30 Mart 2017 Perşembe

İŞKUR İstatistik BültenLERi Neden Yayınlanmıyor?

Modern devletlerde istatistik en stratejik planlama araçlarından biridir. Hatta bu öneme vurgu yapmak isteyen bazı analistler Devlet (STATe) ile İstatistik (STATistic) arasındaki kökene sık sık değinir. Çağdaş devletlerin çoğunda resmi istatistiklerin ne zaman yayınlanacağı önceden açıklanır ve planlama/beklenti/strateji/program gibi kendi büyük  içi çabaya göre dolan kelimeler bu zaman öngörülerek yapılır. Bu konuda Türkiye'de önemli bir işlevi yerine getiren Kurum Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)'dur. Son yıllarda "revizyon" tartışmaları kuruma dair olumlu algıyı biraz aşındırmışsa da yine verilen emek ortadadır. 

Resmi istatistik programını en iyi uygulayan kurumların başında TÜİK gelmektedir. Örneğin önceden bilinir ki her ayın 15'inde saat 10:00'da işsizlik verileri açıklanır, Hakeza 3'ünde enflasyon verileri ... gibi... Misal 31 Mart 2017'de ekonomik büyüme verileri açıklanacak. Sorun şu ki bazı kurumlar Resmi İstatistik Programı (RİP) taahhüdünü yerine getirirken TÜİK kadar çaba içerisinde olmayabiliyor. RİP'e göre (http://www.resmiistatistik.gov.tr/misc/Resmi_Istatistik_Programi_2017_2021.pdf ) İŞKUR İstatistik Bülteni için (t+15) gün olması gereken süre 2016 çok uzun süre uygulanmamıştı. 6-7 ay yayımlanmayan istatistikler toplu şekilde yayımlandılar çok daha sonra. An itibariyle de (30.03.2017, 03:09) yayımlanmış olması gereken Şubat Ayı İstatistik bültenine www.iskur.gov.tr adresi üzerinden erişilememektedir. 

Söz konusu istatistik bülteni çok önemli verileri kapsadığından ve 2017 yılı başı itibariyle bir zaten yeni revizyondan geçirildiğinden RİP'e uygun periyodik yayınına devam etmelidir. Sadece Kayıtlı İşsiz ve Kayıtlı İşgücü verilerini değil, özellikle Milli İstihdam Seferberliği (MİS) adı altında İşbaşı Eğitim Programları, ve yararlanıcı sayısı yüzbinlerin üzerinde olan Toplum Yararına Programlar (TYP) da dahil Aktif ve "Pasif" İşgücü İstihdam Politikalarının verileri bu önemli bülten de sunulmaktadır. 679 Sayılı OHAl KHK'si nedeniyle muvakkat bir ayrılık durumu bir yana bırakılırsa 11 Yıllık İŞKUR Emekçisi olan biri olarak bu bültendeki verilerin işgücü piyasasına (İP) dair birçok reel eğilim sunduğunu söyleyebilirim. Hem MİS, hem İP analizi için Şubat Ayı VE ŞİMDİ DE MART AYI İstatistik bültenini hasretle beklediğimizi İŞKUR'a güvenlik görevlisi eşliğinde girmeyen arkadaşlar ilgili sorumlulara iletebilirler mi? Yılların hatırına olsun bu istek...


Meraklısı için Ocak Bülteni Linki: 
http://dnn.iskur.gov.tr/istatistik/bulten/bulten.pdf




KHK İADESİNİN TOPLUMA MALİYETİ 14 MİLYON TL Mİ?

Elbetteki #Hayır, bu süreçte ruh sağlığı bozulan, intihar eden, sütü kesilen, okulunu, evini, sokağını değiştiren, arkadaşlarını kaybeden insanlara sadece maaşını iade etmek başlı başına bir "üç noktadır"... toplumsal vicdan elbette hesap soracaktır. Referandum hesabıyla iadeler yapılıyormuş gibi gösterme çabasının resmi gazetede yayınlandığı gündür bugün. 

Bu işin çözümü TBMM'nin  Üç maddelik kanunla şunu söylemesidir. 

"MADDE 1: 20 Temmuz 2016 tarihinden sonra yayımlanan tüm OHAL KHK'leriyle işten atmalar KHK yayım tarihlerinden itibaren hükümsüzdür. 

MADDE 2: Darbe girişimi amacıyla  suç işleyenlere ilişkin adli ve idari işlem başlatılanlar birinci madde kapsamında değildir. 

MADDE 3: Darbe girişimi ile ilgili herhangi bir suç işlemediği halde OHAL KHK'leri kapsamında mağdur edilenlerin zararları tazmin edilecektir."

