ev hapsinden kurtulma, birey olma ve sosyalleşme” anlamına gelmektedir. Bu nedenle işyerlerinin engelli kişilerin kullanımına uygun bir yaşam pratiği sunması gereklidir. Öncelikle kamu hizmet sunum binalarının erişilebilirlik altında, merdiven, asansör, wc, sağlık personeli desteği, yemekhane ve ulaşım servisi hizmetlerinin bütüncül bir yaklaşımla sunulması gerekmektedir. Bu konuda özel sektöre rehberlik ve gerekli fiili ve yasal yönlendirmeyi kamu kesimi geciktirmeden gerçekleştirmelidir. Birçok kamu binası bu konudaki temel mevzuat, iş sağlığı ve güvenliği hükümleri ve engelli düzenlemeleri ile uyumlu değildir. Bu konudaki yasal zorunluluk AKP iktidarı tarafından yaklaşık 10 yıldır ertelenmektedir. Başta istihdam hakkı olmak üzere engellilerle ile ilgili tüm başlıklarda sendikaların, STK’lerin yanı sıra engelli örgütlerinin görüş ve talepleri öncelikle dikkate alınmalıdır. Engellilerin kendi emeği ve üretimleriyle yaşamlarını kurabilmenin imkanlarını hazırlamak “hak temelli yurttaşlığın gereği olarak” sosyal devletin görevidir. 

28 Kasım 2017 Salı

İŞKUR GENEL MÜDÜRÜ “İŞGÜCÜNE KATILMA ORANI’NI” BİLMİYOR MU?


Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de en önemli sosyal sorunların başında “işsizlik başlığı” gelmektedir. Bu nedenle güncel tartışmaların başında istihdam ve işsizlik konularının olduğu bilinmektedir. Türkiye’de de bu sorunla ve sorunun çözümüyle ilgili kurumların başında İŞKUR gelmektedir. Ancak İŞKUR’un personeline ilişkin başta nicel eksiklikler olmak üzere yıllanmış sorunların varlığı “iş/istihdam” tartışmalarının yeterli derinlikte yapılmasını engellemektedir. Birçok başlıkta veri eksikliği de bu tartışmayı kısıtlayan bir boyuttur. Ancak başka bir sorun da verilerin yanlı-ş yorumlanmasıdır. Malesef "etkili koltukları" fiziksel olarak "dolduranların" bu konuda gereken özeni göstermediğine dönem dönem rastlanmaktadır
İŞKUR 9. Genel Kurulunu bu ay içerisinde gerçekleştirdi. Önemli denilebilecek tartışmalar daha çok işsizlik sigortası fonunun amaç dışı kullanımı üzerinden yapıldı. Aslında önceki Genel Kurullardan alınan kararların ne kadar ve nasıl uygulandığı da yeterince tartışılmadı.  Çalışma Bakanının “kanunda sayılan amaçlar” yerine getiriliyor “amaç dışı kullanım yok” değerlendirmesi “kanunun torbalaşması” nedeniyle ve gittikçe genişlemesi nedeniyle yeterli bir değerlendirme olmamıştır. An itibariyle “işsizlik ödeneğinin toplam fon harcamaları içerisinde % 30’larda olduğu gerçeği”, fonun daha çok “TYP” gibi ne mesleki eğitim-ne istihdam-ne de sosyal yardım denilebilecek uygulamalara gitmesi bu tartışmadaki önemli boyutu oluşturmaktadır. Sayın Bakanın TYP harcamalarının seçim dönemlerinde astronomik artışına dair bir açıklama yapmasını kamuoyu beklemektedir. Bu açıkça “amaç dışı kullanımdır”
İŞKUR 9. Genel Kurulunda ilginç bir tespitte kurum Genel Müdürü tarafından yapılmış[1]. “Türkiye’de işgücüne katılım oranının tüm Avrupa ülkelerinin katılım oranından daha yüksek olduğunu” ifade eden Genel Müdür’ün bu açıklaması izaha muhtaçtır. 
İşgücüne Katılma Oranı; “İşgücünün kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus içindeki oranıdır.” Yani İstihdamdakilere İşsizlerin de dahil edildiği taktirde elde edilen sayının, 15 + Nüfusa oranıdır. Türkiye’de bu oranın genel olarak çok düşük olduğu bilinmektedir. Hatta işgücüne katılma oranının arttırılması amacıyla birçok proje uygulanmaya konulmuş ama kadın emeği katılımının önündeki geleneksel bariyerler nedeniyle bu konuda arzulanan düzeye ulaşılamamıştır.