Siyasal iktidar toplumsal mantıkla dalga geçiyor. 110.971 kişiyi KHK'lerle hukuksuz bir şekilde siyasi tasarufla işten attılar. Hesapsız ve hukuksuz bir şekilde. Bugün 416 kişiyi işe döndürdüler, yine aynı yöntemle. İşinin başına dönen arkadaşlara #hayırlı olsun diyoruz elbette. Önceki iadeler de dahil edilince geriye 110.053 kişi kaldı. Binde bir bile hata olmaz diyenler şimdi patır patır iade yapmak zorundalar. Çünkü işten atılanların % 83'ü atıldığını resmi gazeteden öğrenmiş. Öncesinde herhangi bir suçlama, ifadealma  savunma verme vb. durum yaşanmamış. İşten atılanlar içerisinde 2.000'den fazla engelli, hamile, kronik hastalığı olan kişi var. Bugüne kadar 40'tan fazla kişinin intihar ettiği ifade ediliyor. Binlerce kişinin sosyal dışlanmaya maruz kaldığı, iş bulamadığı ve psikolojik sorunlar yaşadığı görülmektedir. Yüzbinlerce kişiye aileler de mecbur dahil olduğundan 750.000-1.500.000 arası nüfusun etkilendiği bir sosyal sorun bizzat iktidarın hukuksuz tasarrufuyla hortlatılmış oluyor. 

Gelelim başlıktaki nazik konuya... Bu haksız hukuksuz uygulama devam ettiği sürece bunun bizzat parasal maliyeti de yükselmektedir. Örneğin sadece 416 kişinin ortalama maliyeti 14 Milyon TL civarında olacaktır. Siyasal iktidarın yaptığı haksızlığın bedelini tüm toplum ödeyecektir. Bu kişiler masum oldukları halde aylardır hak ettikleri kadrolarının karşılığı olarak sadece aylıkları iade edilecek. Bunun maliyeti 14 Milyon. Bu insanlar hizmet sunamadığı için aksayan kamu hizmetlerinin maliyeti de hesaplanamaz tıpkı bu ihraçların yaşadıkları zulmün karşılığının "sadece aylık" iadesi olarak hesaplanmaması gerektiği gibi. Her geçen gün her anlamda maliyeti arttırmaktadır. İktidarın anlamak istemediği husus: sadece maaşını vermediğiniz kişiyi cezalandırmadınız, annesi-babası, eşi-kardeşi-arkadaşı, öğrencisi, engellisi, hastası kim varsa tanıdık onu da cezalandırdınız. Bunun maliyeti veya tazminatı hesaplanabilir mi? Sadece ilk 6 aylık iadeleri için KHK Mağdurlarına 22 Milyon verildi. Ama yaşanan ruhi durumun maliyeti hesaplanabilir mi? Onu vicdanlara ve sandıklara mı bırakacağız.



686 sayılı OHAL KHK'si iade olan ihraçlara tazminat yolunu bugün için kapalı tutmuş. Ancak Anayasa'nın 125. maddesi gereği idarenin tüm eylem ve işlemlerinden dolayı oluşan zararları karşılayacağı olağan günlere gittiğimizde bu zararlar elbette tazmin edilecektir. Ama bu faturanın tüm topluma kesildiği görülmelidir. Ve bu hatadan ne kadar erken dönülürse o kadar toplumsal maliyet az olacaktır. Ortalama brüt aylık 4.000 TL (Minimum ortalamadır) olarak hesaplandığında bile çıkan iade maliyeti tablosu aşağıdadır. Buna faiz ve diğer tazminatlar dahil değildir. 


Toplumda sorulması gereken ilk soru şu olmalıdır "İade edilen 918 kişi madem ki suçsuzdur, masumdur neden bu mağduriyet yaşatıldı."  İkinci soru bu mağduriyetin maliyetini neden biz çekiyoruz. Sorumsuz sorumlular kim ise onların çekmesi gerekmez mi?

Maliyet demişken peki, Mehmet Fatih Tıraş'ın ailesine, arkadaşlarına ve sevildiklerine ne diyecekler ... ve diğer intiharların, psikolojik olarak sorun-sıkıntı yaşayan binlerin ailesine... Bu mudur adalet, #hayır.


Bu tabloyu çizdirenlere armağan ediyorum:( Maliyet hesabını yapamadım.


Henüz intihar etmemiş ama OHAL-KHK mağduru olan önemli sayıda insan intihar eğilimindedir. KESK İhraç Araştırmasına katılanların % 0,5’i bu yönde beyanda bulunmuştur. İhraç edilen sayısına genelleştirildiğinde 450-500 arası kişinin bu eğilimde olduğu, 6000-6500 kişinin ise OHAL-KHK kaynaklı psikolojik sorunları nedeniyle sıkıntı yaşadığı görülmektedir. Süreç uzadıkça artan tek maliyet TL niteliğindeki maliyet değildir. İnsan olan anlar...







  




27 Mart 2017 Pazartesi

İHRAÇLAR KURULTAYI KESK'İN ÇAĞRISIYLA 1-2 NİSANDA ANKARA


Türkiye'nin geçirdiği kritik dönemlerin birinden  daha geçiyoruz. Darbe-OHAL-OHAL'de Referandum... Her hafta bir yıla yetecek gündem, hak ihlali, olağan dışılık ortaya çıkıyor. Bu OHAL durumu yapılan baskılar nedeniyle olağan bir alışkanlık haline de geldi. Karanlığın koyulaştığı bu dönemde KESK gibi örgütlerin tutumu tarihsel olmaktadır. Türkiye'de sadece son darbe girişiminden sonra kaç yüzbin kişinin mağdur edildiğini tespit edebilmek mümkün değildir. Darbeyle, şiddetle veya herhangi bir suçla ilgisiz yüzbinlerce kişi hukuki olmayan siyasi bir tasarrufla işsiz bırakıldı. Sadece  KHK'ler ile işsiz bırakılanların sayısı 103.000 civarında. Bu sayıya kayyım atanan yerel yönetimler, kapanan üniversiteler, medya kuruluşları, özel işletmeler dahil değil. Ama geçen yıl aynı döneme göre işsiz sayısının 668.000 kişi arttığını TÜİK verileri söylüyor. Önemli bir kesiminin OHAL işsizleri olduğu ifade edilebilir.




Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), taşıdığı tarihsel mirasa sahip çıkma adına bugün emeğe karşı yapılan bu hukuksuz saldırının karşısında durmaya çalışıyor. Tüm ihraçların hukuka aykırı olduğunu, ihraç edilenlerle dayanışılması gerektiğini, bu kapsamda fiili, meşru, hukuki tüm yolların sonuna kadar zorlanması gerektiğini hep ifade etti, bu yönde kararlar aldı ve uygulamalara imza attı. Her cumartesi günü birçok ilde KESK üyeleri KESK'in aldığı kararlar doğrultusunda ihraçlara karşı alandalar. 

Türkiye emek tarihinin emekten yana sayfalarında KESK mücadelesinin yeri hep önemliydi ve halen öyledir. KESK'in söyleyeceği söz emekten yana ve söylenecek sözdür. İhraçlara yönelik saldırıya karşı hukuki dayanışma adına tüm imkanları sonuna kadar kullanılmıştır. Yine ekonomik dayanışma adına KESK ve üye sendikaların pratiği dünya tarihine geçecek önemli bir örnektir. Bugün ihraç edilen KESK'lilerin diğer ihraçlardan daha iyi moral düzeyinde olduğu açıktır. Bu moral durum sadece verilen dayanışma ödenekleriyle açıklanamaz. Bununla birlikte "haklı olmanın dayanağıdır" KESK'li olmak. Haksızlığa her türlü imkanla karşı çıkılacağının pratiğidir. 

Gelinen aşamada KESK tüm ihraç üyelerinin katılımıyla bir kurultay hazırlığında olduğunu yaklaşık iki ay önce deklere etmişti. Bu süreçte gereken hazırlıkların yapıldığını, 1-2 Nisan’da ANKARA’da, İMO Konferans Salonunda uluslararası katılımı da olan “OHAL/KHK Rejimi Ve Kamu Emekçileri İhraç Kurultayı’nın” yapılacağı bugün duyuruldu.  KESK’in basın metninden satır başları aşağıda ifade edilmiştir.

KESK bu çabanın temel hak hürriyetleri koruma çabası olduğunu, siyasal iktidarın darbe fırsatçılığı yaptığını, yapılan işlemlerin darbeyle alakası olmayan tüm muhalif kesimlere de yöneldiğini, OHAL hukuksuzluğunun devam etmesi durumundan hukuk dışına çıkmanın sıradanlaşacağını ifade etmektedir. OHAL kapsamında ihraç, açığa alma, adli ve idari soruşturmalar, gözaltı ve tutuklamalar, demokratik hakların kullanımı karşısında yasaklama ve fiili müdahaleler gibi her türlü zor ve baskı aracı artarak kullanılmaktadır. Yüzbinlerce kamu emekçisinin hiçbir adil soruşturma geçirmeden, savunma hakkı verilmeden ve sadece OHAL süresince değil ömür boyu meslekten ihracı düzenlemesi nasıl bir zorbalık ile karşı karşıya olduğumuzun en somut ifadesidir. AKP açıkça sendikal örgütlülüğü, temel hak ve özgürlükleri hedef almaktadır. Sendikal hak ve özgürlükler KHK’lar yoluyla ortadan kaldırılmıştır. Açık ki, Konfederasyonumuz, sendikalarımız ve üyeler bu yolla biat etmeye zorlanmakta, sendikal eylem ve etkinliklerimizden dolayı pişman ettirilmeye çalışılmaktadır. Üyelerinin hak ve çıkarlarını korumakla, geliştirmekle görevli her sendikanın, her konfederasyonun yapması gereken sendikal faaliyetlerimiz darbe girişimi fırsatçıları tarafından açığa almaların, ihraçların, gözaltı ve tutuklamaların gerekçesi haline getirilmektedir. Yapılan işlemlerin mağdur ettiği yurttaş sayısı bir milyonu geçmiştir. Yapılmak istenen şey bu fırsatçılık döneminde AKP’ye uygun “Kamu Personel Reformu” düzenlemelerine hız kazandırmaktır. Nitekim 16 Nisan’dan sonra yapacakları ilk işin kamu emekçilerinin iş güvencesinin ve kıdem tazminatının fona dönüştürülerek ortadan kaldırılması olduğunu bizzat Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı “diplomatik” bir dille ilan etmiştir. Dolaysıyla ihraçlar bu çalışmalardan da bağımsız değildir.” “Devlet Personel Başkanlığına yazdığımız yazılara verilen cevaplardan ihraç sayılarına ilişkin net sayılar verilmese de en az 103 bin kamu emekçisi ihraç edilmiştir. Bunlardan 3131’i konfederasyonumuza bağlı sendikaların üyesi olup 698 arkadaşımız ise açığa alınmış durumdadır.” “Bir üyesine yapılmış haksızlığı tüm üyelerine yönelik olarak kabul eden bir gelenekten gelen KESK ve bağlı sendikalarımız tüm darbelere karşı sergilediği fiili, meşru ve demokratik direnişini, dayanışma ilişkilerini ve hukuki mücadelesini tüm zorluklara rağmen AKP darbesi karşısında da sergilemiştir, sergilemektedir.”
Bu nedenle Konfederasyonumuz bir kurultay çalışması gerçekleştirecektir. Bir süredir tüm illerde gerçekleştirilen çalıştaylarla kurultayın ön hazırlıkları başlatılmıştır. “OHAL/KHK REJİMİ VE KAMU EMEKÇİLERİ İHRAÇ KURULTAYI” adıyla gerçekleştireceğimiz ve uluslararası katılımcıların da olacağı kurultayımız 1-2 Nisan tarihinde Ankara’da, İnşaat Mühendisleri Odası Konferans salonunda gerçekleştirilecektir. Bu başlıkta, içerikte ve nitelikte bir kurultay ülkemizde ilk kez gerçekleştirilecektir[1].