Kaynak: Eurostat, TÜİK

Genel Müdürün Avrupa ile kıyasında ise tam tersi bir durum söz konusudur. Türkiye Avrupa ülkeleri içerisinde işgücüne katılım oranı en düşük ülkelerden biridir. Genel Müdürün yanıldığı başka bir husus da “Nüfus artışının otomatikman işgücüne katılım oranında artış şeklinde” olmayacağının bilinmemesidir. Dönem dönem gözlendiği üzere şayet "ümidi kırılanların artışı" durdurulamazsa nüfus artışına rağmen işgücü ve işgücüne katılım oranı artmaz. 
Özetle son yıllarda İşgücüne artış oranında bir artış söz konusudur ancak Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında bu artış çok düşüktür. Nihai olarak AB ortalaması % 70’lerin üzerinde iken Türkiye’de bu oran henüz % 55 bandına henüz erişmemiştir. Kadınların işgücüne dahil olması engellendikçe bu oranın yükselmeyeceğinin bilinmesi gerekmektedir.







İŞKUR SAYIŞTAY RAPORUNUN İŞSİZLİK FONU TESPİTİ: 553 MİLYON NEREDE

Sayıştay’ın İŞKUR ve İşsizlik Sigortası fonu 2016 Raporu fona dair yıllardır açıklanmayan açıkları bir kere daha ortaya koymuştur. Ancak Sayıştay Raporunda da önemli bir eksiklik vardır. O da kısaltmalar içerisinde verilen TYP ibaresine dair raporda herhangi bir değerlendirme olmamasıdır. Halbuki İŞKUR bünyesinde harcanan bütçenin % 50’den fazlası bu başlığa gitmektedir. Ne genel değerlendirmede ne de fon ve “performans” değerlendirmesinde TYP harcamalarına dair bir denetim yapılmaması “fonun kara deliği” hakkında susmak anlamına gelmektedir.  

Bu büyük eksikliğe rağmen Sayıştay raporunun ortaya koyduğu bir gerçek vardır. Fonu toplayan ve harcayan kurum arasında bir yetki çatışması vardır. Bu çatışmanın sonucunda açıklanamayan 553 milyonluk bir fark bulunmaktadır. Rapora göre;

Fon “alacak” hesaplarında kayıtlı tutarlar gerçeği yansıtmamaktadır; SGK tarafından, en son 2007 yılında İşsizlik Sigortası Prim Alacakları tutarının 31.12.2006 tarihi itibari ile 553.016.721,18- TL olduğu bildirilmiş; ancak bu tarihten sonra bilgi akışı kesilmiştir. İŞKUR’un yaklaşık 10 yıldır bütün taleplerine karşın SGK’dan bilgi alamadığı görülmüştür. SGK tarafından işsizlik sigortası prim aslı ve gecikme zammı tahsilatları her ay İŞKUR'a aktarılmakta; ancak aktarılan tutarların ayrıntısına ilişkin bilgi verilmediğinden, Fona aktarılan tutarların ne kadarının tahakkukunun yapılıp tahsilatı yapılmayan 553.016.721,18 TL'den düşülmesi gerektiği belirlenememiştir.


553 milyonluk açıklanamayan tutarın ne kadarının halen fona aktarılmadığı geçen sürede açıklanmamıştır. SGK bu konuda bir açıklama yapmayacağını İŞKUR’a bildirmiştir.

Sonuç olarak işçilerden kesilmiş ama işsizlere gitmeyen ve heryıl "amaç dışı" kullanım alanı genişleyen fonda bir de kayıp milyonlar bulunmakta ve bu konuda kamuoyuna gerekli açıklamalar yapılmamaktadır.

21 Kasım 2017 Salı

Bir Başvuru TIKAMA Yolu olarak: OHAL İnceleme Komisyonu

Türkiye’de 20 Temmuz 2016 tarihinden bu yana yani yaklaşık 500 gündür Olağanüstü Hukuk(suzluk) ile yönetiliyor. OHAL kapsamında başta ihraçlar olmak üzere yüzlerce idari işlem, ulusal ve uluslararası hukuka tamamen aykırı bir şekilde uygulandı ve halen hukukilik denetiminden geçirilmiş değiller.