Sadece KESK üyeleri değil tüm ihraç edilenler kurultay’daki tartışma ve tebliğleri dinlemeye davetlidir.


[1] http://www.kesk.org.tr/2017/03/27/ohalkhk-rejimi-ve-kamu-emekcileri-ihrac-kurultayinda-bulusuyoruz/


24 Mart 2017 Cuma

GAP BÖLGESİNDE İŞSİZ SAYISI BİR YILDA % 21 ARTTI

Gap kelimesi İngilizlerin dilinde "uçurum,boşluk, fark, açık"  anlamlarına gelmektedir. Türkiyede ise 40 yıldır kalkınması devam eden ama bir türlü kalkınamayan bir bölgenin ismi. Güneydoğu Anadolu, "GAP Projesi" kapsamına alınalı 40 yıl oldu. Proje kapsamında atılan kalkınma kalkınma nutukları, sözde cazibe merkezleri, temel atma törenleri, hak getire hafazan allah (HGHA) konumunda... Ne stratejiler, ne planlar, aksiyon üstüne aksiyon... 

Neticeye baktığımızda bölge göç vermeye devam ediyor. Daha korkunç olanı göç vermesine rağmen işsizlik oranlarının sistematik bir şekilde artışıdır. TÜİK daha kötüsünü açıklayana kadar Türkiye tarihinin en büyük işsiz sayısına (3.872.000) Aralık dönemi sonu itibariyle ulaşılmıştı. Ancak mevcut işsizliğin "yıllık ortalama" bölgesel dağılımı incelendiğinde iki bölgede işsizlik oranları önceki yıla göre artış sergilemiştir. Birincisi yoğun bir göç veren GAP bölgesi, ikincisi göç alan metropoller. Metropollerde ekonomik kriz nedeniyle görece artışı doğal olan işsizliğin GAP'ta verilen göçe rağmen artması olağan bir sonuç değildir. 

Tablo 1: Son 3 Yılda GAP Bölgesinde Emeğin Durumu (Bin Kişi)

2016 yılı verilerine göre GAP bölgesi, Türkiye içerisinde en yüksek işsizlik oranının ve en düşük istihdam oranının gerçekleştiği bölgedir. Özellikle kadın emeği açısından mutlak sorunlara işaret eden göstergeler GAP bölgesinde yanlış uygulanan politikaları da işaret etmektedir. 3 yıldır artış gösteren işsiz sayıları ve oranları ciddi bir iş krizinin yaşandığını göstermektedir. 

GAP Bölgesinde 100.000'den fazla kadın işsizdir. Son bir yılda kadın işsiz sayısı % 54 artış göstermiştir. Genel işsiz sayısı artış oranı % 21 olmuştur. İşsiz sayısındaki bu radikal artışa karşılık istihdam ve istihdam oranlarında sadece yaprak kımıldamış görünüyor. Peki bu eşitsizlik ve adaletsizlik tablosu tesadüfen mi ortaya çıkar? Tabiki #hayır. GAP'taki durumun özel nedenleri aşağıdaki gibi sıralanabilir. 

1- Bölgede son süreçte yaşanan çatışmalı durum
2- Suriye savaşının bölgesel olarak ilk etkiyi burada göstermesi
3- Genel olarak uygulanan işsizliği önleme politikalarının işe yarar bir etkisinin olmaması (GAP özelinde sözde İşsizlik Sigortası Fonundan pay aktarılmaktadır. Sözde olan aktarım değil, etkisi.)
4- Bölgeye yönelik temel politikaların bölgenin reel durumunun dikkate alınmadan planlanması,
5- Ülke, bölge ve küresel düzeyde yaşanan ekonomik krizin burayı da daha beter etkilemesi.

Bölgesel işsizlik oranları daha ayırntılı incelendiğinde Türkiye ortalamasının yaklaşık 2-3 katı oranlarda işsizliğin, GAP bölgesinde olması dikkat çekmelidir. Bölgesel düzeyde en dramatik artış TR 71 bölgesi ve TRC 1-3 bölgelerinde yaşanmıştır. Yukarıdaki 5 maddenin etkisi aşağıda net bir biçimde görülmektedir. Sadece bakmayı aşabilenler görebilir. 


 İşgücü piyasasında bu tarihi olumsuz rekorlar kırılırken, siyasal iktidarın adeta karanlık yolda ıslık çalma babında "teşvik ve talimatlar" şeklinde özetlenebilecek milli istihdam seferberliği (mis) başlattığını görüyoruz. Talimatla işsizlik azalmaz. Teşvikle de azalmadığı gibi yanlış teşvikle daha da artar. 

İlginç olan bir durum şudur; mevcut durumdaki işgücü olumsuzluklarına neden olan politikaların, sanki yeni uygulamalarmış gibi ve işsizliği önleyecekmiş gibi gösterilmesi bir hafıza sorunuyla da karşı karşıya olduğumuzu da gösteriyor. MİS kapsamında "Şubat 2017'de başlanılan tüm uygulamalar veya benzerleri" zaten 2008'in 15 Mayıs'ında çıkarılan ilk istihdam paketinden bu yana var olan uygulamalardır. "İstihdam paketlerinden işsizlik çıkmıştır". İşsizliğin bir nedeni olan bu uygulamalar bir yazıya sığdırılamaz. Ama bir sonraki yazıda denenecektir. 


20 Mart 2017 Pazartesi

Memurlar da Hayır Diyecek. Neden Mi?

16 Nisan Referandumuna sayılı günler kaldı ve sayılı gün adı üstünde... Memurlar zorla Bireysel Emeklilik Sistemine Dahil Edildikleri için de Hayır Diyecek. 15 Nisanda maaşları düşecek olan memurlar 16 Nisanda hayır diyecek. Hayır demenin sadece iktisadi açıdan onlarca nedeni bulunmaktadır[1]. Ancak memurlar açısından bu nedenler çok daha somut. Çünkü anayasa değişikliği "memurlara yönelik açık tehditler" içermektedir. Hem anayasa değişikliğinin içeriği hem de içerik dışı nedenlerle memurların kahir ekseriyeti yani çoğunluğu hayır diyecek. NEDEN Mİ?

1- 15 Nisanda 45 yaşın altında tüm memurlardan zorla alınacak en az 108 liralık ZORUNLU Bireysel Emeklilik Sistemi (Z-bes) uygulamasına hayır diyecekler. Çünkü emekli olma olasılığının binde 7 olduğu bir sisteme gönüllü girme seçeneğini seçmeyen memura, OHAL döneminde çıkarılan bir "düzen-leme" ile zorunlu katılma şartı getirildi. MEMUR BUNA HAYIR DİYECEK.

2- Hükümet programında açık bir şekilde yer alan 181-185 nolu "tedbirler" kapsamında memurun kadro güvencesi kaldırılacak. Birçok Bakanın da ifade ettiği bu duruma memurların "Hayır" diyeceği çok açıktır. Kimse sınavla ve liyakatle değil bir yerlere sakatatle gelmiş bir CEO "fotokopisinin" belirlediği koşullarda memur olmak istemez. 

3- Memurların bir hayır gerekçesi de OHAL kapsamındaki ihraçlardır. Bu kapsamda yıllarca birlikte çalıştıkları onlarca arkadaşları herhangi bir hukuki suçlama olmadan emeklerinden, işlerinden koparılmışlardır. Yerel yönetimler ve özel üniversiteler ve medya mensupları hariç 110.971 kişinin işten hukuksuz bir şekilde atıldığı bu sürecin devam etmemesi, sorumluların yargılanması ve  çalışma arkadaşlarının işlerinin ve emeklerinin başına dönmesi için memurlar hayır diyecek.

4- Memurun en reel hayır gerekçelerinden biri de reel zam almadığını iyi bilmesidir. 2010 yılından bu yana enflasyona ezdirilen ve hatta 2014 sonrası hep negatif zam alan memur 2017 yılında verilen % 5,04'lük zammın Nisan ayına varmadığını görüyor. Bu herşeye zam gelen ÇİFT HANELİ ENFLASYON DÜZENİNE VE memura zam vermeyen düzene hayır diyecek. 

5- KPSS sınavı, Görevde Yükselme sınavları ve benzeri tüm liyakat ve kariyer imkanlarında tarihte görülmemiş haksızlıklara maruz kalan veya şahit olan memurlar kötüyü görüp daha kötüsünü önlemek için "hayır diyecek." 

6- Emeklilik yaşını yükselten ama emeklilik maaşını azaltan bir yapıda gittikçe özelleşen eğitim-sağlık ve sosyal güvenlik düzenine Memurlar hayır diyecek.

7- Memurun ikramiye, mesai vb. kazanımlarını yine KHK'ler ile elinden alan bir yapıya "memurlar hayır diyecek". 

8- İşyerlerinde gittikçe sistematikleşen mobing uygulamalarına ek olarak, kurumsal teamül ve kültürü yok sayan üst yönetici atamalarına, aday aday adayı olmuş olanların yönetici olarak gelmelerine "hayır diyecek memurlar". 

9- Temel kamu hizmetlerinin piyasalaştırılmasına-özelleştirilmesine karşı çıkacakları için hayır diyecek.

10- Ülkenin bir anonim şirket gibi değil HUKUK devletİ gibi yönetilmesi için MEMURLAR HAYIR DİYECEK.

Memurlar NEDEN HAYIR DİYOR REFERANDUMDA DİYENLERE ÖZET OLSUN. HAYIRLI OLSUN.