23 Ocak 2017’de yayınlanan KHK ile ihraç edilenler, kapatılan dernekler, sendikaların ve diğer kuruluşların itirazlarını değerlendirmek için bir komisyon kurulmasına karar verildi. Aradan aylar geçtikten sonra komisyon 14 Ağustos 2017 tarihi itibariyle başvuru aldı, 50 bin kişinin ihraç edildiği 1 Eylül 2016 KHK’sinden neredeyse 1 yıl sonra.
Kendisi de bir KHK ile kurulan komisyon 7 kişiden oluşacak, üyelerden üçünü başbakan, 1’ini adalet bakanı 1’ini içişleri bakanı 2’sini ise Hakimler ve Savcılar Kurulu atayacak denildi. Ancak Komisyon için atanan başkan daha sonra başka bir göreve atandığı için an itibariyle neye göre işlediği belirli olmayan bir komisyonumtrak yapı bulunmaktadır. Komisyonun kamuoyunu bilgilendirme görevi basın fısıltıları üzerinden halledilmektedir. Yüzbinden fazla başvuru için neye göre hangi yolun takip edileceği belirsizdir. Komisyonun inceleme süresi için bir sınır getirilmemiştir. Yüzbinlerce yurttaşın yaşamı keyfi bir şekilde nasıl işlediği belirsiz, kimin sorumlu olduğu belirsiz bir komisyona terkedilmiştir.
Komisyonun bir adil başvuru yolu olmadığı, hatta hak aram yolu olarak başvuru tıkama yolu olduğu aşağıdaki soruların cevaplarında görülecektir.
1-   Komisyon neden geç kurulmuştur?
2-  Kurulduktan sonra görevli heyetin ataması neden geciktirilmiş ve halen neden başsızdır?
3- Komisyonun işleyiş ilkelerinin neler olduğu neden kamuoyuna “bir düzenleme” ile açıklanmamaktadır. Örneğin komisyon “kanunsuz suç ve ceza olmaz” kanununu tanımakta mıdır?
4-   Komisyonun etkili işleyebilmesi için bir zaman planlaması yapılmış mıdır? Yüz bin dosyanın nasıl tüketileceğine dair ilgili kamuoyunun bilgi edinme hakkı yok mudur?
5-   Komisyonun vereceği kararlar hakkında Ankara İdari Mahkemelerine ve Danıştay’a itiraz edilebileceği düzenlenmiş. Zaten buralara yapılan başvurular neden durduruldu?
6-   Komisyon üyelerinin seçimi komisyonun işlerliğini zaten tartışmalı hale getirmemiş midir? Hangi üyesinin, tarafsızlık ve etkin çalışabilme şansı bulunmaktadır.
7-   Suç isnadında bulunanların vereceği belgeleri ve istihbari raporları dikkate alan komisyon suçlanan kişinin vereceği belgeleri neden kısıtlamıştır? Ne ile isnat edildiği belirsiz bir suçlamanın savunması nasıl olacaktır?
8-   14 Eylül 2017 tarihi itibariyle aylar geçmesine rağmen bir kişinin dahi dosyasının karara bağlanamaması nasıl açıklanabilir?
Bu durumda komisyondan adalet ummanın imkansız olduğunun bilinmesi gerekir. Tamamen ikili ilişkiler, referanslar ve şeffaf olmayan hukuk dışı yollara tevessülü işaret eden gidişattan bir adalet beklemek absürt olacaktır. Ve belli ki komisyonun kurulma nedeni adaletin sağlanması değil, davaların AİHM önüne gitmesini engellemek ya da geciktirmektir. Çünkü AİHM iç hukuk yolları tükendikten sonra başvuruları kabul edeceğini haksız bir şekilde deklere etmiştir. AİHM’in görmek istemediği gerçek; “komisyon bir başvuru yolu değil başvuru tıkama yoludur!
Bu adaletsizlik, TBMM’nin zaten hukuka aykırı olan bu KHK’leri sonuçlarıyla birlikte tamamen iptal etmesiyle mümkündür ancak. Bunun için önce TBMM’nin görev alanına hakim olması gerekmektedir. Bunun yolu da seçimdir. Meclis içtüzüğü gereği ya bu hukuksuz KHK'leri ret eder ya da AYM denetimine açar. 
Her İHRAÇ edilen kişi, AKP’nin bu adaletsizliği tüm seçmenlere duyurmalıdır. Benim ailem, akrabam, arkadaşım olduğunu söyleyen herkese çağrımdır. AKP’nin bu zulmüne son vermek için ilk seçimde AKP’ye oy Vermemeye çağırıyorum. Bugüne kadar değişik saiklerle oy verenleredir bu çağrım. Oy vermeniz bizlere yapılan zulmü onaylamanız anlamına gelmektedir[1]. Bizi adaletsiz ve hukuksuz bir şekilde ihraç edenleri meclisten adil bir seçimle ihraç ettiğimizde OHAL komisyonu gereksizleşecek…




Öne Çıkan Yayın

DEM PARTİ MÜŞAHİDİ OL!

  İYİ BİR MÜŞAHİT NE YAPSA DAHA İYİ OLUR   İyi bir müşahit “müşahede altında olan ülkenin” tarihi seçiminde görev alacak sandık kurulu üyesi...