15 Mart 2017 Çarşamba

TUİK Cumhuriyet Tarihinin En Büyük İşsiz Sayısını Açıkladı. Bu Başarı Hepimizin mi? #Hayır

TUİK Cumhuriyet Tarihinin En Büyük İşsiz Sayısını Açıkladı. 3.872.000 (Yazıyla: üçmilyonsekizyüzyetmişikibin) Bu Başarı Hepimizin mi? 

Tabi ki #Hayır. 

Şunun şurasında "tereranduma" bir ay bir gün kaldı. Heyecan dorukta. Son diploma-si krizi konuşulmaya devam ediyor. Diğer tarafta ekonomi de çanlar kimin için çalıyor sorusu olağanlaştı. 

Ekonomik krizin "silindir gibi teğet geçtiği dönemlerde" "ekonomi" kurumlarında idareci olmak idare edilir bir durum olmaktan çıkar. Misal şimdi TÜİK daha kötüsünü açıklayacağı işsiz sayılarına yönelik çalışmalara devam ediyor. İŞKUR'un da kayıtlı işsizleri azaltma yöntemi olarak keşfettiği "kayıtlılık süresini kısaltma" yöntemine rağmen, kayıtlı işsiz artıyor. 15 Mart 2017 tarihinde saat 10'da TÜİK "Cumhuriyet tarihinin en yüksek işsiz sayısı olan 3 Milyon 872 bin sayısını açıkladı." Türkiye’yi "silindir gibi teğet geçen” 2008 Küresel Ekonomik krizinden sonraki dönemde bile işsiz sayısı bu düzeyin altındadır. Bu kadar işsiz ancak kasıtlı bir politika sonucu olabilir mi? İnsan soramadan edemiyor. 

Sosyo-ekonomik sorunların tüm toplum kesimlerini aynı şekilde etkilemediği bilinmektedir. İşsizlik meselesinin çözülmemesi “yedek işgücü” varsayımıyla hep diri tutulmaktadır.  Ekonomik kriz ve OHAL fırsatçılığı ile birleştirilen işsizlik durumumun derinleştirilmesi, sermaye ve iktidar kesimlerine “reel ücretlerin düşük tutulması” imkanını sağlamaktadır. 2002 yılından bu yana siyasal iktidarın işsizlik sorununun çözümüne dair reel bir etkide bulunmadığı aşağıdaki grafikte gösterilmektedir. AKP iktidarı 2002 yılında iktidara geldiğinde işsizlik oranı 10,3 seviyesindeydi. Gelinen aşamada bu oranın azaltılamadığı gibi artışa geçtiği görülmektedir. 2016 ve 2017 yıllarında OHAL uygulamaları ve mevcut ekonomik yaklaşımların etkisiyle işsizlik oranlarının tüm nüfus kesimleri için artacağı açıktır. Gittikçe derinleşen ekonomik kriz yapısal bir işsizlik ve yoksullaştırma ile sonuçlanmıştır.  2000’li yılların başından bu yana işsizlikle ilgili reel bir politika yürütülmediği için işsizlik oranları dönemsel azalışlar dışında % 10 bandı etrafında seyretmiştir.


İşsiz sayıları  668.000 kişi artış göstererek Cumhuriyet tarihinin en yüksek sayısına (3.872.000 kişi) erişmiştir. İşsiz sayısı ve oranında, OHAL döneminde bir önceki yıl aynı döneme göre artış yaşanmayan ay yoktur. İşsizliği bu dönemde  bu kadar arttıran temel faktörlerin her biri ayrı bir çalışma gerektirmektedir; Özetle işsizliği arttıran ama istihdamı arttırmayan başlıklar aşağıdadır. Bunlara kısaca İKAP denir. 


  1. Genel Ekonomi Politikası içerisinde istihdam arttırıcı bir yaklaşımın olmaması,
  2. Aktif istihdam politikalarının işlevsizliği, "Maliyeti yüksek ama sonucu ters etkili."
  3. İstihdam ve işsizlikten sorumlu kurum ve kuruluşların perspektif ve kadro yetersizliği,
  4. OHAL uygulamaları kapsamında sadece KHK'lerle 102.143 Kamu Personelinin, bunun dışında 10.000 Gazetecinin, 10.000 yerel yönetim çalışanının, 20.000 akademisyenin işsiz bırakılmasının etkisi (İŞKUR 310 çalışanını İşsiz bırakmıştır. Bu kişiler İŞKUR'a işsiz kaydı yapamamaktadır.),
  5. Eğitim ve istihdam arasındaki bağın eğitim politikalarında öngörülmemesi


Yukarıda ifade edilen beş başlık, siyasal iktidarın tercihi sonucu şekillenen, işsizliği kalıcılaştıran ve arttıran politikalardır. İşsizlik artışının genel ekonomik eğilimler sonucu olduğunu varsaymak, yerinde bir değerlendirme olmayıp siyasal iktidarın bu yöndeki çabasını yok saymaktır. Siyasal iktidarın ifade edilen planlı programlı faaliyetleri, işsizliği arttırmayı ve reel ücretleri düşürmeyi hedeflemektedir.  Bu hedefe 2023 yılında daha da yaklaşmış olacaktır.   Değişimin tablosu ve yönü aşağıdadır.


668.000 YENİ İŞSİZİMİZ ÇOK NİTELİKLİ.
UYGULANAN POLİTİKALAR SONUCU ÇOK NİTELİKLİ OLUYOR İŞSİZLERİMİZ, DENEYİMLİ, GENÇ, ÜNİVERSİTELİ ...

Yukarıdaki tabloda görülebileceği üzere uygulanan politikalar bazı başlıklarda rekor kitaplarına konu olabilir. 
  1. Genç kadın işsizlik oranı % 8,1 oran artış göstermiştir.
  2. Yeni işsizlerin % 30'u genç ve % 42'si üniversite mezunudur.
  3. Kayıt dışı istihdam oranı artmıştır.
  4. Kayıtdışı istihdam artışı toplam istihdam artışından fazladır.
Çalışma hakkı en evrensel haklardandır. İşsizlik temel hak ve özgürlükleri göreceli bir şekilde anlamsız kılar. Yoksullaştırma en temel insan hakları ihlalidir. İşsizliği kasıtlı arttırıcı politikalar (İKAP) bu ihlalleri sistematikleştirmektedir. Büyük atıp küçük dahi tutmayan politikaların "istihdam diye" sunduğu şey, ücretsizlik, geçici "TYP" çalışması, kayıtdışılık, kiralık işçilik ve güvencesizliktir. Ulusal İstihdam Stratejisi budur. NOKTA.   





14 Mart 2017 Salı

Holl'An(a)dolulular Seçime Giderken, Halkın Yeni Sağla İmtihanı

Mücadele'de iyi ile kötü arasında bir tercih olduğunda iyinin seçilmesi için bir açıklama yapmaya gerek yoktur... Dünya genelindeki eğilim ise Kötü ile Daha kötü arasında gitmektedir. Kapitalizmin kültürel hegemonyasının sunduğu seçenekler içerisinde daha az kötünün savunusu, iyiye yaklaştırabilir mi? 

Makyavel'den bu yana erdem ve ahlakın siyasette bir ilke olmadığı savunulurdu. "Rahmetliden" sonraki yüzyılda "insanın kurdunun, insan olduğu," bir canavar olarak tasvir edilen devletle "İLTİSAKIYLA" açıklandı. Canavarı oluşturan veya üzerinde besleniyormuş gibi minik kurtçukları andıran insan, "kötü idi". O günden sonra "Ulusun  birliği ve Mutlakiyet" Makyavel, Bodin ve Thomas Hobbes'un mirası olarak ve sanki iyi bi şeymiş gibi ele alındı. Bu üç "tektekçinin"  arzuladığı düzen, Fransız ihtilaline kadar siyasette yaygın bir ahlaksızlığın, gaspın ve zorbalığın kurumsallaşması ile sonuçlandı. Tarihte bu ahlaksızlıklar hep olmuştur ama önemli olan, bu olanın utanılmadan savunulabilmesidir. Yeni sağın ve yeni sağcılığın hortlattığı şey, bu utanmazlıktır. Göstere göstere eşitsizliğin savunusu yapılabilmektedir.

Bu süreçte Locke, Montequieu ve rahmetli Rousseau hattı, "bireyi ve toplumu" değişik tonlarda yok saymayan bir çizginin peşinden gitti. Halk (moda tabirle Milli İrade) ilk defa Fransız ihtilaliyle tarihin sahnesinde boy gösterdi. "Ben Devletim" diyenleri, giyotin hazretlerine havale etti. İktidarın tekelleşmesinin sakıncaları, yüzyıllarca test edilen siyasal deneyimler sonucu, kuvvetler ayrılığı ilkesini doğurdu. Bu ilke "eşitlik, kardeşlik, özgürlük" imkanlarını sunan bir ilkedir. Bildirge 16. maddede, ta 1789 yazında demiş ki: "Hakların güven altına alınmadığı ve güçler ayrılığının belirlenmediği bir toplumun anayasası yoktur." Bunun üzerine bile gelen sosyalist/anarşist ve feminist seçenekler "eksik kalan eşitliğin" derdine düştüler. Bu dert hala derman bulabilmiş değildir. 

Yeni sağ veya yeni sağcılık bu eksik eşitlik savunusuna karşı, bir karşı yeni saldırı olup, Bodin ve Makyavel ve Hobbes'un, devlet/siyasal iktidar için hülyasını kurduğu şeyi, bölgeler bazında katmanlarda gerçekleştirme girişimidir. Aydınlamacı"Evrensel Eşitlik ve Akıl" yerine, öznel ve görece akıl'ın yer aldığı yeni sağ yaklaşımda, muhafazakar bir nosyon olarak "ahlak" vurgusu da rasyonalitenin zıttı olarak savunulur. Yeni sağcı muhafazakarlığın ahlakı Sokratik anlamda erdeme tekabül etmemektedir kesinlikle.

Zaten eski dost olan liberalizm ve muhafazakarlığın mutlu evliliğinden 1970'lerde yeniden doğan "sağ", dünyanın her iklimine larvalarını bıraktı. Ve şartlar olgunlaştığında bu larvalardan "eşitsizlik, özgürlüksüzlük ve kardeşliksizlik" fışkırıyor. Hayek ve Oakeshoot mirası; Reagan, Thatcher, Özal, Kohl, Nakasone vb. dönemlerde toplum karşıtı politikaların savunulması şeklinde yaşandı. İlginç bir şekilde "devletin küçültülmesi" diye savunulabilen bu zevatın ideolojisi, devletin "toplum karşıtı, militarist bölümlerini" büyütürken "sosyal devleti" küçülttü. Bu konuda hakları verilmeli. Kısmen başardılar da.  

Yeni sağcılar için demokrasi bir araçtır, amaç değildir. Yeni sağ her türlü örgütlü toplumun ve başta sendikaların düşmanıdır. Bu tür bi sağSermayenin karşısında çırılçıplak ve tek başına bir birey görmek ister. Hayek'in salvolarından beslenen larvalar bugün dalbudak sarmış mavi gezegeni... Canı istediğinde istediği yerde iç savaş veya her türlü kriz çıkarmakta, istediğinde "insani" yardım ve sosyal diyalog programları geliştirmektedir. Başlattığı medeniyetler arası diyalog çalışmalarını medeniyetler arası çatışmaya dönüştürebilmektedir. Tutarsızlık ve ilkesizlik tek ilke olduğu için sermayenin aleyhine olmayan her şey savunulabilmektedir. Planlamaya karşı çıktığını söylerken "sermayenin stratejik eylem planlarını" dayatmaktadır.

Devletin sermaye sınıfının hizmetkarına dönüştüğü bu halk karşıtı süreçte, popülizm (söylemde halk yağcılığı) en temel araçtır. Sosyal hizmetler ve sosyal kurumlar yok edilmeye çalışılırken, işsizlik artıp reel ücretler azalırken, yoksulluk derinleşip gelir dağılımında adaletsizlik pekişirken sözüm ona "halk'ın onayıyla" yapılan seçimler yapılmaktadır. Parlamentoların demokratik işlevleri kısıtlanırken siyasi partilerin finansmanı mafyatik ilişkilerin örüntüsüne benzetilmektedir. 1970'ten önce taşeron işçilik, kiralık işçilik, güvencesiz veya esnek istihdam,  özel istihdam büroları, sosyal güvenlik ve emeklilik sistemlerinin özelleştirilmesi gibi konuların "kamuya açık yerlerde" savunulması utanç verirdi. Ne zamanki yukarıdaki zevat bir araç olarak gördüğü demokrasinin nimetlerinden yararlanarak başa geçti; bu konuşulması utanç verici olması gereken başlıklar "işsizliğin azaltılması ve istihdam stratejileri" adı altında uygulamaya konuldu. Kimi yerlerde toplu halde dayatılan bu uygulamalar toplumun direncine göre parça parça uygulamaya konuldu. Halkın temsilcileri olan parlamenterler, sermayenin keşidecisine, siyasal partiler ise "depolitizasyon" araçlarına dönüştü. Sonuç olarak dolaylı vergiler ve vergi dışı fonlar sürekli artarken, artan diğer bir şeyse "aile, din, milli kimlik" söylemi oldu.

Yazı uzadı ama dünya halklarının "uru" olarak yeni sağ, II. Dünya Savaş'ının yıkımından sonra ders alınarak ulaşılan "evrensel hak ve hürriyetleri" hedeflemektedir. Bütün insanların eşitliği yerine "kendi insanlarının, tarihlerinin, millilerinin, vs vs ." üstünlüğünü savunan bu yeni kimlik inşası girişimi, karşı düşmanlar olmadan, işlevsizdir. Düşman inşası da zor değildir. "Küresel terör", tüm "medeni" yeni sağcıların düşmanıdır misal. "Güney ve Doğulular" "Batı'nın" düşmanlarıdır.  Gelinen aşamada toplumlar denizdeki yılana sarılmakta, yani düşmanın yeni sağına karşı kendi yeni sağını büyütmektedir. İlk yumruğu kimin tarafından atıldığı günden güne önemsizleşmektedir. Yeni sağcılar, dışarıdan bir düşman yeni sağ bulamazsa içeri de hemen imal etmektedir. Neredeyse tüm seçimler "kim daha yeni sağcı" üzerinden yapılmaktadır. 

Yarın Holl'An(a)dolular seçime gidiyor. İktidardaki sağ parti, bir parti sağ, bir parti yeni sağ oynuyor oyunu... İktidarda kimin olduğunun önemsizleştiği bir tarihsel kırılma dönemindeyiz. Uygulanan yeni sağcılık oluyor... 
Bir de yeni sağcılar arasında devam edegelen faşizm/nazizm uygulamaları konusunda tarafların haklılık payına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Özlenen altın çağ, halkın üzerinden silindir gibi geçilen, sadece ölen kişi sayısının 50 milyon olduğu II. Dünya Savaşı yıllarıdır. Bu süreçte halklar yok olurken sermaye yeni bir düzenle birikimini arttırmıştır. 


ABD'nin Gert'ini gören Holl'An(a)doluluların anketlerde Wilders'a desteği azalttığı söylenmişti. Ama Gertzek bir tane değil ki... Başta Avrupa olmak üzere dünya genelindeki gertzeklere karşı çıkmak için ona benzeyenler, o seçilmese de fikirlerini uygulamaktadırlar. Her halk gertzeklerine Hayır demeli...      




Öne Çıkan Yayın

DEM PARTİ MÜŞAHİDİ OL!

  İYİ BİR MÜŞAHİT NE YAPSA DAHA İYİ OLUR   İyi bir müşahit “müşahede altında olan ülkenin” tarihi seçiminde görev alacak sandık kurulu üyesi...